Kırkyalan özdeyişleri

Anadolu’nun değişik yörelerinde dilden dile dolaşan yalancı öyküleri vardır; daha doğrusu, palavracılar ve onlara ilişkin atıcılık öyküleri. “Kırkyalan” da onlardan biri; yıllar boyunca söylene söylene gerçek bir kişinin adına ve bileşik sözcüğe dönüşmüş sayılabilir. Dolayısıyla, bu iki sözcüğün bitişik yazılması bana daha doğru görünüyor.

“Kırkyalan Çapan”ı da 90’lı yılların başlarındaki modern meddahların gösterilerinde duymuş olabilirim. Onlardan da etkilenerek şöyle bir alışkanlık edinmiş olduğum söylenebilir: Öyle komiklik olsun diye değil, tam tersine, ciddi ciddi, tartışılmaz gerçekleri açıklıyor, ağır sorunların çözümünü gösteriyor edasıyla söylenen, birer özdeyiş olarak yinelenen, biraz eskide kalmış argosuyla “vecize yumurtlama” havasında dillendirilen sözleri bir kenara kaydederim. Yeri geldiğinde kullanmak, başka saçmalıklarla karşılaştırmak, bazen de, yine argo olacak, düpedüz “kafa bulmak” için…

O kayıtların birkaçından bu yazıda söz etmenin fena olmayacağını düşündüm. Güncel ve ciddi yanları var; ayrıca, az önce kafa bulma argosuna göndermeyle değindiğim, biraz da eğlenelim faslına girer. Ancak, palavracılık ile yalancılık arasında ilkinden yana bir sevimlilik farkı da yok değil. Palavracı abartır, yalan da söylemiş olur elbette, ama zevk için, eğlendirmek içindir sanki bu; oysa, yalanda kötücüllük, gerçekleri örtbas ederek kandırma amacı ağır basar.  

***

Eğlenmeye getirmiştik sözü, oradan devam edelim. 

Kıskanma ne olur, çalış senin de olur!” 

Bu yakarış, yakınlık, dostluk izlenimi taşıyan özdeyişe daha çok taksilerle kamyonların arka plakalarının altındaki levhalarda rastlamışımdır. Aslında, trafik yasa ve kuralları açısından yasaktır, önce uyarıyı sonra cezayı gerektirir; belki de, uyarı olmaksızın ceza verilmesi öngörülmüştür, emin değilim. Ama halkımız, onların çilekeş şoförleri, çilekeş dedik ama o çilekeşlerin kendini sıyırtmış sanan ya da eh, az çok öyle sayılabilecek bir kesimi, ya da bu tür yasakların uygulanmasının imkânsızlık ölçüsünde güç olduğunu yaşayarak bilenler, cezaya mezaya aldırmadan yazıp yazıp araçlarının görünür yerlerine asmaktan vazgeçmezler. 

Biraz önce olumlu sayılabilecek sıfatlar yakıştırdığım bu sözün nereden kaynaklandığını, dolayısıyla, şu ya da bu ölçüde anonim olmakla birlikte bugün ve yakın geçmişte epeyce yaygınlaştırılmasının hangi sınıfların eseri olduğunu düşünmek gerekir.

Hoppalaa, diyenler bulunabilir. Bizim dilimizde, bu da nereden çıktı, güzel güzel konuşurken böyle de söylenir mi anlamında bir sözdür. Kökeni nedir, nereden dilimize girmiştir, dilimize girdiği yerlerin, halkların, coğrafyaların bununla ilgisi nedir, türünden soruların yeri burası değil elbette; o konularda yazıp çizmek istemişimdir hep. Öyle bir imkânım da yeteneğim de yok ama, şunu söyleyebilirim: Bu özdeyişin yaygınlaşmasında, kapitalizmin insanlığı çürüten egemenliğinin, bu egemenliği çürütücü kabul eden yaklaşım açısından söylersek, belirleyici bir etkisi olmuştur. Burada söylenmek istenen ne olabilir? Palazlandım, yükümü tuttum diye beni kıskanma kardeşim, kıskanıp da bana sınıftaşlarımı itip kakarak öne geçme fırsatı sağlayan düzeni suçlama, sen az çalıştın ben çok çalıştım, az çalışan sürünür çok çalışan köşe döner. Öyleyse, sen de bu düzene ses çıkarmadan çalışıp çabalamana bak. Bir gün gelir, ne köşeler dönersin!

Başlangıçta bir parça naiflik, dolayısıyla bağışlanabilirlik taşıdığını düşünmek mümkün olsa da, az buz berbat bir tutum değil…

***

Laf lafı, laf kapıyı açıyor; kapılar açıldıkça laf uzuyor ve sonu gelmez oluyor. Sonu getirmek için kayıtlarımızdaki özdeyişlerin bazılarını atlayarak devam etmeli.

Atlamayacaklarımızdan biri şu olabilir: Siyaset memlekete hizmet yarışıdır

Eski bir sözdür, artık hayatta olmayan düzen siyasetçilerinin dillendirip kafalara kaktığı ileri sürülebilir. Ne kadar kakıldığı tartışılabilirse de büsbütün etkisiz olduğu söylenemez.

Egemen sınıf siyasetçilerinin söylemesi, benimser görünmesi doğaldır. Doğallık, başka türlüsünün hemen hemen imkânsız olmasıyla ilgilidir. Öyle ya, ben zenginim, zenginleri temsil ediyorum, onlar için siyaset yapıyorum, diyecek halleri yok. Ne diyecekler? Aşağı yukarı şunları: Bu iş öyle çekilir bir iş değil, benim işim gücüm var, onlarla uğraşmayı yeğlerim, ama neylersiniz ki, vatanın, milletin, halkın istekleri gerektiriyor, ben de bunu karşılıksız bırakamıyorum ve onca sıkıntıya razı olarak işin içine girince görüyorum ki, bu yarışa giren başkaları da var, centilmence yarışıyoruz. Kazanırsam ne alâ, vatana millete hizmet yarışında bir katkım olur. Kazanamazsam, rakiplerim o şansı elde eder, onlar hizmete koyulurlar.

Öte yanda, siyasete nerede gireceğini, ne zaman nereden nereye transfer olacağını bilenler yükünü tutuyor, dünyalığını doğrultuyormuş, ne gam! Hem ne kadar güzel sözlerimiz de var çok şükür: Bal tutan parmağını yalar.   

***

Siyasi partiler demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.

Şimdilerde o kadar rağbet edilmese de, eskiden düzen siyasetçilerinin çokça yineledikleri bir sözdü. Siyasetçilerin dili bir yana, yasalarda da aşağı yukarı bu biçimiyle yerini bulmuş olduğunu ileri sürebiliriz. 

Oysa, bizim ülkemiz kadar çok parti kapatılan ülke bulmak kolay değildir. Bu parti kapatma işinin başlıca iki yolla yapıldığını biliyoruz. Biri, askeri ve sivil darbelerde partileri bir buyrukla, bir sıkıyönetim bildirisiyle ya da bir kararname ile kapatmak. Öbürü, dava açıp, duruşmalar yapıp, savunmalar alıp en üst düzey bir mahkeme kararı ile kapatmak. Her ikisi de birçok kez yapılmıştır. Çoğunlukla da kurulu düzeni şu ya da bu ölçüde tehdit ettiği yahut edebileceği düşünülen partiler için yapılmıştır. 

Yapılırken de bu slogan politikacıların dillerinden, yasaların hükümlerinden hiç eksik olmamıştır.

***

Hepimiz aynı gemideyiz.

Yukarıda biraz argo havasında olduğunu belirttiğim deyişle “yumurtlanıp duran vecizeler”den biri de budur. Özellikle son günlerde sıklıkla yinelendiğine tanık oluyoruz. Çok sıkıştıklarında, çözümsüzlükleri çoğaldığında tekrarlamayı artırdıkları söylenebilir.

Çok üstüne gitmişizdir de, aslında, söz söylemeye değmeyecek kadar apaçık bir yalandır. Yine de, aşağıda yazacağımız kıssadan hisse ile ters düşmemek için, ikide bir aynı gemide bulunmaktan söz edenlere  yönelik küçük bir seslenmeyi eklemeden geçmeyelim.

Kabul, yoksulu varsılı, işçisi patronu ile aynı ülkede yaşıyoruz diyelim ve gemi benzetmesine de itiraz etmeyelim. Ama her zaman dümeninde sizin bulunduğunuz bu gemi batmak üzeredir. Bırakın artık dümeni, yoksa geminin kurtarılması imkânsızlaşacak. Size de bir iş bulunur, merak etmeyin. Yalnız, süfliydi şuydu buydu deyip iş beğenmemezlik ederseniz, çalışmayana ekmek olmadığını görürsünüz. Ayrıca, gemiyi batmaktan kurtarmanın yolları arasında safraları atmak da vardır; siz siz olun safra durumuna düşmeyin.

***

Bu defaki kıssadan hisseyi şöyle yazabiliriz: Bizi sömürenler, sadece emeğimizi ve ürünlerini çalmakla yetinmiyorlar, bunu başka türlü devam ettirmek kolay olmadığından kafamızı çalışmaz duruma getirmek için de ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar. O çerçevede söylenenlerin doğru olup olmamasının önemi çok azdır. Asıl önemli olan, yalanların bir yandan çeşitlendirilip çoğaltılması, bir yandan da durmadan tekrar edilmesidir. 

Şu son dediğimizde bir parça geçerlilik payı varsa eğer, bize ne kadar apaçık görünse de, yalanları ortaya çıkarıp anlatmaktan bıkmamak gerekiyor demektir.