Halk ne zaman kendini yönetebilir?

Başlarken, bir an için, toplumsal sınıfların var olmadığını kabul edelim ve yıkılmış, yerle yeksan olmuş cumhuriyetin safiyane sloganındakine benzer, “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” olduğumuzu varsayalım.

Bu cümlede kullanılan bazı sözcük ve deyişlere birtakım itirazların gelmesi doğaldır.

Kullanılış sırasıyla gidersek, birincisi, cumhuriyetin yıkılıp yerle yeksan olmasına karşı olacaktır.  Cumhuriyetin, onun ürünü olan halk yönetiminin/iktidarının  birçok bakımdan yıkılmış görünse de henüz yerle bir olmadığını söyleyenler çıkacaktır; yıkılmadığını ve asla yıkılamayacağına inanmak isteyenler çok sayıda olmakla birlikte, bunu açıkça söyleyebilenler  sayıca ihmal edilebilecek kadar az olsa gerektir. Bu itiraza itiraz etmiyorum; kendim şu yerle yeksan deyişinin anlattığına katılsam da, buna itirazı eylemli bir karşı duruşa işaret ediyor, onu haber veriyor olabilir düşüncesiyle irdelemeye girişmiyorum.

İtirazların ikincisi, yüksek olasılıkla, yazımızın ilk cümlesindeki “safiyane” sözcüğüne yönelecek ve bunun hiç de saflıkla, masumlukla anlatılamayacak kadar bilinçli bir yaklaşım, dolayısıyla onun ürünü bir slogan olduğunu ileri sürecektir. Benim düşüncem de bu yönde olmakla, bu cumhuriyetin bir işçi-emekçi cumhuriyetine  yönelmenin zaman ve zemin açısından birtakım imkânların bulunduğu bir dönemde o yönelişe önceden, ideolojik bir engel çekmek amacıyla üretildiğini düşünmekle birlikte, yine de itiraz edebileceklere karşı çıkmıyorum. Karşı çıkmıyorum; çünkü, asıl varmak istediğim nokta, bizdeki halk iktidarı/yönetimi, başka bir deyişle, demokrasinin yıkılışı, çöküşü ya da sarsılışı değil. Şu andaki derdim, tarih ve coğrafya farklılıklarını görece önemsizleştiren  bir düzlemde tartışılmaya çalışıldığında, halk yönetimi ya da demokrasi sözcükleriyle anlatılan “şey”in nasıl ele alınıp anlamlandırılabileceği üzerinde biraz düşünmek.

Kısacası, asıl niyetim, bu sözcükle anlatılmak istenenlerin hemen herkesçe kabul edilebilecek bir ortalaması alındığında, o ortalamada var olan genel kabul görmüş özelliklerin bizim ülkemizdeki gerçekleşmelerle nereye taşındığına ilişkin çok kısa bir tartışma yapmak. Bu tartışmanın amacı ise “Bizde demokrasi mi var azizim, nerdee!” biçimindeki beylik yakınmanın değirmenine su taşımak değil, tersine, o tür yakınmaların saçmalığını kabul etmeden böyle bir yazı yazılamaz. Amaç, demokrasinin bizdekinden çok da farklı bir “şey” olmadığını, belki bazı yeni görünümlerine işaret ederek bir kez daha ileri sürmek. Ne kadar tekrar edersek, öğrenmemize o kadar yardımcı olur; öğrenmekse, değiştirmenin ilk adımıdır.

***

En baştaki varsayımı yeniden hatırlatma gereğini duyuyorum: Uzlaşmaz sınıfların bulunmadığını ya da, hiç değilse, sınıflar arasında uzun sürmüş mücadeleler sonunda belli bir güç dengesinin az çok kurulabilmiş olduğunu var sayıyoruz. Böylece, karşımızdaki tabloyu bir ölçüde sadeleştirmek, sadece olup bitenlere ilişkin bazı fotoğraflar çekmek biraz daha kolaylaşabilir.

***

Halkın yönetimini gerçekleştirmenin yalnız iki yolu olabilir; toplumun hayatını belirleyici bütün kararlar ya doğrudan doğruya halkın kendisi tarafından, ya da halkı oluşturan insanların sayısı bunu sağlamayı imkânsızlaştıracak kadar çoğalmışsa, bir biçimde belirlenecek çok daha sınırlı sayıdaki halk temsilcileri tarafından alınır. İlkine doğrudan demokrasi, ikincisine temsili demokrasi denmesi ise bir alışkanlık olmuş durumdadır.

Bu arada, “belirleyici” deyip geçtiğimiz kararların neler olduğu önemlidir, hatta belirleyici değil günlük ya da anlık kararlar da kimileyin birinciler kadar önem kazanabilir. Ayrıca, doğrudan ya da dolaylı olarak halk tarafından alınmış belirleyici kararların özüne ve sözüne uygun biçimde hayata geçirilmesi ile bu uygunluğun nasıl denetlenebileceğine, bunların doğrudan ya da dolaylı olarak halk tarafından gerçekleştirilmesinin nasıl sağlanabileceğine ilişkin sorularla yanıtları da yaşamsal önemdedir. Ancak, tartışmamızı sadeleştirip basitleştirmek açısından bunlara da değinip geçmekle yetinelim.

Geçerken, buraya kadar açıkça yazılmış ya da işaret etmekle yetinilmiş sorulardan şöyle bir sonuç çıkmış olsa gerektir: Halkın yönetimi yahut bu anlamda kullanılan sözcükle demokrasinin gerçekleşmesi, temsili olmaktan ne kadar uzaklaşıp doğrudan olmaya ne kadar yaklaştığı ile bire bir bağlantılıdır. Dolayısıyla, bu bağlamda yapılabilecek ya da yapılması gereken her şey, sözü edilen uzaklaştırma ve yaklaştırma amacına yönelik olmak durumundadır.

Temsilcilerin belirlenmesinde zor kullanma, temsilci adayları arasından kura çekme ya da onları sırayla bu göreve getirme, nihayet adaylar arasından halkın tümünün katılımıyla seçim yapmaktan başka yol olamaz. Bunlardan zor kullanma, kura çekme ve sıraya koyma yöntemleri gündem dışı olduğuna göre, geriye seçim yapma kalıyor.

Seçimin öneminin de çoğu kez gerçekte olduğundan çok daha fazla önemli gösterilmesinin de buradan kaynaklandığını ileri sürebiliriz. Genellikle, yönetim işinin çok ayrıntılı ve karmaşık olduğu, buna karşılık halkın da bu ayrıntı ve karmaşıklığın altından kalkamayacak bir uygunsuzluk ve sayısal çokluk gösterdiği türünden gerekçelerle zorunlu gösterilen temsilci seçiminin yanında, doğrudan demokrasiye daha yakın görünen halkoylamaları da zaman zaman başvurulan uygulamalar olarak eklenebilir. Bu sonuncusunu da seçim başlığı altında düşünmekte çok fazla sakınca yoktur.

Seçimin halkın yönetiminin tek değilse de ilk ve en önemli parçalarından biri olması için hemen herkesçe kabul edilebilecek iki önkoşulun sağlanması gerektiği, buradaki yazılarda daha önce birkaç kez vurgulanmıştı. Bunlardan birincisi, seçimi yapacakların, seçim yapılacak kişiler ve konularla ilgili doğru ve eksiksiz bilgiye gecikmeksizin sahip olmaları; ikincisi ise bu bilgileri anlayıp değerlendirebilecek birikimi önceden edinmiş bulunmaları ya da onların kendilerine var olan birikimlerine elverişli, ama bu kolaylaştırma kaygısıyla çarpıtılmamış biçimlerde sunulmasıdır. Bu koşulların yerine getirilmediği seçim ya da oylamalar,  halkın yönetimini gerçekleştirme anlamında zaten çok eksikli olan temsili demokrasiyi temelli çarpıtır.

İster bizim ülkemizde ister bir başka coğrafyada yapılmış ve yapılmakta olan herhangi bir seçim bu önkoşulların ne ölçüde yerine getirildiği açısından değerlendirildiğinde, temsili demokrasinin halkın yönetimini sağlamaktan çok uzak olduğu yeterince açıktır. Örnek olsun, şu son halkoylaması bu iki önkoşulu hiçbir ölçüde yerine getirmemesi bir yana, başlangıcından sonuna kadar bu tür bir niyet de söz konusu olmadan yapılıp bitirilmiştir.

Söz bir biçimde bizim ülkemize ve onun en son demokratik katkılarına geldiğine göre, birkaç saptama yapmakta yarar var.

Bir kez, yukarıda değinilen iki önkoşulun ikisi de gerçekleşmemektedir. Bunun örnekleri, hepsi 16 Nisan’daki kadar kör kör parmağım gözüne olmasa da, çok fazladır.

İkincisi, uzun yılların ve son 10-15 yılın yaşantıları en azından şu kadarını açık seçik ortaya koymuş bulunmaktadır: (a) Temsilci adaylarının belirlenmesi neredeyse halkın tümüyle dışında ve sadece üç beş kişinin iki dudağının arasındadır. (b) Temsilciliğe aday olabilmek halkın çoğunluğu için düşsel düzeydeki belli bir miktar para harcamaya bağlıdır. (c) Seçimler düzen partileri dışındaki parti ve adaylar için propaganda döneminden seçim gününe ve hemen ertesine kadar imkânların eşitsizliği içinde geçer. (d) Baskı ve engellemeler düzen karşıtı parti ve adaylar için kâğıt üzerinde yasa dışı, gerçekte ise kuraldır ve olağan sayılır. (e) Temsilcileri seçecek olan halkın-seçmenin sayısı ve ondaki artış sık sık şaşırtıcı seyirler izler, o arada, nüfus sürekli artarken seçmen sayısındaki artışlar kadar onları izleyen açıklanması çok güç azalışlar da olağan karşılanır. (f) En azından ülkenin belli yörelerinde seçmenin kime oy verip kime vermeyeceği fiziksel şiddetten gelenek-göreneklere kadar çeşitli yollarla belirlenir ve/veya etkilenir. (g) Seçmenleri oy verme davranışları bakımından üç kümede toplamak mümkün hale gelmiştir: bir, sadece tek bir oy verebilen sıradan seçmenler; iki, hiç oy veremeyen ya da istediğine oy veremeyen seçmenler; üç, istediğine ya da vermekle görevlendirildiğine oy vermekle birlikte, her biri alt sınırı birden çok, ama üst sınırı belirsiz sayıda oy kullanabilen seçmenler. (h) Bu üç kümenin sayısal açıdan birbirlerine üstünlüğünün ne kadar olduğunu bilmek hemen hemen imkânsızdır.

***

Şimdi en başa dönüp oradaki gerçekliğe uygun olmadığı besbelli varsayımı silebiliriz. Bunun için halkın “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” olmadığını, tam tersine, tarihsel ve güncel çıkarları birbirleriyle uzlaşmaz çelişkiler içindeki sınıflardan oluştuğunu hatırlamak gerekecektir. Öyleyse, halkın değil, belirli kabullerle “halk” olarak adlandırılabilecek  bir büyük toplam içindeki belli bir bölmenin, bir ya da çoğu kez ittifak halindeki birkaç toplumsal sınıfın yönetiminden söz etmek mümkündür ancak. Yukarıda değindiğimiz  “hiç değilse, sınıflar arasında uzun sürmüş mücadeleler sonunda belli bir güç dengesinin az çok kurulabilmiş olduğu” bir durumun ne kadar geçerli olabileceği ise buradaki tartışmamız açısından pek az önemlidir; büsbütün önemsiz değilse eğer. Sözü daha fazla uzatmamak için bu önemsizliğin ilk akla gelen gerekçesine değinip geçelim: Böyle bir göreli denge durumunun genellikle çok istikrarsız olduğu görülmüştür; ayrıca, en azından çeyrek yüzyıldır, bu yakıştırmayı sürdürürsek, “göreli denge”nin neredeyse bir “mutlak dengesizliğe” dönüşmesi yaşanmaktadır.

Demek, halkın yönetiminden söz edebilmek, ancak, halk içindeki aralarında uzlaşmaz çelişkiler bulunan sınıfların ortadan kalkması ile mümkün olacaktır. Bunun adının sosyalizm olduğunu biliyoruz. Madem halkın yönetimi diye tutturduk gidiyoruz, bunun eksiksiz gerçekleşmesinin ise bütün toplumsal sınıfların ortadan kalkışını, halkın gerçekten “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle”ye dönüşmesini, başka bir anlatımla, sosyalizmin en ileri aşamasını bekleyeceğini de ekleyelim. İşte o zaman, bir yandan halkın eksiksiz olarak elde edeceği bilgileri gereğince değerlendirerek seçimlerini yapması ve böylece belirleyeceği temsilcileri eliyle yönetim işlerinin tümünü değil bazılarını gerçekleştirmesi, bu sırada gerekli denetim işlevlerinin yürütülmesini sağlarken, seçtiği temsilcilerinden görevlerini yerine getirmekte yetersiz kalanları bir sonraki seçimi beklemeden geri çağırabilmesi mümkün olacak; öte yandan, halkın kendisinin yönetim işlerinin geri kalanını ve git gide tümünü doğrudan üstlenebilmesini sağlayacak yol ve yöntemler geliştirilip uygulamaya geçirilecektir.