Kirletilmiş bir söz için düzeltme

Geçen haftaki yazım bazı okurlarda önemli gördüğüm bir soruya yol açmış. Demokrasi ve demokrasi mücadelesi konusunda çok uzun zamandır yazdıklarımdan vaz mı geçiyorum; vazgeçmek denemese bile, bir inceltmeye mi yöneliyorum? Dönemler boyunca sürüp gelen ve geçen yüzyılın büyükçe bir dilimini kaplayarak yeni yüzyıla doğru bir tür dine dönüşen demokrasi havariliğine karşı tutumumda bir yumuşama mı var?

Biraz toparlayarak aktarırsam, soru işaretleri aşağı yukarı böyle.

Yazımı yeniden okudum ve bunları büsbütün temelsiz bulmanın okurların dikkatine haksızlık olacağı kanısına vardım. Sonuç olarak, geçen haftakinin devamı sayılabilecek bu yazı ortaya çıktı.

Önce geçen haftaki yazıyla güdülen amacı belirtmek yararlı olabilir.

Bağımsızlık mücadelesi ile demokrasi ve özgürlük mücadelesinin birbirinden ayrılmasının da ötesinde birinden birinin tercih edilmesine ve her iki durumda da sosyalizmin sözünün bile geçmemesine, böyle dile getirilebilecek iki güncel eğilime dikkat çekmeye çalışıyordum. Bilgili ve öngörülü bir yoldaşım tarafından bir konuşmada saptanarak aşağı yukarı bu biçimde anlatılmış  eğilimler üzerinde dururken de geçmişimize ilişkin bazı göndermelerde bulunmuştum. İşte bu göndermeler, diyorum şimdi kendi kendime, bu tür soru işaretlerine yol açmış olabilir; çünkü, o geçmişe duyduğum saygıdan olmalı, çok da açık eleştirilere girişmemiştim.     

***

Demokrasi sözcüğünün anlamından yola çıkarsak, ilkin, bir belirsizlikle karşılaşırız: İyi, güzel de o sözcüğün anlattığı iktidar ve/veya yönetim hangi halkın elindedir? Halk denilen, çok büyük ve tanımlanmamış bir yığındır. O kadar geniş ki, hangi coğrafyadan ya da sınırlardan söz ediliyorsa, orada yaşayan herkesi kapsar. Bir ülkede, sınırları şu ya da bu biçimde çizilmiş bir coğrafyada iktidarın/yönetimin kim tarafından elde bulundurulduğu anlatılmak isteniyordur da, “halk” denilince bu kim sorusunun yanıtı alabildiğine belirsiz olmaktadır.

İlk ortaya atıldığı coğrafyada, büyük ölçüde, asıl kabule ve savunulmaya değer biçimiyle “doğrudan” demokrasiye yakın bir anlayış vardır. Ama, halkın kim olduğuna gelince iş değişmektedir; çünkü, o tarihte anılan coğrafyada sonradan kitaplara “köleci toplum” olarak geçecek bir düzen, bir toplumsal-iktisadi yapı hüküm sürmektedir. Böyle olunca da toplumun çok büyük bir bölümü için, hiçbir hakları olmayan, daha doğrusu hakları hem çok sınırlı hem efendisinin isteğine, iradesine bağlı olan kölelerin herhangi bir biçimde dahil olamadıkları bir demokrasi, aynı anlama gelmek üzere, öyle tanımlanmış halkın çok küçük bir azınlığı için geçerli olan bir iktidar olma ve yönetme söz konusudur. Buna karşılık, sonraki çağlarda hiç olmamış kadar gelişkin biçimde... Bir başka anlatımla, çok küçük bir azınlık oluşturan ve “halk” olarak tanımlanan kesimin iktidarı ve yönetimi gerçekleşirken, toplumun büyük çoğunluğu “halk”ın, dolayısıyla demokrasinin dışında; hayatları efendilerinin iki dudağının arasında olmak üzere.

Çağlar ilerledikçe, kavramın bir tarafını oluşturan “halk”ın kapsamı genişletilirken, öteki yanını oluşturan iktidar ya da yönetimin daraltıldığı görülmüştür. O genişleyen taraftaki toplumun hayatını sürdürmesini sağlayan geniş emekçi yığınları, git gide, farklı etkinlikteki çeşitli mücadele ve uzlaşmalar ile birlikte, yönetime katılmaya başlamışlardır. Ancak bu, bir yandan doğrudan değil dolaylı biçimde, “temsili demokrasi” adı altında gerçekleşebilirken, bir yandan da hem bu temsili nitelik kimileyin ince aldatmalarla gizlenerek kimileyin kör kör gözüm parmağına bir kabalıkla, ya geriletilmiş ya da neredeyse tümden ortadan kaldırılmıştır. Bu demokrasi denen şeyin, nasıl adlandırılacağı çoğu kez bilinemez olduğundan “şey” diyoruz, ama kavramın ve onun zaman içinde farklı biçimlerdeki somutlanışı olan olgunun da diyebiliriz, işte onun tarihini bir iki cümleyle anlatmaya çalışsak aşağı yukarı böyle bir özet çıkar.

Ancak, bizim buradaki irdelememiz açısından bu çok kısa özetin yeterince ortaya koyamadığı bir yan daha var, onu da belirtmeliyiz: Her dönemdeki egemen toplumsal sınıflar, ama hepsinden daha belirgin ve daha çeşitli biçimlerde karşımıza çıkanı,  kapitalist toplumun egemen sınıfı burjuvazinin iktidarında olmak üzere, bu kavramı kesin ve uzun süreli etkisi olan bir uyku ilacı yerine kullanmışlar, daha ciddi söylersek, bir ideolojik baskı ve propaganda aracına dönüştürmüşlerdir.

Burada, halk arasında “kaderin cilvesi” denilenlere benzer şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Hemen her zaman az çok geçerli olmakla birlikte, özellikle burjuvazi dediğimiz sınıf iktidarı alıp pekiştirdikten sonra, “halk” tanımını yeniden kölelik dönemindekine benzetmek, gerçekte bu doğrultuda pek çok adım atmakla birlikte, bunu açık seçik, yasalara şuna buna geçirerek  yapmak imkânsız olduğundan, kulağa çok hoş gelen “halkın yönetimi” işini kendisinin iktidarı almasını kolaylaştıran dönemlerdekinin bile çok gerisine götürmekten hiç çekinmiyor, bu yönde ortaya çıkan hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Bunun nedenini, ikiyüzlülük, sözünden dönme türü ahlakla ilgili etkenler yerine iktidara talip olarak karşılarına çıkan toplumsal sınıfların varlığında, onların yarattığı tehditte aramak gerekir.

Bununla birlikte, demincek sözünü ettiğimiz bu demokrasi yanılsamasının çok yoğun, oldukça da etkili bir ideolojik baskı ve propaganda aracı olarak kullanılmasında “bizim taraf”ın katkılarını görmezden gelmek, kafamızı kuma gömmek olur. Bu kapsamlı bir inceleme yazısı olmadığına göre birkaç satırbaşına değinip geçmekle yetinebiliriz.

Onlardan biri, işçi sınıfının siyasal iktidara yönelik hareketinin geçen yüzyılın ilk iki onyılında olağanüstü bir sıçrama gösterdikten ve Avrupa’nın doğusundaki çok geniş topraklarda iktidarı da aldıktan sonra, kuşkusuz, burjuvazinin karşı saldırısının da etkisiyle bir duraklama dönemine girişidir.

Bir başkası, hem genç işçi sınıfı devletine Avrupa’nın emperyalist güçlerinin açık desteğiyle yöneltilen karşı devrimci saldırı ve kuşatmanın hem de Alman proletaryasının sarsıcı kalkışmasının apaçık vahşet uygulanarak bastırılışının yarattığı ortamdır. Bu ortamı, savunma mevzilerini güçlendirme, içe kapanıp hazırlanma, hatta hayal kırıklığı ve umutsuzluk türü sözlerle anlatmak mümkündür. Gerici sendikalara, derneklere, hatta siyasal partilere girip oralarda çalışma tavsiyelerinden tutun, aslında yerinde bir yöneliş olan tek ülkede sosyalizmin git gide devrimi ertelemeye varan eğilimlere dönüşmesine kadar, hepsi o dönemin ürünleridir.

Üçüncü bir satırbaşı olarak aynı dönemde karşı tarafın hazırlıkları hatırlatılabilir. Artık emperyalizm aşamasındaki kapitalizmin egemen sınıfları, yeni yeni hayat bulmaya başlayan sosyalizme karşı  daha önce benzeri görülmemiş bir tahkimata girişirken demokrasilerinin kendi sınıf diktatörlüklerini gizlemeye gerek görmeyen farklı bir biçimi olarak faşizmi tarih sahnesine çıkarmışlardır. Bu durumun kendisinden daha kötü olan bir sonucu ise işçi sınıfı cephesinde ideolojik ve siyasal bakımdan geri çekilerek tümüyle savunma konumuna geçme eğilimlerini aşırı derecede güçlendirmesidir. Şöyle de anlatılabilir: Faşizmin devrimini gerçekleştiremeyen işçi sınıfına kesilmiş bir ceza olarak değil, sermaye sınıfının en gerici kesimlerinin en kanlı, en gaddar diktatörlüğü olarak anlaşılıp anlatılmasıyla her biri öbüründen olumsuz iki sonuç ortaya çıkmıştır. Bir yanda, işçi sınıfının devrimini hedef alan   bir atılım yerine savunma amaçlı bir geri çekiliş; öte yanda, bu savunmayı güçlendirmek üzere o en gerici ve en kanlı olanların dışındakileri de kapsayabilecek genişlikte bir cephe oluşturma yönelişi.

***

Sonuç olarak, ilerisi/ millisi/ ulusalı, hangi sıfatla güzellemelere konu edilirse edilsin demokrasiyi mücadele hedefi olarak belirlemek, çok uzun sürmüş bir aymazlıkta ısrar etmek olur. Buna karşılık, emekçilerin iktidara yönelik mücadelelerini kolaylaştırıcı her türlü hak ve özgürlükler, kuşkusuz, korunup ilerletilmek için uğrunda çaba gösterilmeye değer hedeflerdir.

Yinelersek, doğru olan, demokrasi için değil hak ve özgürlükler için mücadeledir; çünkü, demokrasi sözcüğü ölümcül bir aldatmacanın aracı yapılarak kirletilmiştir; çünkü, bu sözcüğün odağında yer aldığı yüzlerce yıllık sınıf mücadelelerine saygıyı koruyarak onun özgün anlamından yola çıkarsak, halkın yönetimi anlamındaki demokrasi sosyalizmde mündemiçtir; orada içerilmiştir.

Kapsamı belirsiz, tanımsız, amorf bir kitlenin seçilişinden yetkilerine kadar her açıdan sözde temsilcileri aracılığıyla dolaylı yönetiminden değil, geniş emekçi yığınların, doğrudan katılım biçimleri sürekli olarak geliştirilen yönetiminden söz ediliyorsa, o olmadan sosyalizm de olmaz zaten.