Hiç Var Olmamış Sosyalizm

Kendilerine sosyalist dedikleri halde, dünyada sosyalizmin hiç gerçekleşmediğini, yirminci yüzyılda bu adla ortaya çıkan gerçekleşmelerin sosyalizmin karikatürü, çarpıtılmışı, bozulmuşu olduğunu düşünüp dile getirenlerin sayılarının az olmadığını biliyoruz. Burada “sosyalist” sözcüğünü Marksist, komünist, devrimci, ilerici, solcu sözcüklerinin, deyiş uygunsa, bir kimyasal ortalaması olarak kullandığımızı belirttikten sonra devam edelim.

Bugüne kadar hiç sosyalizm olmadıysa ya da, aynı kapıya çıkmak üzere, oldu denenler aslında sosyalizm değilse, sadece kitaplarda/kafalarda/düşlerde/hayallerde var olmuş bir “şey”den söz ediliyor demektir. Söz etmek neyse de, sadece söz etmekle kalınsa, dinlemek kulağa hoş gelebilir. Zaten, dinlemek ya da değerli vakitlerini ayırmak istemeyenler yahut hep gerçekçi kelam dinlemek alışkanlığı bulunduğundan hayale, dolayısıyla “boş laf” diye karaladıklarına kulak vermeyenler de dinlemez, olur biter. Ama, bu sosyalizm sözünü dillerine dolayanların çoğu, sadece muhabbet olsun, laf olsun torba dolsun diye konuşmuyorlar. Genellikle, insanları bir mücadeleye çağırıyorlar üstelik bunu tek başlarına da değil, topluca ve örgütlü bir biçimde yapıyorlar yaparken de girilmesi gereken mücadelenin çokça emek vermeyi, bir yığın güçlüğe ve sıkıntıya göğüs germeyi gerektirdiğini saklamıyorlar. Bu durumda, en az, şunlara benzer birtakım sorular akla gelir herhalde:

Yeryüzünde şimdiye kadar hiç gerçek olmamış bir düş uğruna kim böyle bir zahmete, sıkıntıya katlanmayı göze alsın, neden alsın? Bu sorunun şöyle bir soruyu kışkırtacağını da kabul etmek gerekiyor elbette: Yirminci yüzyılın başında ya da daha önce de öyle değil miydi? Henüz gerçekleşmemiş bir hayal değil miydi sosyalizm? O zaman, insanlar, neden ve nasıl o mücadeleye yığınlar halinde girdiler?

Bu türev sorunun yanıtı ise şuna benzeyecektir herhalde: Evet, geçmişte, insanlar hiç gerçek olmamış bir amaç uğruna uzun ve sert bir mücadele verdiler. Ama gerçek olamayacak değil, henüz gerçek olmamış bir amaçtı bu ve gerçekleştirmenin zamanı gelmişti. Zamanın geldiğine ilişkin az çok inandırıcı birçok kanıt gösteriliyordu onlara ve o insanların kendileri de, pek de bilimli, eğitimli olmasalar bile, her günkü yaşantılarına, oradaki gitgide artan ve ağırlaşan sıkıntılarına bakarak bıçağın kemiğe dayandığını görebiliyor, hiç değilse hissedebiliyorlardı. Oysa, şimdi, bu adla yaşanmış ve şöyle ya da böyle eski hayatlarına göre bir sürü farklılıkların sergilendiği gerçekleşmelerden sonra, nerdeyse kimsenin gıkı çıkmadan olup bitmiş bir yıkılış söz konusudur. İnsan yığınlarının başka türlüsü beklenemeyecek yüzeysel algılamasıyla, tablo aşağı yukarı budur. Eğer öyleyse ve yeniden önceki soruya dönülürse, gördükleri böyle bir tablodan ibaret olan aynı yığınlar, yeniden o tablonun içinde yer almayı neden ve nasıl düşünsünler?

Öte yandan, sosyalizm onların gönlünde ve aklında yer etmeye başladığında, bütün hayatları yoksulluk ve çaresizlik içinde geçmiş, öyle olmaya da devam eden emekçi yığınlara yönelen dinlerin ve din propagandacılarının yüzlerce yıldır sözünü edip durdukları “cennet”e benzer bir vaat söz konusuydu sanki. Gerçi, cennet de hiç gerçek olmamıştı ama, zaten onu vaat edenler bambaşka bir kurguyla karşılarına çıkıyor ve cennetin ancak bu dünyadaki hayat sona erdikten sonra gerçek olacağını, dolayısıyla bu dünyada yaşanamayacağını açık açık dile getiriyorlardı. Oysa, ötekiler, öyle bir cennetin var olamayacağını söylüyor ya da bu konuya hiç girmeksizin, konuşulması gerekenin herkesin gerçekten yaşamakta olduğu yeryüzündeki hayat olduğunu söylüyor, kimileyin de dinlerin yarattığı o kavrama da göndermede bulunarak, cenneti yeryüzünde kurmaktan dem vuruyorlardı. Bu durumda, sosyalizmin yeryüzünde ortaya çıkmış olması hem müthiş bir imkân hem büyük bir tehdit oldu. İmkândı çünkü, öngörülen, hayal edilen iyiliklerin ve güzelliklerin kitaplarda, sözlerde, düşlerde kalması sona ermiş ve hepsi ete kemiğe bürünmüştü, hepsi olmasa bile bir bölümü gerçekleşmekteydi, ötekiler de gerçekleşme yoluna girmiş yahut girmek üzereydi. Aynı zamanda ciddi bir tehditti bu yeni durum çünkü, yeryüzündeki cennette somut olarak gerçekleşenler ile öteki dünyanın cennetini karşılaştırmak gündeme gelebilecekti artık. Öteki dünyanın cenneti için söylenenlerde bir yenilik yoktu ayrıca, yenilik olmasına gerek de yoktu. Üstelik, insanlar, yüzyıllardır sunulan çerçevede kalarak, hatta onun biraz dışına da çıkarak hayal edebilirler, er geç yaşayacakları vaat edilenlere ilişkin ayrıntıları zenginleştirebilirlerdi. Bu eşi benzeri yaşanmamış hayat vaadi, ölüm gerçeği ve korkusu ile birlikte sunulduğundan, hiçbir propaganda yetkinliğinin kolay kolay ulaşamayacağı bir etkiye sahip olabiliyordu. Oysa, yaşanmakta olan dünyada ortaya çıkmış bulunan cennette bir sürü aksaklıklar oldu, öngörülenlerle gerçekleşenler arasında şu ya da bu ölçüde farklılıklar meydana geldi ve bunların tümü de gerçek dünyada olup bittiği için görmek ve göstermek imkânı doğdu. Üstüne üstlük, eski dünyanın hâlâ varlıklarını ve güçlerini koruyan egemenleri, bu gösterme işini pek çok araçtan yararlanarak çarpıtılmış ve abartılmış biçimde yapabildiler. Hatta, bu çarpık anlatı ve gösteri aleminde, bırakalım dinlerin cennetini, gerçek olan kendi köhnemiş sömürü ve baskı dünyalarını bile daha güzel, hiç değilse, daha katlanılabilir olarak gösterebildiler.

Daha fazla uzatmadan, akla takılabilecek bağlantılı sorulara gelelim: Sosyalizmin bir türlü yeryüzüne inmeyişi onu cennet kadar kuşkular üstü ve istenilir mi kılıyor? Yaşanan ya da gözle görülüp irdelenebilen, “reel” bir sosyalizmin var olmayışı, sosyalizm üzerine konuşurken rahat etmeyi, daha doğrusu, endazesiz atmayı kolaylaştırıyor mu yoksa? Bu yüzden mi, ne geçmişte sosyalizm gerçek oldu, ne de şimdi var, demenin bönlüğü bir şehvete dönüşebiliyor?

Bu satırların yazarı tarafından biraz da kasıtlı olarak karıştırılmış bu tür sorular ve soru kışkırtıcıları, emekçilerin kafasında yer etmiyor olabilir mi? Burada sözünü ettiğimiz sıradan bir emekçi değilse hele sözgelimi, Brecht’in ünlü şiirinin başlığındaki gibi “okumuş bir emekçi” ise…

Sözü getirip bağlamak istediğim yere geldim sayılır.

Dünyada sosyalizm daha hiç gerçek olmadı demek, geçen yüzyıl olanları sosyalizmle herhangi bir biçimde bağdaştırmamak, eskiden de şimdi de, sosyalizmi birincil amaç olarak belirlemiş bir mücadeleyle ciddiye alınabilir bir ilgisi bulunmamanın göstergesidir. Düşünülmeye, yazılıp söylenmeye, uğrunda mücadele edilmeye başlanmasının üzerinden birkaç yüzyıl geçmiş olmasına rağmen hiçbir biçimde gerçekleşememiş hiç gözle görülür elle tutulur olamamış bir hedefe ulaşmak için mücadele etmeyi, hiçbir siyasal akım ya da siyasetçiler topluğu, kendi var oluş nedeni olarak ileri süremez. Sürecek olursa da, milyonlarca gerçek emekçinin, olsa olsa, çok önemsiz bir bölümünün dikkat ve ilgisini, çok daha da azının katılımını sağlayabilir ancak. Dolayısıyla, sosyalizm hiç yaşanmadı diyenlerin, fikir kulüpleri oluşturmaları, atışmalara, hatta ilgiye değer fikir mücadelelerine girmeleri mümkün olabilir de, siyasetle uğraşmaları, başka bir anlatımla, sınıf mücadelesi yürütebilmeleri, iktidarı alıp yeni bir dünya kurmaya girişmeleri mümkün değildir.

Bugüne kadar sosyalizm hiç kitapların kuruluğundan çıkıp insanların hayatına can vermediyse, hiç var olmadıysa, sosyalizm inancını saklı tutmalarına rağmen böyle sananlara geçmiş olsun, bundan sonra da hiç var olmayacak demektir.

Yalnız, şunu da eklemeden olmaz:

Epeydir, geçen yüzyıldan bu açıdan da farklı bir zamanda yaşıyoruz. Yüz binlerce emekçinin yeryüzünün her yanında uğrunda mücadele ettikleri, çok daha büyük emekçi yığınlarını da peşlerinden sürükleyerek bir biçimde ortaya çıkardıkları “sosyalizm” yoktur artık. Üstelik, bu yok oluşta ya da, daha tumturaklı deyişle, sahneden çekilişte, o emekçilerin pek büyük sayılmayacak bir bölümünün etkin katılımının, gerçekten büyük bir bölümününse sessizlik ya da edilginlik diye adlandırılabilecek biçimdeki dolaylı katkılarının rolü olmuştur.

Geçen yüzyıldaki sosyalizmde yetersizlikler, eksikler, yanlışlar vardı o yüzden kısa ömürlü oldu demekle iş bitmiyor. Nelerin, hangi nedenlerle eksik ve yetersiz yapıldığının geri çekilme türü teskin edici deyişlerle örtülemeyen çöküşün nasıl ve birbiriyle ilişkili hangi iç/dış dinamiklerin etkisi altında gerçekleştiğinin geçiştirme izlenimi yaratmayacak bir bütünsellikle anlaşılıp anlatılması, iki nedenle büyük önem taşımaktadır. Birincisi, bu yapılamazsa, ileride aynı yanlışları yinelemeyi önlemek çok zor olur. İkincisi ve şu anda daha önemlisi, yığınlarla emekçinin zihninde çuvallamış ve çaresizce silinip gitmiş bir sosyalizm imgesi öylece durursa, onları yeniden o bayrakla mücadeleye kazanmak nasıl mümkün olabilir?