Gerçekten yeni olur mu dersin?

Kendime soruyorum bunu; yazıya dökünce de okuyacak herkese sormuş oluyorum elbette.

Aslında insanların büyük bir çoğunluğu için bildik bir soru işte. Hemen her yılın sonunda ya da başında akıllara takılır ve aynı büyük çoğunlukça benzer sözlerle yanıtlanır: Yenilik bunun neresinde, eski hamam eski tas, yine bin bir türlü dert, yine aynı eziyet, en iyi olasılıkla  kaybettiğin eşeği yeniden bulmanın sevinci…

Buna karşılık “yeni yıl” deme alışkanlığından da kimse vazgeçmez.

Son zamanlarda, son yedi sekiz yılda demek istiyorum, iki yıl arayla iki kez takılmış aklıma ve ikisinde de, nedense, şimdiki gibi eski yılın sonunda değil, yeni yılın ilk yazı gününde dillendirmişim. Biri 2009’a, öbürü 2011’e girildiğinde… Nasıl olursa yeni olur, bunun göstergeleri neler olabilir, diyerek…

Bu yazılardan, ilkine de göndermelerde bulunan ikincisinde, o yılın yeni sayılabilmesi için irdelenmesi gereken üç göstergeden söz etmişim.

İlki, sol, ama sosyalizm mücadelesi veren sol açısından, burjuvazi ve onun herhangi bir kesimi ile “suyuna gitme, işbirliği, geçici birliktelik, ittifak, vb. adlandırmalarla anılabilecek ilişkiler”le ilgili. Böyle ilişkilere girme yanılgısından tümüyle kurtulmuş olanların sol içindeki ağırlığında fark edilir bir artış olup olmadığına bakılması gerekir, demişim.

Siyasetin her şeyi belirleyen bir iktidar yönelişi olmaksızın bir oyuna, eğlenceye, her “medeni insan”a ve öylelerinin yaşadığı her eve lazım bir boş zaman uğraşına dönüşeceğinden hareketle, bu vurguyu kavramış, özümsemiş, içselleştirmiş solcuların ve onların oluşturdukları örgütlenmelerin başat konuma yükselme derecelerini ikinci gösterge olarak ileri sürmüşüm.

Üçüncü olarak da belirtilen iki özelliği taşıyan solun tek tek emekçilerle ve onların oluşturdukları büyük topluluklarla iletişim kurma, bunu siyasal iletişime ve örgütlenmeye dönüştürme becerisinin somut sonuçlar verecek düzeyde gelişmesine bakmak gerektiğini dile getirmişim. Hatta, buradaki “somut sonuçlar”ın neler olabileceğine ilişkin bazı ipuçlarına da değinmiş ve bir yandan sola sempati duyanların, bu sempatiyi eylemli bir desteğe ve katılıma dönüştürenlerin sayısındaki çoğalmadan, öte yandan,  yaptıkları her şeyi  sosyalizm için mücadelenin çıkarlarına bağımlı kılan  örgütlerin ve onların üyelerinin militanlıklarının artışından söz etmişim.

Buraya kadar özetlediklerim, hemen hemen her zaman sosyalizm mücadelesinin başarım ölçütleri arasında sayılabilir. Ancak, andığım yazılarda, biri 2009 yılındaki yerel, öbürü 2011’deki genel seçimlerle ilgili olarak, “solun birlik beraberliği” söylemlerinden etkilendiği besbelli ve sözcüğün hem saflık hem bönlük anlamlarıyla pek naif birtakım değinmelere de yer vermişim. Yeniden okuyunca, basbayağı hayret ettiğimi söylemek durumundayım.

Olabilir. Naiflik, biraz da bu alçak dünyanın çirkinliklerine karşı bir sığınak değil midir?

Buna karşılık, her iki yazıda da yinelediğim bir paragraf var; onu aktarmalıyım.

“Bütün bunlar ve benzerleri ile bunların kaynağını ya da uzantısını oluşturan gelişmelerin hiçbiri ortaya çıkmazsa, neden “yeni” olsun şu ilk birkaç gününü geride bıraktığımız yıl? Emekçi insanlar ve onların oluşturdukları çok büyük kitleler açısından yenilik falan yok demektir o zaman. Ne yeni ne şu ne bu, sadece yıllardır yaşananların belki de görünümlerinde bile en küçük bir değişiklik olmadan sürüp gidişi…”

Doğrudur; biraz, belki de biraz değil çok kötümser görünüyor. Kötümserliğine itiraz etmem, ama karamsarlığı bir adım ya da bir derece daha ilerisi olarak düşünecek olursak, o sözcüğün kullanılmasına itirazım olur. Altı yıl önceki yazıda aynı itirazı ileri sürmüş ve şu satırları yazmışım; her zaman için geçerlidir:

“İnsanoğlunun değişik uzunluklarda dilimlediği zaman bölümlerinden biri olan yılın ya da bir başka dilimin, art arda ve pek çok kez, yukarıda ileri sürdüğümüze benzer ölçütler açısından herhangi bir farklılık göstermeden yinelenmiş olması, izleyen zaman dilimlerinin de öyle olacağının karinesini oluşturmaz, öyle bir kötü işaret sayılmaz; hiç değilse, her zaman ya da genellikle öyle değildir. Tam tersine, böyle görünen, hatırı sayılır bir çoğunluğun bu tür bir yorumla ele aldığı birçok zaman diliminin hemen ardından, şaşırtıcılığı şaşıranların çoğunluğu oluşturmasından kaynaklanan, yepyeni durumların ortaya çıktığı dönemler gelebilir.”

Pekiştirme işlevi görebilecek bunca sözden sonra, 2017’nin değerlendirilmesinden hiç söz etmemek olmaz. Şu sonuna geldiğimiz mi? Ne denebilir, delip geçerek de olsa geçmiş  gitmiştir izi kalmayasıca!

Yeni gelenin ardından da böyle lanet okumamak için eskiden söyleyip buraya kadar özetlediklerimizin kabul edilebilir düzeyde gerçekleşmiş olması gerekir. Bir de, onlardan bağımsız ya da çok farklı olmasa da şunu vurgulamakta yarar var: Söyledikleri her sözün, yaptıkları her işin, attıkları her adımın sosyalizm için, onu yakınlaştırmak için yapıldığını; çünkü tek kurtuluşun bu olduğunu, bundan başkasının boş konuşma ve boşuna çaba olduğunu açıkça dillendirenlerin çoğalması, örgütlülüklerinin yetkinleşmesi ve etkilerinin artması şarttır. Bunun için de en küçüğünden en büyüğüne, en hafifinden en ağırına kadar emekçileri üzen, ezen, boğan bütün sorunların, ancak ve yalnız, sosyalizmde ortadan kaldırılabileceğini; bunlardan kurtulmanın sosyalizmi inşa etmeyi amaçlayan bir emekçi iktidarında nasıl, hangi yol ve yöntemlerle olabileceğini anlatmak, göstermek, benimsetmek, mücadelecilerin hiçbir gerekçeyle ertelenemeyecek  ödevleridir.

Önümüzdeki yılın biri insanlığın tümünü ilgilendirmesi anlamında nesnel, öbürü tek bir insanı ilgilendirmesi anlamında öznel iki büyük anlamı da bulunuyor üstelik.

Emekçi insanlık  2017’de Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin yüzüncü yıldönümünü kutlayacak. Kutlayacak dediysek, törenleri, şunları bunları kast etmiyoruz. Kimler ne kadar hakkını vererek anar, kimler geçiştirir, kimler “bir daha asla bayramı” yapar, görülecek. Asıl önemlisi, Ekim’in anlamını ve değerini bilenler açısından, yüzüncü yılın ek bir motivasyon kaynağı yaratabilecek oluşudur. Bunu söylemenin hamaset yapmakla herhangi bir ilgisinin bulunduğunu sanmıyorum.

Öte yandan, dost okurların hoşgörüsüne sığınarak, yeni yılın tek bir insanı ilgilendiren anlamını da yazmaktan kendimi alamıyorum. Bu yıl ben de örgütlü mücadele içindeki ellinci yılımı kutlayacağım. Neler yapar, nasıl kutlarım, bilinmez. Ekim’den sonraki yüz yılın ikinci yarısına  rastlayan bu yarım yüzyılın benim için de daha yaratıcı, daha üretken olma yönünde ek bir motivasyon sağlaması, dileğin ötesinde, nesnel dayanakları olan bir beklenti sayılabilir pekâlâ. Yarım yüzyıldır sürmekte olan bir inat, sadece bu kadarı, her mücadeleci gibi benim için de büyük bir onurdur. Daha büyüğü, herhalde, sosyalist toplumu kurma yolunda taş taş üstüne koymaya başlamak olurdu; ya da devrimin ilk açıklamasını milyonlara okumak yahut o milyonların arasında dinlemek…

Ancak, tam şu anda, Şair Baba’nın yazdığı geliyor aklıma, yalnız onu tekrarlayıp duruyorum: “… çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstat…”