Günün Modasından Konuşmak

Fena olmaz.

Hele, iki hafta üst üste pek ağır konulara girdikten, bu arada ister istemez bugünlerde olup biteni ihmal ettikten sonra.

Bu yazacaklarım, bir tür öykü olarak okunabilir. Ama, buna eskilerin “aynıyla vaki” dedikleri türden, daha yeni söyleyişle “yaşanmış bir öykü” demek gerekiyor. Konuya gelince, başlık yeterince ipucu vermiş olmalı. Kadın cinsinin örtünme zorunluluğu üzerine konuşuyordu o çocuklar. Bundan başka bir moda var mı şu sıralarda?

Geçenlerde, kentin merkezine doğru bir yolculuk yapıyorum. Genellikle olduğu gibi, otobüsle. Yıllardır hayatımızın içine soktular, halk otobüsü deniliyor sayıları epeyce fazla olduğu için, yarayışlı yanları var, duraklarda bekleme süreleri çok uzun olmuyor. “Halk” olarak koyunlara benzer biçimde taşınmaya sonsuz derecede alışmış olduğumuzdan, şikayet etmeden gidip geliyoruz. Hele benim gibi ilk duraktan binme şansı olanlar için istediğin yeri seçip oturabilme imkânı da var. Bu kez, o ikisi gidiş yönünde ikisi ters yönde karşı karşıya yerleştirilmiş karşılıklı dört koltuktan birine, gidiş yönüne bakan ve pencere yanındaki koltuğa oturmuştum. Mahalle aralarındaki beş altı duraktan sonra, kuruluşu çok da yeni sayılamayacak özel üniversitelerin birinin karşısındaki durakta duruyoruz. Bir öğrenci kalabalığı doluşuyor otobüse.

Zaten bu koltuğu seçişim de boşuna değildi. Bugün biraz bakınalım, ne var ne yok, ahali ne alemde havasındaydım. Canım çok sıkkın olduğunda, tekli koltuklardan birini seçerim tekli yoksa, yanıma kimsenin gelmeyeceği, gelirse de olabilecek en geç zamanda geleceği koltuğu bulur, otururum. Bunun bir uzmanlık gerektirip gerektirmediği sorusu yersizdir çünkü, öyle olduğu besbelli: Bomboş bir kent içi yolcu otobüsünde nerenin önce, nerenin en son dolacağını nasıl edip de kestireceksin? Ancak, bu uzmanlığın bir okulu yoktur yıllarca o yolculuklar yapıldıkça edinilir.

Karşıma iki çocuk gelip oturdular bir kız, bir oğlan. Kız pencere kenarına, dolayısıyla benim karşıma, oğlan da onun yanına oturdu. Kız, hırpani denebilecek kadar rahat giyimli, rahat tavırlı, ama çok ölçülü. Oğlan, o da hırpani sayılır, gür denemeyecek sakalını birkaç gündür kesmemiş kıza göre daha da edepli, hem çevreye hem kıza karşı ama, biraz çekingen görünüyor. “Kıza asılıyor mu?” sorusu takılıyor hemen. Hayır, tam öyle bir hali yok ama, hiç değilse bir gönül kaymasının başlamış olduğu sezilebiliyor.

İçeriyle dışarının, kimileyin birbirinin yerine geçen kimileyin birbirine eklenen gürültüsü izin verdikçe, kulak kabartıyorum. Söz, günün hem moda, hem netameli konusuna geliyor. Belki de, durakta otobüs beklerken de onu konuşuyorlardı.

- Nerelerin örtülmesi gerekiyormuş? diye soruyor kız.

- İşte, boyun falan. Saçları biliyorsun zaten.

- Yani, Kuran’da mı yazıyormuş?

- Evet, Kuranı Kerim’de anlatılıyor.

Kız, Kuran diyor oğlan, her defasında Kuranı Kerim diyor ve “Kuranı” derken ortadaki “ra” hecesini iyice uzatarak söylüyor.

- Bana saçma geliyor. Zaten ben hep sorgularım, hemen kabullenemem öyle.

- Bilmem ki, bu konular biraz… Nasıl desem… Sorgulamaya falan gelmiyor pek… İnanmak lazım, yani inanıyorsan…

- İyi de, erkeklere hakaret gibi… Saçını görünce şey mi oluyorsunuz siz?

İçerideki gürültü çok hafifleyince susuyorlar. Ben pencereden dışarıları seyrediyor havalardayım zaten. Ara sıra, konuşmaları hararetlendiğinde, çaktırmadan bakıyorum. Kız git gide rahatlamış. Oğlan biraz tedirgin. Anlatsın mı anlatmasın mı, bilemiyor sanki. Nasıl anlatacağını da pek bilemediği anlaşılıyor.

- Hayır, hakaret değil de, ne bileyim, öyle yazıyor işte. Hem başka birçok şeyi de önceden şey etmiş…

- Ne demek?

- Bugün bilinen şeyleri taa o zamandan haber vermiş.

- Yok canım! Ne gibi?

Oğlanın söyledikleri duyulmaz oluyor hem içerideki gürültü çoğaldı, hem dışarıdaki trafik…Ama onlar besbelli konuşmaya devam ediyorlar. İşitemiyorum. Derken, trafik duruyor. Gürültü azalıyor.

- Aslında ben agnostik’im, diye devam ediyor kız. Oğlan gülüyor, yanlış bir söz söylemiş gibi bakıyor kıza, “bu lafı da nerden uydurdun” dercesine.

- Duymadın mı hiç? Agnostik işte… Bunların bilinemeyeceğini düşünenlere denir.

- Yok, bence öyle değil. Biliyor işte, bir bilen var.

Ardından, okula, derslere geçiyorlar. Matematik okudukları anlaşılıyor. Yok, bu kadarı biraz haksızlık olur, Matematik Bölümünde kayıtlı demek, daha doğru. Oğlan daha büyük sınıftan olmalı. Kıza soruyor:

- Nasıl buldun bölümü?

- Yoo, ben memnunum geldiğime. Hem bilgisayar dilleri falan da öğrenicez. Büyük şirketlerde iş buluruz.

- Olmasa da bankalar falan var.

- Evet.

Haydi bakalım, hayırlısı! Hem, ne diyebiliriz, kısmetiniz bol olsun!

Ben ineceğim durağa geldim. Birtakım grekoromen hareketleri ile kapıya doğru yaklaşmalı.

Biraz sonra buluşacağım çocuk, üniversiteyi bitireli birkaç yıl olmuş. O bunlardan farklı serbest zaman, boş zaman, kapitalizm, sosyalizm, bunlara kafa yormaya çalışıyor. İki satır konuşacağız.

Bense bizim odacımızı, inceltilmiş eski deyişle müstahdem Muhsin Efendi’yi hatırlıyorum bir kez daha… Yıllar önce, seçmenlerin ezici çoğunluğunun evet oyunu alışının üzerinden epey zaman geçmişken, Kenan Evren’in yüzlerce tarihi ziyaretinden birine tanık olmuş ve sokağa girmekte zorlanan upuzun makam otomobiline manevra yaptıranlara, önünde arkasında koşuşturanlara, hareket halindeki araçlardan aynı anda zıplayarak atlayan özel eğitimli korumalarına, çatılarda mevzilenmiş keskin nişancılara, pencerelerden sarkıp zatıalilerine alkış tutan ahaliye bakmış bakmış sonra da yüksek sesle söylenmişti:

“Hay çeşit çeşit kullarını sevdiğim Allah!”

Nereden aklıma geldi yine, böyle çeşit çeşit kullar var işte, ondan olmalı. Yoksa o otobüstekiler, biraz, biraz da değil, çok şaşkın olsalar bile, basbayağı sevimli çocuklardı.