Oysa, sosyalizmi bilinen ve henüz bilinmeyen her yolu deneyerek anlatmadan, bunu yaparken şu anlatmak sözcüğünün yetersizliğini de aşmadan, altından kalkılabilecek bir görev kalmamıştır.
Gündemin başındaki eski bir görev
Mesut Odman
Bazı görevler, çok uzun süreler geçse de, gündemden düşmez. İçlerinden biri ya da birkaçı ise sadece gündemde yer almakla kalmaz, her zaman ilk sırada bulunmayı sürdürür. Onların gündemden düşmesi, gündem tümüyle yenilenmeden gerçekleşmez.
“Dünya görüşü” deyimi, terim demek daha doğru belki, geçen yüzyılda kaldı. Artık onu kullanan yok değilse de, kullananların sayısı epeyce azaldı. Pek az kimse kendi dünya görüşünden söz ediyor; söylediğinin, yazıp çizdiğinin, yapıp ettiğinin o dünya görüşünün ürünü olduğunu ya da onun esiniyle ortaya konduğunu belirtiyor. Bununla bağlantılı olarak, karşıtlarının söylediklerine saldırırken onların dünya görüşünden söz etme, o çerçevede saldırma gereğini duyanların sayısı da bir o kadar azalmış durumda.
Böyle bir durumun ortaya çıkışında, sosyalizmin kaybettiği muharebenin önemli bir etkisinin olduğunu düşünmekte bir yanlışlık görmüyorum. Her konuda söylenecek sözü az çok belirleyen, belirleyen denemese bile, önemli ölçüde etkileyen bir bütünlüklü bakış açısının gerekli olduğunu ısrarla savunan, sosyalizm olmuştur çünkü. Sosyalist dünya görüşü bunu ileri sürmüştür. Onun savunduğu, “insanlığın kurtuluşu” olarak ileri sürdüğü bir toplumsal-iktisadi düzen olarak sosyalizmin muharebeyi kaybedip hiç de düzenli olmayan bir biçimde geri çekilişi, hatta basbayağı perişan ricatı ise bunu izleyen bütünsel yenilginin temeli olmuştur. Bir toplumsal-iktisadi düzen olarak sosyalizmin muharebeyi kaybetmesi, o “perişan ricat” dediğim geri çekilişin habercisi, tetikleyicisi, hızlandırıcısı olmuştur da denilebilir. Bu cümledeki belirtip geçtiğimiz üç saptamanın ve eklenebilecek benzerlerinin her biri ayrı tartışmaları kışkırtıcı olduğu kadar o tartışmaların yönünü de belirleyici niteliktedir. Bununla birlikte, hiçbirinin bir kenara atılabilecek kadar ciddi yanlışlıklar barındırmadığını söylemekte sakınca yoktur.
Bu toplumsal/siyasal yenilginin dünya görüşlerinin öneminin silikleşmesindeki başat rolünü tartışmamakla birlikte, o yenilgiden önce var olup ondan sonra güçlenerek sürüp giden bir ideolojik saldırının yıkıcı etkilerini de ihmal etmemek gerekir. Emperyalizmin son döneminin, başka anlatımlarla küreselleşmenin/ globalleşmenin ya da global/küresel kapitalizmin dünya görüşü demekle, hiç değilse bu kısa yazı çerçevesinde ciddi bir hata yapmış olmayacağımız post-modernizm, bu açıdan önemli bir katkı sağlamıştır. Onun ün kazandırdığı “büyük anlatıların sonunun geldiği” iddiası, güç ve yaygınlık kazanarak eskiden, sosyalizmin egemen olduğu yüzyılda önem verilen dünya görüşlerini, bir dünya görüşüne sahip olmayı, bir dünya görüşünün penceresinden bakmayı önemsizleştirmiştir. Zamanın ruhuna daha uygun deyişler kullanacak olursak, belki bu iddia da dahil olmak üzere, herhangi bir “şey”e önem vermenin kendisini önemsiz ve/veya değersiz kılmıştır; böyle bir sonuca katkıda bulunmuştur.
Bu kadar önemsiz bir “şey”in böylesine önemli bir etkiye yol açmasında, örnek olsun, “Batı Marksizmi”nin mi en az kendi coğrafyasındaki toplumsal/siyasal yenilgi kadar hüzün verici bir yenilgiye uğramış “Sovyet Marksizmi”nin mi daha büyük pay sahibi olduğu, hangisinin daha kötü çuvalladığı ise galip ilan edilen kim olursa olsun kimsenin tatmin olmayacağı bir münazaranın konusu olabilir.
Genç kuşaklar için bu “münazara” denilenin ne olduğuna ilişkin birkaç satırlık bir açıklamadan sonra devam etmekte yarar var.
Sözcüğün anlamı araştırıldığında, belli bir konuda önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde tartışma, biçimindeki ya da buna benzer bir açıklamaya ulaşılabilecektir. Bizim lise çağlarımızda, altmışlı yılların ortalarına doğru çok yaygındı. Bizden önceki kuşağın üniversite öğrenciliği döneminde de öyle olduğunu işitmiş, dinlemişizdir. Tartışmacıların ve izleyenlerin düşünce oluşturma, düşüncelerini temellendirme ve konuşarak inandırma yeteneklerini geliştirici olduğunu kabul etmekle birlikte, daha çok, “yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan” yollu çaresiz ikilemleri ortaya atıp katılımcıların “herkes haklı” sonucuna ulaşmalarına ve, varsayılan amacından daha çok, demagog yetiştirmeye hizmet eden bir tarzda kullanıldığını, kendi yaşantılarıma dayanarak söyleyebilirim.
Şimdi, büyük dünya görüşlerinden ve onların sayısından söz eden, yine geçmişte kalmış bir yazıya değinebiliriz. Uzun yazı ya da kitapçık da denebilecek bu metin, ilk kez 1965 yılında dilimize çevrilip “Sosyalist Dünya Görüşü” adıyla yayımlanmıştı. Belleğim beni yanıltmıyorsa 2009 yılının başlarında yeni bir çevirisi daha çıktı. Felsefe, sosyoloji, siyaset alanlarında kafa yormuş, uzunca bir süre Fransız Komünist Partisi üyeliğinin ardından 1958’de partiden çıkarılmış ve, 1978’den sonra yeniden yakın ilişkiler kurmakla birlikte, 90 yaşında öldüğü 1991 yılına kadar geri dönmemiş olan Henri Lefebvre idi yazarı. Oradaki bir değerlendirmeyi eğip bükerek bu yazıyı sürdürmek niyetindeyim. Lefebvre, büyük dünya görüşlerinin sayısının üç olduğunu ve bir dördüncüsünün bulunmadığını yazıyordu. Bunlar, onun adlandırmalarıyla, Hıristiyan, bireyci ve Marksist dünya görüşleri idi.
Biraz ya da çokça şematize etmek pahasına, başlangıç olarak, ilkinin soylular sınıfına ve kapitalizm öncesine, ikincisinin burjuvaziye ve kapitalist-emperyalist döneme, üçüncüsünün ise işçi sınıfına ve sosyalizme karşılık geldiğini söyleyebiliriz.
Şimdi, buradan hareketle, biraz fikir jimnastiği yapılabilir.
Bunlardan ilkini, biraz daha genellik, kapsayıcılık katmak için “Hıristiyan” yerine dinsel ya da dinci dünya görüşü diye değiştirebiliriz. Öyle ya, Hıristiyanlık ile, örneğin, İslam öğretileri arasında bir çırpıda küçümsenemeyecek farklılıklar bulunmakla birlikte, her ikisinin temel önermelerinin ciddi ölçülerde benzeştiği anlaşılabilmektedir. Ayrıca, bu dünya görüşünün ikinci sırada anılan “bireyci” dünya görüşü ile bugüne kadar, tam olarak bir kaynaşıp bütünleşme olmasa bile, bir iç içe geçme süreci yaşadığını da ileri sürmek mümkün görünüyor.
Bu durumda, Lefebvre’in değerlendirmesinin bugünkü geçerliliği üzerine bir tartışmaya girmeden, en azından karşılıklı saflaşma anlamında iki taraf bulunduğu belirtilerek bir sadeleştirmeye gidilebilir: Bir yanda, birbiriyle paslaşan, yardımlaşan, hatta yer yer birbirinin içine giren dinsel/dinci dünya görüşü ile bireyci dünya görüşü vardır. Öbür yanda ise Lefebvre’in Marksizm dediği ve bunu derken bir gün bu adlandırmanın değişeceğine de işaret etmeden geçmediği, sosyalist dünya görüşü bulunmaktadır. İkincisine, sosyalist yerine komünist demenin, hiç değilse siyasal anlamda ve günümüz koşullarında, biraz daha açıklayıcı olduğu da eklenebilir.
Sözün kısası, emperyalizm, kısa sosyalizm yüzyılı olarak tarihe geçtiğini söyleyebileceğimiz yirminci yüzyılın sonunda, emekçi insanlığı ağır bir yenilgiye uğratırken, bir süre, ideolojilerin öldüğünü, büyük anlatıların anlamsızlaştığını ileri sürerek insanların akıllarını çürütmüştür. Ama, bu sürenin epeydir sonuna gelinmiş ve gezegenimizin hemen her yerinde sosyalizmin büyük anlatısının gündemin başına yerleştirilmesinin zorunlu olduğu bir döneme girilmiştir. Bu cümledeki kesinlik aşırı iyimser bulunursa, öyle bir dönemin hemen önümüzde olduğu biçiminde bir düzeltme de yapılabilir. Sosyalizmin emekçi insanlığa sunduğu, onlar için öngördüğü toplum ve hayat kurgusu, geçen yüzyılda birtakım özelliklerinin kısa bir süre ete kemiğe bürünmesi dışında yaşanmamış bir eşitlik ve özgürlük ütopyası, düşlerin ya da uzak geleceğin değil, yarının gerçekliği olarak öne çıkarılmadıkça hiçbir kayda değer değişimin mümkün olmayacağı bir dönemdir bu.
Baştan beri “yenilgi” sözcüğünün ne kadar çok kullanıldığı fark edilmiştir, sanırım. Bunun artık kanıksanmış denebilecek bir nesnelliğin yansıması olduğunu düşünenler çıkacaktır. Oysa, sosyalizmi bilinen ve henüz bilinmeyen her yolu deneyerek anlatmadan, bunu yaparken şu anlatmak sözcüğünün yetersizliğini de aşmadan, altından kalkılabilecek bir görev kalmamıştır. Yerine getirilmeyi bekleyen küçüklü büyüklü birçok görev vardır da bundan önemlisi yoktur, demek istiyorum. Bu büyük işi çoktandır kırıla döküle tüketilememişler ile yeni yetişenler ve önümüzdeki yıllarda yetişerek kavgaya katılacaklar, bu üç kuşak mücadeleci, bir arada yapmak durumundadır. Bir arada ve elbirliğiyle… Gerektiğinde anlatının içeriğini gözden geçirip geliştirici çabaları ihmal etmeden… Yazılı, sözlü ve görüntüye dayalı her türlü araç-gereci kullanarak, onların yardımıyla çok farklı niteliklerde ürünler yaratarak ve o ürünlerin tek tek insanlarla, irili ufaklı topluluklarla ve yığınlarla buluşup maddi bir güce dönüşmesini sağlayarak…