İkiyüzlülük

İlk gördüğümde yayımlanması zorunlu tutulan bir “kamu spotu” sandım; değilmiş. Büyük devlet bankalarından birinin reklamı. Aziz mübarek ramazan bayramının epey öncesinden başlayıp bayram boyunca ve ondan sonra da günlerce yayımlandı.

Yanlış bilmiyorsam, çocukların reklamlarda kullanılması ile ilgili bir yasaklama ya da, en azından, sınırlama vardı bir zamanlar. Şu “kullanılma” sözcüğünün açtığı yorum farkı kapısından girilerek olabilir, işin çok zamandır geldiği noktayı şöyle anlatmak mümkün artık: Çocukların kullanılmadığı hiçbir reklam kalmadı. Ne denir zaten: Yasaklar çiğnenmek içindir. Böyle dediğimizde, devrimci bir hava vermiş olabiliriz belki. O yüzden biraz değiştirmekte yarar var: Yasaklar, genellikle, zevahiri kurtarmak için konulur.

Bu da öyleydi; çocuklar üzerine kurulmuş bir senaryoydu. Üç beş çocuk, işe bakın, “nerde o eski bayramlar azizim” yollu bir sohbete dalıp eski bayramları canlandırma hevesine kapılıyorlar ve iyi tanıdıkları bir büyüklerine başvuruyorlar. Yine işe bakın, o da TRT’nin çok ünlü bir dizisinin çok ünlü bir oyuncusu. İşte, anlatının tam burasında, çuvallamış durumdayım; çünkü, ne oyuncunun ne dizinin adını biliyorum. Oysa, bunlar anlatacaklarımı kolaylaştırmak ve kısaltmak bakımından önemli. Ancak, şu kadarını olsun yazabilirim, o da benim kadar habersiz olmayanlar için işe yarar ipuçları verebilir: Oyuncu, gür saçlarını arkaya doğru sıkı sıkı tarayarak topuz yapmış, tombulca yüzlü, gençten bir erkek. Diziye gelince, galiba, ecdadımız olmakla birlikte, halkımızın ne eker ne biçer anca yerken ortak olur diyerek pek de hayırla anmadığı Osmanlı’nın faziletlerini sergileyen bir sanat başyapıtı!

İşte, o küçülmüş de büyümüş çocukların nasıl eder eski bayramları geri getiririz diye düşünüp taşınırken başvurdukları topuz saçlı ağabeyleri, onların ellerinden tutup bir yığın nasihatte bulunurken, bazı önkoşulları da belirlemeden edemiyor. Önkoşullardan biri miydi yoksa eski bayramların vazgeçilmez öğelerinden biri mi, önce onu da eklemiş olalım, bayram namazına gidilecek. Öyle ya, şimdi eğitim sisteminin vazgeçilmez ritüellerinden değil, temellerinden biri, çoluk çocuğu toplayıp, toplayıp derken, var mı gelmek isteyen diyerek değil, artık her neyse zorun çeşitli yöntemlerini kullanarak namazlara götürmek “milli eğitim”in ayrılmaz bir parçası olmak üzere.

Neyse, asıl ikiyüzlülük dedirten orası değil. Yol gösterici ağabey, önkoşulların başında, tatil planlarını gösteren deniz kıyısı görüntülü resmin üzerine kocaman bir çarpı çekiyor. Tatili, gezmeyi, deniz kıyısını unutup büyüklerin ellerini öpecek, karşılığında mendildi, şekerdi, bayram harçlığıydı idare edecek, bol tıkınmalı toplu yemeklerin ve cümbür cemaat aile saadetinin keyfini süreceksiniz.

İyi, güzel de yıllardan beri her iki “dinsel bayramı” da dokuz günlük uzun bir tatile dönüştüren, bunu henüz yasalaştırmasa bile, yasa kadar kalıcı bir uygulama durumuna getiren başka bir ülkenin merkezi otoritesi miydi acaba? Dokuz gün boyunca herkes evinde otursun, büyüklerin ellerinden öpsün, yesin yesin bir daha yesin, elbette namazı niyazı da ihmal etmesin, o zaman, dokuz gün tatil ne işe yarayacak? Hükümete temsilci verecek kadar işi ilerletmiş turizm sektörü patronları sinek mi avlayacaklar?

Turizm deyince hatırlamamak ne mümkün? Onca zamandır suyun başlarını tutmuş bu dini bütün siyaset erbabının atalarının bu konuda hiç dillerinden düşürmedikleri bir söz vardı, bir slogan: Turizm döviz getirir, ahlak götürür. Aşağı yukarı böyleydi. Şimdikilerse, eski gömleklerini değiştirdiklerini açık açık söyledikten sonra, giden ahlaka değil gelen dövize bakar oldular, malum.

Turizmden paraya, pula, dövize falan gelince, yanlış hatırlamıyorsam, turizm geliri arttıkça enflasyon da yükselir diyen bir yaşlı ve papaz iktisatçı vardı; vardı değil, var. O aklıma geliyor. Papaz sözcüğü fazla  aşağılayıcı görünüyorsa, bunun yerine “imanlı” da diyebilirim. Aslında neden böyle dediğim de içinde olmak üzere biraz daha söz edilmeye değer yanları bulunan bu zatı-ı muhteremi önümüzdeki haftalarda konu edinmek iyi olabilir. Ama şimdi kalsın.

O kalsın da, söz turizmden açılmışken, kendi bakışımızı da üç beş satırla yazmadan geçmeyelim.

Yetmişli yılların ikinci yarısındaki “karşı plan” çalışmamızda turizm sözcüğünü hiç kullanmamış; bu tutumla, o sözcük ve çevresinde oluşturulan beklentilerin bizim sözlüğümüzden çıkarılmasını ima etmiş, ima etmenin ötesinde, açıkça yazıp kanıtlarımızı da belirtmiştik. Dolayısıyla, plan belgesindeki ilgili bölümün başlığında da bu sözcüğe yer vermemiş, “İşçi ve Emekçinin Tatili” başlığını yeğlemiştik. Ancak, o zaman partideki yönetici yoldaşlarımız, bu yaklaşım onlara demokrasi mücadelesinin güncel görevlerine aykırı yahut fazla radikal ya da sivri göründüğünden midir nedir, “Çalışanların Tatil Olanağı Açısından Turizm” gibi bir orta yol bulmuşlardı.

Her neyse, bir yandan mübarek bayramları turizm patronlarının sıkıntılarını hafifletmenin yolu olarak değerlendirmeyi neredeyse bir kural haline getirirken, bir yandan da gençlere bayram gelenekleriydi, namazdı, el öpmeydi, şuydu buydu muhabbetlerini eksik etmeme ikiyüzlülüğünden söz ederken, nerelere geldik…

Pek kıymetli muharrir hazretleri, sizin mürailik hususundaki şekvanız bundan ibaretse, varın halinize şükredin diyebilecek, elbet bunu daha az küf kokulu bir dille söyleyecek okurlara ise hak vermekten başka ne gelir elden!