Gecikmenin bedeli

 

Birkaç hafta önce, ne olduğu pek de kolay anlaşılamayan bir vesileyle, çok eskiden beri aklımızda bulundurduğumuz sözü hatırlatarak “Faşizm, devrimini yapamayan işçi sınıfına tarihin kestiği cezadır” demiştik. Bu sözün aslını ve ilk sahibini de ekleyerek…

Şimdi, bunu içinde açıklama gerektiren kavramların yer almasından kaynaklanan soyutluktan kurtararak ve daha gündelik bir dille tekrarlayabiliriz: Emekçiler suyun başına geçmedikçe ezilmekten kurtulamazlar.

Ama bu yazının amacı oraya geri dönmek değil, şuraya gelmek: Suyun başını tutmakta gecikmenin birçok bedeli vardır. Onlardan biri ve başlıcası, geciktikçe, yüksek olasılıkla, o işi başarmanın, iktidarı ele geçirmenin de güçleşmesidir. Daha açıkçası, geciktikçe, var olan dünyanın kurulu düzeni, suyun başına gelmesi gerekenlerin önüne yığdığı engelleri çoğaltabilir; daha da kötüsü, onları ipleri ellerine almaları o kadar da istenip özlenmeyecek duruma getiren bir dönüşümden geçirebilir. İnsanın bozulmasından, yozlaşmasından, sık kullanılan bir deyimle “insanın insanlıktan çıkmasından ya da çıkarılmasından” söz ediyorum.

Yazının ikinci bölümünde bu söylemek istediğimin bazı örneklerine yer vereceğim. Kuşkusuz, kabul edilebilir bilimsel yöntemlerle gerçekleştirilmiş bir veri toplama işi değil, yaklaşık son 10 gündür gazetelerin vurdulu kırdılı vukuatlı sayfalarından rasgele yapılmış bir derleme bu. Pek de cennetliği kalmamış vatanın her köşesine dağılmış bir yaygınlığı göstermesi bakımından olayların gerçekleştiği ili de belirteceğim.

* Mersin’de 27 yaşında bir erkek, tartıştığı eşini üzerine benzin dökerek yakıp öldürüyor. Son savunması ise şöyle: “Tartışma sırasında ‘erkeksen yakarsın’ deyince, kendimi kaybedip evi yakmak isterken o da yandı.”

* Bursa’nın bir ilçesinde, algılama güçlüğü olduğu belirtilen lise ikinci sınıf öğrencisi bir kız çocuğu, ikisi aynı okuldan öteki ikisi başka okuldan 17 yaşındaki 4 öğrencinin tecavüzüne uğruyor. Çocuklar tutuklanırken, ilgili okul müdürü ile yurtlardan sorumlu yönetici açığa alınıyor.

* İstanbul’un bir ilçesinde milyonlarca liralık bir rüşvet çarkı ortaya çıkıyor. Başlanmış ve başlanacağı açıklanmış büyük altyapı yatırımları ile ilgili olduğu belirtilen çarkın içinde yakalanan ve arananlarla birlikte 70 kişinin bulunduğu bildiriliyor: iş adamları, emlakçılar, tapu memurları, belediye başkanı yakınları…

* Daha önce Edirne’de de benzer bir olaya karışmış bir okul müdürü, bu kez Ankara’nın bir ilçesinde, öğrencilerini taciz ediyor. Sulh ceza hakimliğince önce serbest bırakılıp daha sonra tutuklanıyor.

* İzmir’in bir ilçesinde 15 yaşındaki bir lise öğrencisinin cesedi, ayağına taş bağlanmış olarak 10 metre derinliğindeki bir su kuyusunun içinde bulunuyor. Çocuğun bir öğrenci yurdunda çalışan üvey babası tarafından öldürüldüğü; katilin, üvey oğlunun annesi olan eşinin hamile olduğu öğreniliyor.

* Afyonkarahisar’da 31 yaşındaki bir adam, kendisini yatak odalarında başka bir kadınla yakalayan karısına 10 gün boyunca bedeninde sigara söndürmek dahil çeşitli işkenceler uyguluyor. Sonunda Antalya’da yaşayan kardeşinin yanına kaçmayı başaran kadın, kocasının kendisini orada da bulup rahatsız etmesi üzerine karakola şikayete gidiyor. Ancak, adam onu karakoldan dönüş yolunda yakalayıp silahıyla öldürüyor, bacanağını da ağır yaralıyor.

* Iğdır’da karayolunun sınır kapısına yakın bölümünde, güpegündüz, iki yolcu otobüsü kafa kafaya çarpışıyor; 5’i Türk, 3’ü Azeri 8 yolcu ölüyor; 28 kişi yaralanıyor. Otobüslerden birinin, her zaman iktidardakilerin ve şimdi de evet kampının en kabadayı destekçilerinden bir firmaya ait olduğu, fotoğrafta açıkça görülebiliyor.

* İzmir’in bir ilçesinde, bir işçi, aynı işyerindeki Suriyeli bir işçinin karnına diziyle bastığı bir görüntüyü facebook hesabında paylaşıyor ve yanına da “Türk’ün Suriyeliden intikamı” notunu düşüyor. İşçi hakkında “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama” suçundan soruşturma açılıyor.

* Evli ve 4 çocuklu bir öğrenci servisi şoförü, akaryakıt istasyonundan alıp yanında getirdiği benzini dökerek İstanbul’daki bir kültür merkezini kundaklıyor. Yakalandıktan sonraki ifadesinde, kültür merkezinin kurucusu “televizyondaki bir konuşmasında padişah Abdülhamit Han’ın torununa hakaret ettiği için, sarhoşken ve milli duygularla” bu işi yaptığını söylüyor. Pişman olduğunu da ekliyor. Serbest bırakıldıktan sonra ise şunları söylüyor: “Ben oraya alkollü falan gitmedim. Sadece vatan duygularıyla içimden geldiği şekilde devam ettim. Hiçbir şekilde hayatımda alkol dahi almadım. Herhangi bir örgüte mensup da değilim. Tamamen vatanını seven birisiyim.. Herkes bunu böyle bilsin. Denetimli serbestlik ile tahliye oldum. Benim hiç kimseden korkum yok. Buradan çıktım eve gidiyorum. Ben … ilkokulunda servis şoförü olarak görev yapıyorum. Vatan için yaptım.”

* Şanlıurfa’da 2 çocuk annesi bir kadın “tartıştığı” kocası tarafından feci şekilde dövüldükten sonra eve kilitleniyor. İtfaiyenin balkondan girerek kurtardığı kadının bacaklarında kırıklar saptanıyor.

* Manisa’nın bir ilçesinde 82 yaşındaki bir kadın evinin önündeki bir kavgayı ayırmak için değneğiyle bir kişiye vuruyor. Mahkeme kadını “kasten yaralama”dan 4 ay hapisle cezalandırıyor, elindeki değnek silah sayıldığı için de yarı yarıya artırarak cezayı 6 aya çıkarıyor. En sonunda, çarptırıldığı 3 bin lira para cezasını ödeyecek durumu olmayan yaşlı kadına, “cami bekleme” cezası veriliyor. Ekim ayından beri, kış kıyamet, her gün iki büklüm evinden çıkıp 500 metre ilerideki camiye giden kadın orada 4 saat nöbet tutuyor. Olay duyulunca, kaymakamlık ve belediye, yaşlı kadının kalan 10 günlük cezası olan 480 lirayı ödeyip “nineciği kurtarıyor!”

* Şanlıurfa’nın bir ilçesinde amcasının kızıyla dünya evine girmeye hazırlanan 23 yaşındaki genç, düğün şenlikleri sırasında havaya ateş açılırken nereden geldiği bilinmeyen yorgun merminin isabet etmesi sonucu yaralanıyor. Bir süre önce askerden geldiği öğrenilen damat adayı, kaldırıldığı hastanede hayatını kaybediyor.

* Ağrı’da TOKİ konutlarında gerçekleşen olayda, 4 ay önce evlendiği eşiyle tartışması kavgaya dönüşen bir kişi, pompalı tüfekle ateş ederek genç kadını öldürüyor.

* Gaziantep’te bir mahallede iki grup arasında çıkan tartışma, kısa sürede tabanca ve av tüfeklerinin kullanıldığı kavgaya dönüşüyor. Bu sırada sokakta oyun oynayan 3 yaşındaki bir kız çocuğu bir tüfekten çıkan saçmaların göğsüne isabet etmesiyle yaralanıp kaldırıldığı hastanede ölüyor.

* Emniyet Genel Müdürlüğü ile Jandarma Genel komutanlığı tarafından açıklanan resmi rakamlar, 2016 yılında ortalama günde 5 kişinin cinayete kurban gittiğini gösteriyor. Siyasal cinayetler bunun içinde değil. Açıklanan remi bilgilere göre, cinayet nedenleri arasında birinci sırayı “para alışverişi” (alacak-verecek, anlaşmazlık, gasp, vb.); ikinci sırayı ise “namus gerekçeleri” (aldatma, eş ve kız kardeşe tecavüz, taciz, terk etme, vb.) alıyor.

* Ülkenin rekor üstüne rekor kıran büyük komedyeni, yeni vizyona giren “Recep İvedik 5” filminin 11 günlük izlenme rakamlarını açıklıyor. Buna göre, film, 11 günde 4 milyon 137 bin 75 kişi tarafından izlenerek yeni bir rekora imza atmış. Popüler komedyenin sosyal medyadaki teşekkürü ise şöyle: “İkinci hafta sonunda da bize rekor kırdırmaya devam ediyorsunuz. Gururluyuz.”

Son haberdeki son sözcükten devam edersek, bizim payımıza düşenin gurur değil, kaygı, endişe, öfke ve benzeri sözcüklerle anlatılabilir olduğunu kabul etmek durumundayız herhalde.

Altı üstü 10 günü kapsayan ve rasgele olduğunu belirttiğimiz bu derlemenin ortaya koyduklarını her günkü gözlemlerimiz ve yaşantılarımız ile birleştirirsek, şöyle bir toparlama yapılabilir: Ülkemiz insanı, küçümsenmeyecek, küçümsemek ne söz, düpedüz  korkutucu çokluktaki bir bölümü ile, küçük kişisel çıkarları uğruna birçok şeyden vazgeçebilen; o tür çıkarların ardından koşma ile inanılması güç bir boş inanç tutsaklığını birleştiren; kadınlara, çocuklara ve kendisi dışındaki insanlara saygısını büsbütün yitirmiş; kof kabadayılıklardan güç karşısında el etek öpmeye çarçabuk geçebilen; bırakalım toplumu, kendisi ve en yakınları için bile dürüstçe çalışmaktansa kaytarmanın ve emek harcamadan “beleşe konma”nın peşine düşen; her türlü inceliği, güzelliği aşağılayıp en kaba saba çirkinliklere hayranlık duyan bir görünüm sergilemektedir.

Buna karşılık, hep yazıp söylediğimiz ve yazıp söylemekten vazgeçemeyeceğimiz, bir “yeni insan” kavramlaştırmamız olduğunu biliyoruz. Bu kavramla anlatmak istediğimizin, sömürüden, baskıdan ve savaşlardan kurtulmuş bir dünyanın hem ürünü hem habercisi olduğunu da biliyoruz. Bu insan tipinin başlıca niteliklerini ise şimdiki bilgi ve deneyim birikimlerimiz çerçevesinde şöyle örnekleyebiliriz: iktisadi zorlama olmadan çalışma isteği; toplumun refahını sınırlı bireysel çıkarların önüne koyma ve bu uğurda özveride bulunabilme yeteneği; üreticilere ve emeğin ürünlerine saygı; kişinin doğuştan gelen ve sonradan edinilen yetenekleri ile güçlerini, salt kişisel tatmin ve saygınlık için değil, bütün toplumun maddi ve kültürel varlığını geliştirmek için bir araç olarak, eksiksiz biçimde geliştirme çabası…

Şu son iki paragrafta yazılmış iki grup nitelik arasındaki farkı anlatmak için “muazzam” sözcüğünün uygun düştüğü söylenebilir. Ama, devrimin gerekliliğini de zaten bu muazzam farkı kapatmanın başlangıcı olmasına bağlamıyor muyduk? Marx ile Engels daha 1845 tarihli Alman İdeolojisi’nde yazmışlardı; bir tür toparlayıcı ve serbest çeviri ile şöyleydi:

Sosyalizm davasının başarısı için “insanların kitlesel bir ölçekte değiştirilmesi zorunludur; böyle bir değiştirme ancak pratik bir hareket içinde, bir devrimde mümkün olabilir. Dolayısıyla, devrim, başka nedenlerin yanı sıra, iktidarı alacak sınıf  “ancak bir devrimde geçmiş çağların fışkısından kendini kurtarmayı ve yeni bir toplumu kurmaya uygun hale gelmeyi başarabileceği için de zorunludur.”

Devrim büyük bir adım atılmasını sağlayacak ve siyasal iktidarın alınmasından sonra farkın kapatılması yönünde hızla yol alınacaktır. Bu alandaki yetersizliğin yıkımla sonuçlandığını ise, ne yazık, görmüş ve yaşamış bulunuyoruz.

Buraya kadar ortaya çıkmış olsa gerek, ama bir de kıssadan hisse yazmış olalım: Ne kadar gecikirsek, farkı kapatmamız o kadar güçleşir.