Bütün ezberlerini unutanın belleği kalmamış demektir. Belleksizlikse ölümün öbür adıdır.
İşin bu yanı
Mesut Odman
“TT oldu mu sana tt!”
Bugünlerde böyle bir cümle yazılsa hiç yadırganmaz. Gerçi biraz şaşırtıcı sayılabilir, ama buradaki kısaltmalar açılırsa, ne şaşırtıcılık kalır, hatta ne de itiraz.
Buradaki ilk TT, “Terörsüz Türkiye” dedikleridir. İkinci tt ise, herhalde nüfusun hatırı sayılır büyüklükte bir bölümünün artık yabancı olmadığı “trend topic”.
İktidar yetkilileri ve partileri şöyle dediler, PKK’nin “kurucu önderi” ve kongresinde konuşanlar böyle dediler… Eskiden ne derlerdi, şimdi ne diyorlar?
Şu sonuncusunun ardından gelenleri az çok eksiksiz sıralayabilmek içinse ne bir kişinin belleği yeter ne de okurların sabrı. Yine de daha çok düzen içi ve dışı muhalif çevrelerden gelen bazılarına değinilebilir.
Örnek olsun, uzunca bir süredir aynı safta yer alanların, bir zamanlar, birbirlerine asma eyleminde kullanılmak üzerine urgan attıkları ve karşılığında vampirlik benzeri suçlamalarla karşılandıkları hatırlatılıyor sık sık. İktidar koalisyonu içindeki yakın zamanların şahin kanadının, birdenbire sözcüğünün abartma olmadığı bir dönüşüme uğradığı; hatta buradaki “yakın zamanların” aylar bile değil haftalarla anlatılabilecek kadar yakınlık olduğu dillendiriliyor. O arada, üslupta da oldukça hızlı değişimler görülüyor; teröristin yerini önder, elebaşının yerini kurucu alabiliyor ve daha başkaları…
Bunların, bir yandan, politikanın cilveleri olduğu, bir yandan da buna benzer dönemlerde farklı coğrafyalarda ortaya çıktığı ise bir tür “karşı argümanlar” başlığı altında toplanabilecek biçimde belirtiliyor.
Peki bunların ve benzerlerinin siyasi ahlak eksikliğinin ya da düşüklüğünün göstergeleri olarak eleştirildiği, kınandığı, kınamanın ötesinde saldırıların hedefine konulduğu olmuyor mu? Çoğu kez adı konulmasa da elbette oluyor. Bana kalırsa, öyle yapılması çok da yanlış sayılmaz. Buradan politikanın özünde geniş anlamıyla sınıf mücadelesinin başka bir anlatımı olduğu noktasına, dolayısıyla sınıf mücadelesinde ahlak aranmayacağı yolunda bir tür özdeyişe ulaşılabilir; biraz daha yumuşatılarak söylenirse, politikada ahlakın anlamını tartışmaya girmenin değilse bile o tartışmayı sonlandırmanın çok da kolay olmayacağı öne sürülebilir.
Bununla birlikte, şu sıralar biraz da tozun dumana karıştığı bir hayhuy içinde yürüyen, ama nasıl bir açıklığa kavuşacağı daha pek belli olmayan bu konunun böyle bir yanı da bulunduğunu büsbütün yok saymak doğru olmaz.
Şimdilik, kıyısından köşesinden değinebiliriz.
“Toplum şimdiye kadar sınıf uzlaşmazlıkları içinde hareket ettiği gibi, ahlak da her zaman bir sınıf ahlakıydı; ya egemen sınıfın üstünlüğünü ve çıkarlarını haklı gösteriyor ya da ezilen sınıf yeterince güçlenir güçlenmez, bu egemenliğe karşı bir baş kaldırmayı ve ezilenlerin gelecekteki çıkarlarını temsil ediyordu. Bu süreç içinde, genel olarak, insan bilgisinin bütün öteki dallarında olduğu gibi, ahlakta da ilerleme olduğundan şüphe edilemez. Ama henüz sınıf ahlakının ötesine geçmiş değiliz. Sınıfsal uzlaşmazlıkları ve onların düşüncedeki kalıntılarını aşan, gerçekten insani bir ahlak, sadece sınıf çelişmelerinin üstesinden gelmekle kalmayıp pratik hayatta onları unutan bir toplum aşamasında ancak mümkün duruma gelebilir.”
Anti-Dühring’ten aktardığım bu satırlarda “unutan” sözcüğünün altını çizen Engels’in kendisi değil. Ben vurgulamak istedim. Ahlakın toplumsal sınıflar arasındaki çatışma ve çelişkilerden bağımsız olmayışı saptamasından şöyle bir sonuç çıkmaz: Çıkarları çatışan sınıflardan oluşan toplumların gittikçe ortadan kalkması ve onların yerini sınıfsızlık özelliğine yaklaşmakta olan toplumların alması, “gerçekten insani” bir ahlakın geliştirilmesi için yeterli olmaz. Sınıf çelişmelerinin üstesinden gelmenin yanı sıra gerçek hayatta o çelişmeleri unutacak kadar geride bırakmış bir toplumun inşa edilmiş/kurulmuş olması da gerekir.
Şimdi, yazının biraz zor okunur duruma gelmekte olduğu korkusuyla, biraz bilmeceli bir biçemde yazayım diyorum. Ama bilmece dediysem, pek kolay olduğunu da ekleyelim ki, bundan sonrası okunmadan bırakılan bir yazı olmasın.
“İnsani olmayan ve sınıfsal olmayan kavramlardan çıkarılan hiçbir ahlakı tanımıyoruz. Bunun bir aldatmaca olduğunu, dolandırıcılık olduğunu, toprak ağalarının ve kapitalistlerin çıkarları uğruna işçilerin ve köylülerin zihinlerini bulandırma olduğunu söylüyoruz.
Diyoruz ki, bizim ahlakımız tümüyle proletaryanın sınıf mücadelesinin çıkarlarına bağlıdır. Bizim ahlakımız, proletaryanın sınıf mücadelesinin çıkarlarından türetilir.”
Bunu da siyasal iktidarı alışından 3 yıl kadar sonra, o mücadelenin amaçladığı yepyeni bir toplumu inşa sürecinin başlarındaki bir devrimci, aynı mücadelenin içinde ve ön saflarında olmasını beklediği gençlerin kongresinde konuşurken dile getiriyor. Aynı devrimci, o konuşmasından 18 yıl önce yayımlanan ve ne yapmak gerektiğini konu edinen kitabında şunları yazarak yazdıklarına uygun davranmıştı: “Sınıf uzlaşmazlıklarıyla parçalanmış bir toplumda sınıfsal olmayan ya da sınıflar üstü hiçbir ideoloji olamaz.”
Şöyle bağlayabiliriz: Birincisi ve önemli olmayanı, bilmece idi. Kolayca bilinmiştir, sanıyorum. İkincisi ve daha zor olanı ise hem kuramsal açıdan hem de pratikte, yaşadığımız mücadele içindeki sınıfların tümünü bağlayan bir ahlakın olabilirliği. Yoktur demek kolay, hem de gerçekliğe uygun görünüyor. Yine de kolayı seçmenin, hele bunu çok çabuk yapmanın, her zaman doğru olmadığını biliyor olmalıyız.
Bir de şu: Bütün ezberlerini unutanın belleği kalmamış demektir. Belleksizlikse ölümün öbür adıdır.