Emekçi halkın gündemi demek daha doğru; sözünü edeceğimiz o çünkü. Memlekette yaşayan halkın emekçi olmayan kesimlerinin de gündemi var elbet; ama onlar bizi ilgilendirmiyor. İlgilendirse de olup biteni anlamak bakımından konu edindiğimiz oluyor; sadece o kadar. Yoksa, hiçbir zaman aynı gemide değiliz.
Emekçi halkın gündeminde birinci maddeyi yaşamayı sürdürebilmenin git gide zorlaşması oluşturuyor. İşsizliğin gizlenemeyecek ölçüde arttığı, iş bulup çalışabilenlerin gerçek ücretleri kabul edilemez oranlarda düşerken zorunlu geçim araçlarının fiyatlarının gülünç düzeylerdeki istatistik oyunlarıyla örtülemeyecek kadar yükseldiği, kısacası sömürünün dayanılmaz boyutlara ulaştığı bir hayata katlanmaya zorlanan çok büyük kitlelerin yaşadığı bir ülkeye işaret ediyor bütün göstergeler.
Halkın gündeminin başında bu vardır. Uzun söze gerek kalmadan, dünya emekçilerinin başöğretmenlerinden birinin, büyük yoldaşının mezarı başında konuşurken söylediklerini hatırlamak yeterli olacak:
“İnsanlık her şeyden önce, siyaset, bilim, din, sanat, vb. ile uğraşmadan önce, yemek ve içmek, barınak ve giyecek sahibi olmak zorundadır.”
Tarihsel materyalizm dediğimiz, kimilerinin “tarihin materyalist yorumu” diye andıkları bakışın emekçi insanlığa kazandırdığı, şaşmazlığı her gün kanıtlanan pusulanın gösterdiği budur.
Ama hepsi bu kadar, değil. Halkımız bir yandan yiyecek, içecek, barınak ve giyecek bulamadan, bulduğu kadarıyla yaşamaya çabalarken, bir yandan da amansız muhaliflerin yoğun propagandalarının etkisi altında kalmaktadır. Onlardan istenen, bütün o yoksunluk ve yoksulluğun, bilgisiz ve beceriksiz bir damat ile onun dediğim dedik kayınpederinden kaynaklandığına, onlardan kurtulmakla “her şeyin çok güzel olacağına” inanmalarıdır.
Ülkemizin bugünkü durumunda, emekçi halkın gündeminde ilk sıralarda yer alan sorunlardan birinin de savaş olduğu düşünülebilir. Böyle bir düşünceyi, küçük denebilecek bir düzeltme ile, kabul etmek mümkün görünüyor.
Şöyle bir düzeltmeden söz ediyorum: Savaş, bir yandan sürmekle birlikte, henüz halkın her günkü hayatında kavranabilecek boyutlara ulaşmış değildir. Savaşın emekçilerin çoktandır yaşadıkları, ama daha tümüyle anlayamadıkları bir uzantısı ise apaçık ortadadır ve onları alabildiğine rahatsız etmektedir, rahatsızlığın çok ötesinde canlarını yakmaktadır. Bu uzantı, bir araya getirildiklerinde ülkenin üçüncü büyük kenti olacak nüfus büyüklüğüne ulaşmış bulunan göçmenlerdir. İş bulamamaktan ücretlerin düşmesine asayişsizlikten “ahlakın bozulması”na kadar birçok musibetin Suriye’den gelenlerin başının altından çıktığı yolundaki tehlikeli düşünceler, Türkiyeli emekçiler arasında yayılmaktadır. “Tehlikeli” demek gerekiyor; çünkü, bunların pek uzak olmayan bir gelecekte yok yoksul emekçilerin birbirlerine girdikleri görüntülere dönüşmesi şaşırtıcı olmayacak. Bütün bunlara, bir de, daha birkaç gün önce Bursa İnegöl’de ele geçirilen türden katillerin ve benzerlerinin yaratabilecekleri tedhiş eylemleri eklenecek olursa, tablonun daha da vahimleşmesi doğaldır.
Suriye’de sürmekte olan savaşın farklı derecelerdeki çıldırmalarla ve/veya gayet rasyonel görünen adımlarla kızışıp süreklilik kazanması ise, kuşkusuz, emekçilerin gündeminde köklü yer değişikliklerine yol açabilecektir.
Yıllardır işaret edip durduğumuz toplumsal hayatın bütün alanlarındaki çürüme de göz atmaya çalıştığımız gündemin inanılması güç boyutlarda ağırlaşmış sorunları arasında yer alıyor. O kadar ki, çürük kokusunun insanın koku alma duyusunun dayanma sınırlarını çoktan aştığını söylemekte bir sakınca görünmüyor. Bir çürüme ve çürütme yarışı başlatılmış sanki. Bu yarışta bir zamanlar hukuk, adalet türü sözcüklerle anlatılan alan başı çekiyor. Çok eskiden, ilericiler, solcular arasında “burjuva legalitesi”nden söz edilirdi. İleri düzeylere ulaşmış zorbalıklar, haksızlıklar, kural tanımazlıklar karşısında o legalitenin bu kadarına izin veremeyeceği, tehlikesinden dem vurulan bir olasılığın ona takılıp gerçekleşmeyeceği falan söylenirdi. Artık bütün bunlar, söylem düzeyinde bile, gerçeklikten uzaklaşma bir yana, düpedüz komik olmanın belirtisine dönüşmüş durumda.
Belki bir de ülke gündeminde öne çıkarılmaya çalışılan, ama halkın gündeminde yer bulması saçmalık olacak bir iki başlığa değinilebilir.
Bunlardan biri şu “siyasi ayak” konusu. Sözü hiç uzatmadan konuyu anlatmak bakımından bu sözü son hararetli atışmalardan önce ilk ortaya atanın kim olduğunu hatırlamak yarar sağlayabilir. O kişi, eski otomobil ve tespih meraklısı, hâlâ etkili bir politikacı olabilmesi bizim güzel ve mahzun ülkemizin şaşkınlık veren garabetlerinden biri olan ve, o yerinde saptamayla, “koalisyonun küçük ortağı”nın başındaki zattır. Ama hiçbir kayıkçı dövüşü, hem hain, hem darbe, hem teşebbüs olarak resmi tarihe kaydedilmiş “şey”in iktidar koalisyonunun sabık ve sakıt, Türkçesini de yazalım, eski ve düşük ortağının marifeti olduğu ve o ortak ile düzenin bütün aktörlerinin değişen ölçülerde bağlantı kurmuş bulunduğu gerçeğini değiştirmez.
Özellikle aman vermez muhalifler tarafından gündeme sokuşturulmaya çalışılan ikinci bir başlık, daha doğrusu, sahte kurtuluş reçetesi, parlamenter sisteme dönüş’tür. Bunun başına eksikleri giderilmiş, güçlendirilmiş türünden ekler yapmak çözüm formülünü iyiden iyiye benzersiz kılarken, izleyenleri daha da coşturmakta mıdır, nedir? Coşkunun doruğuna varmış izleyiciler ve destekçilerle bu emsalsiz çözümün mucitlerinin hep birlikte neler yapabileceklerini göreceğiz, diyemiyorum; çünkü, herhangi bir şey yapamayacakları gün gibi ortada. İcatçılıkta ne kadar ileri gitseler, bit pazarına nur yağdıramazlar. Dağarcıklarında umut ve heyecan yaratabilecek bir kırıntı bile kalmamıştır.
Son olarak, Alpaslan Savaş’ın dünkü yazısıyla hatırlattığı, birleşmiş demokratlar konusunu atlamak olmaz. DİSK’in Genel Kurul kürsüsünde dile getirilen sloganı eksiksiz aktarırsak, şöyle: “Dünyanın bütün demokratları birleşiniz!” Üstelik, Marx’ın adı verilerek Manifesto’nun sonundaki dünyanın bütün işçilerine yönelik çağrının eskidiği ileri sürülmüş ve sosyal’i kesilmiş “aslan” demokratlar birleşmeye çağrılmıştı.
Şunları yazmış Alpaslan:
“Şimdi anlaşılıyor ki herkese demokrat denilebiliyor. Muhafazakârı, milliyetçisi, mukaddesatçısı, liberali, radikali… Adlı adınca bir cephe kurulmuş, orada tüm demokratlar buluşmuş. Bir bakıyorsunuz Kudüs mitingindeler, bir bakıyorsunuz DİSK kongresinde… Bazen bir AKP eskisinden Cumhurbaşkanı adayı çıkarma peşindeler, bazen de yeni parti kuran bir başka eskiden ittifak.”
Ne demeli, hayırlı uğurlu olsun, Allah yollarını açık etsin!
Bize de işimize bakmak düşüyor: Emekçi halkın gündemini, bir yandan, her boydan ve her soydan düzen saldırısından korumak, bir yandan da, orada mutlaka bulunması gerekenlerden yoksun bırakmamak…
Bütün devrimci ajit-prop çalışmalarının yol gösterici ilkelerinden biri bu olmalıdır.
Not: Bir süre yazamayacağım. Beni bağışlamaları dileğiyle dost okurlara duyuruyorum. Yeniden yazabilmek umuduyla…