Ezbere konuşmak

Ezbere konuşup yazmak da denebilirdi. İki anlamda kullanmak mümkün bunu.

Biri, biraz eleştirel, kimi durumlarda ise epeyce ağırlaşan bir eleştirel yaklaşımı gösteriyor. Şöyle: Bir kimsenin ezbere konuşup yazdığını ileri sürdüğünüzde, onun, gündemdeki konuyu doğru dürüst incelemeden, hatta işin aslını esasını hiç düşünüp anlamaya çalışmadan ahkâm kestiğini söylemiş oluyorsunuz.

İkincisi, deyimin öteki anlamında ise eleştirici bir tutum söz konusu değil. Daha doğrusu, deyim, bu anlamıyla eleştiriyi kışkırtıcı rol oynamıyor. Ezbere yazıyorum yahut konuşuyorum, dediğinizde şunu anlatmış oluyorsunuz aşağı yukarı: Değinilen konuyu enine boyuna incelemedim, buna gerek duymadım yahut fırsat bulamadım, dolayısıyla ayrıntılarda bazı önemli hatalar yapabilirim, ama işin özü değişmez; çünkü, elimizdeki birçok kez kanıtlanmış, sonuç olarak genelgeçer bir nitelik kazanmış temel doğrular yeterli olabiliyor.

Morales ve ülkesi Bolivya’nın en son başına gelenlerin bu anlamda ezbere konuşmaya elverişli olduğunu sanıyorum. Bunun en önemli etkenlerin tümünün irdeleneceği çözümlemeleri gereksizleştirmediğini de ekleyerek elbette.

Elimizde bulunduğunu ve pek çok kez kanıtlandığını söylediğim temel doğrulardan biri, “gerçek bir halk devriminin ilk ve vazgeçilmez koşulu” ile ilgili. Son sözcükleri tırnak içine almamın nedeni, bunların Marx’ın imzasını taşıyor oluşu. Buradaki ilk ve vazgeçilmez koşulun ne olduğu ise bir dosta yazılmış mektupta şöyle anlatılıyor: “Benim 18 Brumaire’imi tekrar okuyacak olursan, orada (…) devrimin, her şeyden önce, bürokratik ve askeri mekanizmayı bir elden diğerine geçirmesi değil –şimdiye kadar yapılmış olan hep budur- bu mekanizmayı ‘kırması’ olduğunu belirttiğimi görürsün. (…) Paris’teki kahraman arkadaşların yapmaya çalıştığı da işte budur.”

Önce, buradaki bir sözcükle ilgili küçük bir açıklama: Marx, bazı Türkçe çevirilerde karşılığı “ezmek” olarak verilen kırmak sözcüğü için kullandığı “Zerbrechen”in altını çizmiş. Bunun için “parçalamak, parça parça etmek” sözcükleri de uygun olabilir.

Sonra devam edelim. “Paris’teki kahraman arkadaşlar” dediği, daha sonra “gökyüzünü fethetmeye çıkanlar” diye betimleyeceği, Paris Komünü’nün işçileri. Mektup Nisan 1871’in ilk yarısındaki bir günün tarihini taşıyor ve Komün daha yenilgiye uğramamış durumda. Ama, Paris’teki o arkadaşlar, mektubu yazanın biraz iyimserlik yüklü bir tonda yapmaya çalıştıklarını yazdığı işi, ne yazık, yapamıyorlar. Yapılamayan o iş, tarihin kapitalizm döneminin tanık olduğu bu ilk büyük işçi sınıfı iktidarının da sonunu getiren birincil yanılgıyı oluşturuyor. Gerçi, bu yanılgı hemen sonra açık açık saptanıyor. Ama, yapılan saptamanın gereği yerine getirilebiliyor mu? Bir kez daha ne yazık demek gerekiyor; çünkü, pek çok durumda yerine getirilemiyor. Oldukça farklı coğrafyalarda.

Bunu Komün derslerinin en önemlisi olarak anlamakta bir sakınca yok. Sorun, biraz daha genelleştirerek yazarsak, şu ya da bu ölçüde kökten bir iktidar değişikliğinin ardından, askeri ve sivil bürokrasinin, belki de daha yerinde bir anlatımla, silahlı ve silahsız bürokrasinin basitçe el değiştirmesinin çok ötesindedir. Eski düzenin kendisini koruyucu ve yeni düzenin yerleşmesini engelleyici özellikleri, bu güçlerin içinde onların karakterini belirleyici bir ağırlıkla yerleşmiş durumdadır. Bu yerleşiklik, Marx’ın yukarıda yer verilen alıntıda kullandığı sözcükle “kırma”yı zorunlu kılar; daha açıklayıcı olabilir kaygısıyla eklenirse, hemen arkasından ve yüksek olasılıkla, kazıyarak söküp atma benzeri iş ve işlemleri de gerektirebilir.

Marx ile Engels’in bu konuya ne kadar önem verdiklerinin bir göstergesi de onların Manifesto’nun ortak imza atma şansı bulabildikleri son Almanca baskısının önsözünde bulunabiliyor. Komün’ün yıkılışından yaklaşık bir yıl sonraki bir tarihe, 24 Haziran 1872’ye rastlayan o metinde şöyle yazıyorlar: “(…) proletaryanın ilk kez tam iki ay süreyle iktidarı elinde tuttuğu Paris Komünü’nde daha da büyük ölçüde kazanılan deneyim göz önünde bulundurulursa, bu program bazı ayrıntılarda eskimiştir. ‘İşçi sınıfı devlet çarkına hazır bulduğu gibi el koyup onu kendi amaçları için kullanamaz.’ (Bkz. Fransa’da İç Savaş.)”

Yukarıdaki son iki satırda italik yazarak vurguladığım saptama, iki yoldaşın ayraç içinde belirttikleri ve Marx tarafından kaleme alındığı bilinen ünlü rapordan aktarılmış.

Bu zorunlulukları kavramakta ya da yerine getirmekte başarısız olan devrimlerin, hemen başlangıç evrelerinde, oralar geçilebilirse, biraz daha ilerideki aşamalarda yenilgiye uğramaları, artık çok yaşanmış, epeyce de öğrenilmiş bir durum olsa gerektir. Ancak, öğrenmek ile yapmanın ya da yapabilmenin her zaman birlikte olmadığını biliyoruz.

Yine de Bolivya’daki “İnka torunu”nun ve temsil ettiklerinin teslim bayrağını çektiğini düşünmek için çok erken daha. Örneğin, şöyle bir soru kabul edilebilir iyimserlik sınırları içinde kalıyor: Meksika’ya çekilmenin geçici değil kalıcı olduğunu ve bu işlerden el ayak çekme anlamı taşıdığını kim ileri sürebilir?