Kararım karar mı, Kararsız Karar mı? MESUT ODMAN

Beş altı hafta önce bir tür ikili iktidar durumundan söz etmiş ve bunun bir örtüyle, altındakini biraz görünür kılacak kadar açılmaya başlamış bir örtüyle gizlendiğini yazdıktan sonra şöyle devam etmiştim: "Örtünün, her türlü belden aşağı vuruş da dahil olmak üzere karşılıklı salvoları örtemez hale geldiği besbellidir. Bunun arkası, ya geçici bir ateşkes olabilir ya da tarafların korkularını da toz duman edecek ve 'belden aşağı vuruş' deyiminin pek sportif kaçacağı gümbürtülü bir kapışma..."

Anayasa Mahkemesinin yeni bir futbol dizilişine benzetilen 6-4-1 ya da, pek haksız sayılamayacak o benzetmeyle daha uyumlu biçimde yazılırsa, 1-4-6 kararından sonra o zaman düşündüğümüz olasılıklardan ilkinin, "bir ateşkes"in söz konusu edilebileceğini söylemekte sakınca görünmüyor. Sol'da kararın ertesi günü şunlar yazılmıştı:

"(...) Haşim Kılıç'ın aşırı gergin olması, mahkeme üyeleri arasında AKP'ye verilecek 'ders'in niteliği konusunda görüş ayrılığı olduğuna işaret ediyordu. Bu görüş ayrılığına rağmen Kılıç, Anayasa Mahkemesi'nin görevleri arasında olmayan birkaç maddelik 'uzlaşmaya davet' konuşmasını yaptı ve sermaye çevrelerini rahatlattı.

Bu açıklamadan sonra 'Amerikan uzlaşması'nın parçası olan ve olmak isteyen herkes, sağcısı ve 'solcu'su ders çıkarmak ve uzlaşmak gerek yönünde demeç verdi.

Herkes üzerine düşeni yapmalıydı. Oybirliğiyle alınan karar buydu."

İşin doğrusu, ortaya çıkan sonucu böyle anlatmaktır.

Laikliğe karşı odak olmanın tescillenmesi ile birlikte bunun yeterince belirgin, tehdit edici, en ağır cezayı gerektirici bulunmaması odak oybirliğinin bir altındaki oy çokluğuyla benimsenirken kapatmanın ceza uygulanmasına yetmeyen salt çoğunlukla kabul edilmesi bütün bunlar ve bu doğrultuda eklenebilecek olanlar, yanlış değil, ama aydınlatıcı olmaktan da uzak.

Oy aritmetiği açısından aydınlatıcı olanı, yukarıda aktardığım gibi, aslında burada oybirliği ile alınan bir kararın bulunduğu.

Kararın içeriği ve asıl anlamı bakımından aydınlatıcı olan ise herkesin kendisine verilmiş dersi alarak üzerine düşeni yapması gereğinin vurgulanması. Herkesin üzerine düşeni ayrı ayrı yazmaya kalkarsak, çok yer kaplar. Üstelik, o herkes içinde olmadığımız için bizi ilgilendirmez.

Bizi ilgilendiren, örneğin, bu sonucun nasıl ortaya çıktığı olabilir. Öncesinde ağzına geleni söyleyip türlü tehditleri dile getirirken sonrasında "derin bir oh çekmek"ten "Türk demokrasisine güvenlerine yeni bir kanıt bulma"ya kadar farklı sevinç gösterileri sergileyen AB ve ABD yetkilileri, bu bakımdan öğreticidir. Karara ilişkin olarak dillendirilen "piyasa dostu" nitelemesi öğreticidir. Erdoğan ile yaptığı en son yanaşma görüşmesinin üzerinden bir hafta bile geçmeden ortaya çıkan bu kararı uzlaşma alkışlarıyla karşılayan E. Özkök'ün hali tavrı öğreticidir. Hatta, altı tane kapatma oyunun yarattığı durumu hukuka, demokrasiye şuna buna aykırı bulup ziyadesiyle rahatsızlık belirten ve artık "AkP profesörlüğü" unvanını tartışmasız hak eden Özbudun'un verdiği izlenim de öğreticidir.

Bunları ve benzerlerini "nasıl" sorusuna karşılık olarak sıralamak mümkündür. Ancak, sözü uzatmadan, şu kadarıyla da yetinebiliriz: Birincisi, bağımsızlık ve egemenlik durumlarını anlatan niteliklerden bu kadar uzaklaşmış bir cumhuriyette, hiç şaşırtıcı sayılamayacak bir süreç yaşanmış ve yine hiç şaşırtıcı olmayan bir sonuç ya da ara sonuç ortaya çıkmıştır. İkincisi, bu yazının en başındaki göndermeye geri dönersek, bugüne kadar olan bitenden çok daha "gümbürtülü bir kapışma" taraflarca göze alınamamış, aynı anlama gelmek üzere, erken bulunmuş ve ateşkes yahut uzlaşma aranışı türünden deyişlerin uygun düşeceği bir noktaya ulaşılmıştır. Buna "Amerikan uzlaşması" denebileceği gibi, daha eski ve yaygın bir deyiş olan "pax Americana" da uygun düşebilir.

Bir de AkP'ye karşı mücadele eden, öyle yaptıkları söylenen ve bunu kendileri de söyleyen birilerinin düştüğü durum var. Aydemir Güler böylelerinin durumuna yüksek mahkeme heyeti daha karar görüşmeleri için toplanmaya başlamadan önce kendisiyle yapılmış ve geçen Pazar günü Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış mülakatta değiniyordu:

"Türkiye'de laiklik, cumhuriyetçilik adına yola çıkanlar var. Biz TKP olarak sadece laiklik ve cumhuriyetçilik adına değil aynı zamanda sosyalizm, işçi sınıfı için yola çıkıyoruz. Bunun vazgeçilmez koşulu olan laiklik ve cumhuriyetçiliğe de sahip çıkıyoruz. Ama sadece laiklik ve cumhuriyetçilik adına yola çıkanlarda bir tuhaflık var. Dava açılıyor, bu cepheden bir ses geliyor: 'Tayyip Erdoğan çok üzülme. Partin kapansa ve sen yasaklansan bile gelecek yıl yine başbakan olursun' diyor. Bu nasıl mücadeledir?"

Bitirmeden, Aydemir'in öngörüsündeki sağlamlıkla ilgili olarak da hakkını teslim edelim. Kendisinin piyasa düşmanı bir kimse olduğu bilindiğine göre, aynı mülakatta dile getirdiği şu öngörüsü ile ilgili olarak, piyasa dostu bu karara ilişkin herhangi bir "içeriden bilgilenme" avantajından yararlandığı iddia edilemez mülakatı yapan gazetecinin kapatılmanın nasıl olup da gerçekleşmeyeceği yolundaki sorusuna şöyle yanıt vermiş:

"Oluşturulan bu büyük basınç ve AKP'nin kazandığı meşruiyet nedeniyle gerçekleşmeyebilir. Ama her iki durumda da Türkiye'de Amerikancılık ve gericilik siyasi iktidarı elden bırakmayacak gibi görünüyor. Dava bir muharebeyse AKP cephesi bu muharebeyi dava sonuçlanmadan kazanmış görünüyor."

Madem bu aydınlatıcı mülakata çokça değindik, bu konuda yapılması gerekene ilişkin olarak aynı yerde dile getirilmiş saptamayı da atlamayalım:

"(...) Türkiye'de emperyalizme boyun eğmenin, tabi olmanın, şeriatçılığı güçlendirmenin, tarikatları yaygınlaştırmanın partisinin meşru olduğunu reddetmemiz ve bunun hukuk tarafından da tescil edilmesi için mücadele vermemiz gerekiyor."