Oldum olası Mayıs aylarını sevmişimdir. Oysa, güzel olanı da var, çirkin olanı da; acılarla dolu olanı da sevinçlerin ağır bastığı da…
İşte bir Mayıs daha
Mesut Odman
Yanlış, yanlış olduğunu biliyorum, ama oldum olası Mayıs aylarını sevmişimdir. Oysa, güzel olanı da var, çirkin olanı da; acılarla dolu olanı da sevinçlerin ağır bastığı da… Bir an önce geçip gitsin de kurtulalım dediklerimiz kadar biraz daha sürseydi ne olurdu sanki dediklerimizi de yaşamışızdır…
Elbet öyle olacak, güzelliği çirkinliği, iyiliği kötülüğü aylarda aramak da nerden çıktı şimdi? İnsanların bilinçli eylemi ile güzelleştirilebiliyorsa, öyle olur; yoksa, kör güçlerin güdümünde karabasanlara dönüşür, falan filan diye katı bir gerçekçilikle azarlanmaktan kurtulmak için bizim o eski “kompozisyon” derslerimizin giriş-gelişme-sonuç kalıbından uzaklaştıralım kendimizi.
***
Cumhuriyet gazetesinin haftalık kitap eki yıllardır yayımlanır. Geçen haftaki Mayıs ayının birinci gününe rastlıyordu ve 1837’nci olduğu belirtilen bu sayının kapağı belki de şimdiye kadarkilerin en güzeliydi ya da en güzellerinden biri. Bana öyle geldi, pek çok insan da öyle düşünmüştür, kuşkum yok. Kapakta iki devrimci büyüğümüzün fotoğrafları vardı: Bir yanda en güzel gülüşüyle Behice Boran, bir yanda delikanlı kasketiyle Halit Çelenk. Kapağı görür görmez çağrışımlar sökün etti. En kısa özetini veriyorum.
Bizim ağzımızdaki söylenişiyle Behicanım’ın ölümünü izleyen aydaki beşinci sayısında, Kasım 1987 tarihli Toplumsal Kurtuluş dergimizde yazdığım yazıyı şöyle tamamlamıştım:
“Sosyalizm mücadelemizin büyük adlarından biridir. Adını yaşatacağız.
Sosyalist iktidarımızın üniversitelerinde, amfilerinde, kütüphanelerinde, dersliklerinde. Çok isteyip de barındırılmadığı Türkiye’nin üniversitelerinde, o zaman yerini alacaktır.
Üniversitelerimizin dışına çıkacaktır. Sosyalist ülkemizin sokaklarına, caddelerine, alanlarına adı yazılacaktır.”
Ne yazık, Behice Boran hocamızdan daha da az tanıdığım Halit ağabeyimizin kol kanat gerdiği bizim fidanların ölümünü yıllar sonra bir kez daha yaşamamak istercesine onlardan bir gün önce ölmeyi seçişinin ardından, öyle yapmıştır mutlaka, rastlantının bu kadarı olmaz, bir şiir çiziktirmiştim. Böyle diyorum; çünkü, üzerinde yeterince çalışılmış değildir, o yüzden de son kitaba alınmamıştır, onun bırakıp gidiverişinden üç gün sonra sadece burada yayımlanmış dizeleri yeniden koyuyorum. Yeterince çalışıldı demek istemiyorum. Şimdi yeniden baktığımda, içtenliğinde bir eksiklik görmüyorum da ondan.
Bir kitle örgütünün genel kurulunda karşılaşıp tanışmıştık, Partim adına katılmak ve bir konuk konuşması yapmak üzere oradaydım. Yan yana oturmuştuk ve, bir kez daha kendim için yazıklanmalıyım, bir daha da görüşme şansım olmamıştı.
Ölüme Küslük Olmaz
baba adamdı halit abi desek yakışık alır mı
hepsi bir yana
ölürken bile yalnız bırakmadı bizim çocukları
bir toplantıda konuştuktan sonra
komünist partisi adına
kürsüden inip yanına oturmuştum
nasıl gidiyor bakalım diye sormuştu
fena sayılmaz eksik olmayın
en özel muhabbetim de bundan ibarettir
diyeceğim
bana söz düşer mi bilmem
lakin söylemeden edemiyor insan
ne kadar eksik olmayın dileğinde bulunsak
şimdi eksilmiştir aramızdan
çoğumuz daha yaşamaya talim ederken
demek babalığın da bir haddi var
geçip gittiklerinde bir gün
biz arkadan gelenler diyorum
ne yalnız kalırız ne yalnız bırakırız
budur onlardan öğrendiğimiz
Bizim Ali Rıza dün buradaki yazısını şöyle bitirmiş: “Halit Çelenk İdam Gecesi Anıları’nın 15. Baskısına yazdığı önsözde: ‘Sosyalizmi yeryüzünden idamlarla, katliamlarla silmek isteyenler öncelikle insanın düşünce yetisini ortadan kaldırmak zorundadırlar; çünkü insanlar düşündükçe bu haksız ve vahşi düzeni değiştirmek için mücadelelerini sürdüreceklerdir. Denizler gibi, Yusuflar gibi, Hüseyinler gibi…’ diyor.”
***
Son zamanlarda toplantılarda, gösterilerde, yürüyüşlerde çok yinelenen bir slogan var; ilk kez ne zaman benimsenip yaygınlaştığı araştırılarak ortaya çıkarılsa ilginç olabilir: “Kurtulmak (kurtuluş) yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz”. Bazı düzen politikacıları çok rahatsız edici buluyorlar anlaşılan, “marjinallerin sloganı” diyenler, hatta polisi söyleyenlerin üstüne yönlendirenler de oldu galiba.
Kızıp sinirlenmeleri anlaşılır bir durum, onların işine gelen, örneğin, “her koyun kendi bacağından asılır, herkes kendi işine baksın” olabilir. Bununla birlikte, bu slogana “marjinallik” yakıştırmak için bu yakıştırmanın ne anlama geldiğinden habersiz olmak gerekir. Bilen çoktur, ama bir kez daha belirtmekte sakınca olmasa gerek: Bu slogan, yirminci yüzyılın en tanınmış, en sevilmiş, eserleri pek çok dilde okunmuş sanatçılarından, şair, tiyatro yazarı ve kuramcısı Bertolt Brecht’in bir şiirinden türetilmiştir.
Brecht’in aynı başlığı taşıyan dört bölümlük şiirinin her bölümünde yinelenen şu dörtlüktür sloganın kökeni:
Ya hep beraber ya da hiç birimiz.
Kurtulmak yok tek başına
yumruktan ve zincirden.
Ya hep beraber ya da hiç birimiz.
“40 Kuşağı” olarak anılan şairlerimizden A. Kadir adıyla bildiğimiz Abdülkadir Meriçboyu ile Madımak katliamında yitirdiğimiz değerli eleştirmenimiz Asım Bezirci’nin birlikte dilimize çevirdikleri, benim bilgim yanlış değilse, ilk kez Ocak 1972’de Halkın Ekmeği başlığıyla basılmış Brecht şiirleri seçkisinde yayımlanmıştı.
Sloganı türetenler iki dizenin yerlerini değiştirmiş, ayrıca “ya…ya da” yerine “ya…ya” söyleyişini tercih etmişler ve, bana sorulursa, iyi de etmişler.
***
Söz sloganlara gelmişken çoktandır söylenen bir başkasına değinelim, bir düzeltme önerisiyle birlikte...
“Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar… Her şey emeğin olacak.” diyoruz çok zamandır. Benim en sevdiklerim arasında. Sesim iyice kısılmamışsa, her yinelenişinde bütün gücümle haykırıyorum. Ama sessizlik olur olmaz da bizim çocuklara, yanımda yöremde birlikte yürüdüklerimize itirazımı anlatıyorum. Çabuk çabuk; çünkü sessizlik uzun sürmez, bir sonraki slogan patlayıverir, eli kulağındadır.
Böyle yapıyordum daha doğrusu. Beş yıl öncesine kadar. Beş yıl önce, 2020 yılının hemen başlarında, dayanamadım, 10 Ocak günü burada yazdım. Bu sıralama ile söylemek doğru değil. Ya nasıl olmalı? Şöyle: “Siyasi iktidar, fabrikalar, tarlalar… Her şey emeğin olacak.” Gerekçesi de yeterince açık. Siyasi iktidar emeğin olmadıkça, ne fabrikalar, tarlalar diye anlatılan üretim araçlarının ne de bugün yoksun bulundukları iyiliklerin emeğin, emekçilerin olması mümkündür. İster kuramsal olarak düşünülsün, ister şimdiye kadar dünyada olup bitenlere bakılsın, emekçiler önce siyasi iktidarı alırlar, sonra bu sloganda “fabrikalar, tarlalar” biçiminde özetlenen üretim araçlarını toplumsal olarak sahiplenirler ve “her şey”in onların olduğu yepyeni bir toplum yaratmaya girişirler. Bunun tersini düşünmek, hem gerçekliğe ve gerçekçiliğe uymaz, hem de emekçilerin mücadelesini saptırma tehlikesini barındırır. Örnek olsun, devrime gerek yok, siyasi iktidarı almadan da sermaye sınıfı ile anlaşıp uzlaşarak üretim araçlarını sahiplenmek ve baskısız, sömürüsüz bir toplum yaratmak mümkündür, biçiminde çok kabaca özetlenebilecek birçok sapmaya elverişli ortamlar doğabilir.
Geçen hafta bizim Kemal de Kadıköy’deki 1 Mayıs gösterisinde yürüyüş kolunda oluşturulan kürsüde konuşurken bu konuya değinmiş başka sözcüklerle. Çok yerinde olmuş. Yalnız, yanlış işitmediysem, benim bir kez izleyebildiğim kayıtta konuşmadan birkaç dakika sonra bu slogan işitiliyor eski biçimiyle. Olabilir, alışkanlıkların değişmesi kolay gerçekleşmiyor. Ama söyleyişte herhangi bir güçlük çıkmadığını, birçok kez tek başıma provasını yapmış bir tanık olarak rahatlıkla ileri sürebilirim. Topluca söylendiğinde de hiçbir sorun olmayacaktır.
***
Yaşça benden epey küçüktü Sırrı Süreyya. Herhangi bir karşılaşmışlığımız yok. Ama babasına sevgisini anlatmaya çalışan o güzelim çocuğun gözyaşları unutulur mu? Bizim Osman’la elbet bir gün yüz yüze geleceğiz. O zaman ikisinin öğrencilik yıllarını konuşacağım onunla. Şimdiki harcıalem sözleri boş vereceğimiz günlerde. Ne der halkımız, “ömrümüz yeterse”…
***
Bakıyorum da şuncacık yazıda ne kadar sık kullanmışım “bizim” sözcüğünü. Yoksulluktan söz eder dururuz bir de. Oysa bizim varsıllığımız parayla pulla ölçülmez. Üstelik, eksiksiz tümünü saymamız imkânsızdır; ne belleğimiz yeter ne de okuyacakların sabrı izin verir.