Hüzün

Böyle insanları olmadık yerlerde görünce hüzün duyuyorum.

Önce nasıl insanlardan olduğunu anlatmalıyım; sonra da nerede gördüğümü.

Güneşin zaptını yakın saydığımız zamanlardı. Onu tanıdığımda bu zamanların biraz kötülemiş bir dilimindeydik; ancak, herkesin inancı, ısrarı yerindeydi hâlâ. Dolayısıyla, karşımızdakiler kadar, kimileyin onlardan da çok, yanımızda yöremizde bulunanlarla da kavgaya devam ediyorduk. O bize revizyonist, pasifist türünden hakaretleri eksik etmeyenlerle birlikteydi. Fakat, hakkını yemeyelim, edepli çocuktu, o tür sözleri pek ağzına almazdı.

Çok sular aktı derler ya, öyle oldu. Köprülerin altından üstünden çok sular aktı, sonra kesildi; her yer kupkuru kaldı. Pek az haber alabildim ondan; önceleri kendi halinde yaşadığına, sonraları yükseldiğine ilişkindi haberler.

Şimdi sıra, en son nerede gördüğüme geldi.

Gün ortasıydı, hiç yapmadığım bir işle uğraşırken, söz verdiğim bir marş üzerinde çalışırken bunalmıştım; neler olup bitiyor, dedikodulara bir bakalım, diye televizyonu açtım. İddialı bir kanalda onu konuşturuyorlardı. Şaha kalkmak üzere olduğunu gülünç bir ciddiyet ve zavallıca beklentilerle iddia ettikleri ekonominin hem iç hem dış ilişkilerinde “umut bağlanan” çok uluslu bir finans kuruluşunun başına getirilmişti. Pek yeniydi atama, daha koltuğuna bile oturmamıştı.

Buraya kadar şaşırtıcı bir yan yok; yükselen bir uzman mı, teknokrat mı, yönetici mi, her neyse onun için doğal sayılabilecek bir gelişme. Bununla birlikte, konuşurken kullandığı iki sözcüğe takıldım.

Bir iki güne kadar bırakmak zorunda olduğu son işini üzgün bir edayla anlatırken, “çok hoş bir kadrosu” olan o kuruluşta kısa sürede “çok şey öğrendiğini” söylüyordu. Bu “hoş” sözcüğünü yineleyip duruyordu. Sözünü ettiği kuruluş, bu ülkenin her alanda etkili ve en tehlikeli nevzuhur tekellerinden birinin bankasıydı. Demek, ablak suratına astığı sırıtkan bakışlarıyla okuma odamızdan soframıza ve cebimize kadar her yere tasallut eden bir tekelbaşı, çok hoş kadrolar oluşturabiliyormuş. Bu Farsça sözcük için sözlüklerde “güzel, iyi, tatlı” karşılıklarını bulabiliyoruz. Nasıl bir güzellik, iyilik ya da tatlılık olabilir acaba oralarda? Beş altı yıl önce yazdığım dizeleri hatırlıyorum:

o yapılar insanlar için değildir

 tadı yoktur oralarda sunulan çayların kahvelerin

 varsa bile sahtedir ve çiyanlar içindir

 o adamlar da zaten insan sayılmazlar pek

 olsa olsa çürüyen kolundan olabilirler insan soyunun

 bakma onların çalımlarına

 hiçbir örtü gizleyemez içindekilerin kofluğunu

Bir de, ikide bir, yeni görevinin kendisine “heyecan verdiğini” söylüyordu. Yazık, herhangi bir heyecanı kalmamış insan, nerelerde heyecan arıyor! Aslında, aradığı falan yok da, diline takılıveren sözler bunlar; çok eski günlerden kalmış da olabilir. Böyle derse, bir farklılık izlenimi yaratabilir belki. Seçilebilirliği artar; yaşı uygun, daha ne büyük onurlara, ne dayanılmaz heyecanlara gark olacaktır.

Çaresiz, son sözü Şair Baba’ya bırakmalı:

Koyun gibisin kardeşim,

 gocuklu celep kaldırınca sopasını

 sürüye katılıverirsin hemen

 ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Bu şiirin çok bilinen son dizelerini hatırlatmak istemiyorum; çünkü, ne “canım kardeşim” demek içimden geliyor ona, ne de herhangi bir kabahat bulacak kadar önem vermek.

Peki, hüzün ne oluyor? Anlayabilmiş değilim.  

__________________________

Not: Bir süredir görme güçlüğü çekiyorum. Geçici olacağı bildirilmekle birlikte, okumamı  ve yazmamı rahatsız edici ölçüde engelleyen bu durum yüzünden, zaten son zamanlarda sıkça yaptığım gibi, bu haftayı da boş geçmemek amacıyla eski yazılar arasında çok hızlı bir taramaya giriştim. Yukarıdaki yazıyı bundan on altı yıl önce yazmış ve yayımlamışım. O sıralarda doğanlar artık bu tür yazıları okur duruma gelmişlerdir. Daha büyük yaştakiler içindeyse bu yazıyı okumuş olanlar, büyük olasılıkla, yok denecek kadar azdır; okuyanlar arasında hatırlayabilenler de çok değildir. Ben bile bu yazıdaki kişinin kim olduğunu şu anda hatırlayamıyorum.

Bu düşüncelerin yanı sıra, burada değindiğime benzer  tiplerin hiçbir zaman eksik olmadığı bilindiğine göre, konunun kendisinin de büsbütün gündem dışı  sayılamayacağını sanıyorum. Umarım, okur dostlarım beni bağışlarlar.