Eyvah eyvah!

Önce ülke içinde olup biten bazı gelişmelere değinelim. Herhangi bir öncelik sırası yüklemeden. Aklımıza geldiğince. Rasgele.

Ama bunların hepsinin de çok “antidemokratik” gelişmeler olduğunu; “demokrasi” ile hiç bağdaşmadığını da belirtelim. Ayrıca, yirmi birinci yüzyılın  şu kadarını geride bıraktığımız bir zamanda, çağdaş uygarlığa ve onun bir parçası olmaya çalışan ülkemize de hiç yakışmadığını ekleyelim ki, ayıplama ve kınamalarımızda bir eksik kalmamış olsun!

***

Kişisel verilerin korunması başlığı altında birtakım düzenlemeler tasarlanıyor. Böylece ülke yurttaşlarının başbakan ve cumhurbaşkanı tarafından atanacak üç beş kişinin kararıyla birçok bakımdan fişlenmeleri yasallaştırılmış olacak. Ek olarak, yurt dışındaki “yasal” otoriteler tarafından istenmesi durumunda, bu verilerin kimileri için hiç gönderilmemesini sağlayacak bir düzenleme dün gece yüce mecliste tasarıya eklendi ve muhalif çevreler, böyle bir düzenlemenin Reza’nın ve ortaklarının çok yakın gelecekte başlarına gelebilecek durumlara karşı korunmasını amaçladığını ileri sürdüler.

Zaten bir hükmü kalmamış parlamentonun halk tarafından seçildiği düşünülen üyelerinin ağızlarını açmalarını bile tehdit altına alacak dokunulmazlık düzenlemeleri, aynı parlamentonun sözde farklı partilerine mensup üyeleri arasında pazarlık konusu yapılıyor. Yakın bir zamanda, belli bir uzlaşma sağlanarak ya da uzlaşılmadan,  önce Kürt parlamenterlerin bazılarının şu ya da bu ölçüte göre belirlenerek adalet ile kalkınmayı ad olarak seçmiş iktidarın adaletine teslim edilmelerinden sonra duruma bakılacak.

Türk tipi başkanlıktan sonra Türk tipi terör tanımı da ortaya konularak terör ve teröristle mücadele konularında, özgürlük-güvenlik denkleminde güvenlik lehine gerekli düzeltmeler bilmem kaçıncı kez yapılacak, böylece evlerinden çıkamaz duruma gelmiş vatandaşlar huzura kavuşturulacak. Son günlerde, yaygın bir tekerleme dolaşıyor ortalıkta, malum: Batıda evden çıkılamıyor, doğuda eve girilemiyor. Belki de daha çok kullanılan biçimi ile: Türkler evlerinden çıkamıyor, Kürtler evlerine giremiyor. En doğrusu da, dün Ahmet Çınar’ın yazdığı: “Türkiye’de gelinen nokta vahim: Sokağa çıkılırsa, kalabalıklara karışılırsa bir canlı bomba saldırısıyla ölme olasılığı ile tenhada kalınırsa, evde oturulursa tecavüze uğrama olasılığı arasında sıkışmış durumda insanlar!” Gerçi, sorumlular arasında, işin tecavüz yanıyla uğraşan yok, tecavüzcüleri koruyup kollamaktan başka…

Türk tipi terör tanımı ve mücadelesi gündeme getirilmekle birlikte, “Türk tipi başkanlık sistemi” ve bunu sağlayacak anayasa değişikliği de gündemden düşürülmüş değil. Sadece, değişik olasılıklar karşısında ne yapılabilir, onun üzerinde duruluyor.

Herhalde onlarca denebilecek kadar çoğalmıştır, onlarcası gelip geçtikten sonra, yeni bir “torba yasa” daha gündeme getirilmiş durumda. Bu defakinde iki ilginç başlık var. “İlginç” her ne demekse, bu nitelemeyi hak edecek başka başlıklar da bulunabilir de, buradaki konumuzla ilgili olmaları bakımından öyle diyorum. Birincisi, akademisyenlerin te’dip ve terbiyesi, edepli ve had bilir hale getirilerek terbiye edilmeleri bakımından birtakım önlemlerin alınması. İkincisi de imam hatip mezunlarına üniversiteye girişte pozitif ayrımcılık uygulanması, Türkçesiyle, müstakbel başbakan ve cumhurbaşkanı adaylarının üniversiteye girişte akranlarına karşı kayırılmaları. Her ikisi de bu yeni torbanın içine yerleştirilmiş.

***

Ülke dışında ortaya çıkan gelişmelere ilişkin birkaç taze haberi de bunlara ekleyelim.

İlki, içeriyle de çok yakın bağlantılı: Reza Miami’de yakalanıp içeri atıldı. Memleketin dış ödemeler dengesini tek başına düzelten, bakanların kılına dokundurtmamak için önüne yattıkları, başbakanların hayırsever ilan ettikleri bu yeni vatandaş ve, anlaşılan, uluslararası dolandırıcı, yürek hoplatan bir akıbete uğramış görünüyor; yüreği hoplayanlar, değişik alanlarda ve düzeylerdeki ortakları oluyor elbette. Eski ve büyük ortağı Müslümanlar tarafından idama mahkum edilmişti, bakalım kendisi küffar elinde nasıl bir cezaya çarptırılacak! Kendisinin başına gelecekleri düşünen yok da kuşkusuz, kimleri ve ne kadar ele vereceği, bu ele vermenin ülkemizin bugünkü iktidar sahiplerine ne ölçüde ulaşacağı konuşuluyor.

İkinci gelişme Suriye’den. Ordunun İslamcı terör şebekesinin elindeki Palmira kentini bütünüyle geri almasına ramak kaldığı yönünde haberler geliyor. İnsanlığın kültür mirası açısından paha biçilmez değerde olduğu söylenen bu antik kentten geriye ne kalabildiyse, kafa kesici vandalların elinden alınmasının “an meselesi” olduğu belirtiliyor. Bu kültürel miras konusu bir yana, alt üst edilmiş o coğrafyada stratejik açıdan önem taşıyan bir noktanın el değiştirmesi söz konusu.

Üçüncüsü de dün sabah gelen haberler, uzun süredir aynı İslamcı terör örgütünün işgalindeki Musul’un geri alınmasına yönelik büyük bir askeri harekâtın başlatıldığını gösteriyor.

Bu son iki haber birlikte okunduğunda, oralarda sağ kalarak ricat edecek kafa kesicilerin çoktan kevgire dönmüş Türkiye sınırlarından geçerek nerelere ulaşabilecekleri, herhalde, yeterince ürkütücü bir soru olarak akla gelebilir.

Dışarıda son birkaç günde ortaya çıkan bu gelişmelerin, ülkemizdeki iktidar sahipleri açısından zora sokucu, tehdit edici bir nitelik taşıdığı, dolayısıyla biraz olsun süngülerinin düşmesine yol açabileceği, ilk bakışta, düşünülebilir. Ancak, onların epeydir sergilemekte oldukları, bisiklet üzerindekilere özgü durursak düşeriz tavrına bakılırsa, tam tersine, daha mülayim değil daha şedid, daha ılımlı değil daha sert, belki de ya herro ya merro demeye varan bir konuma gelmeleri beklenmedik bir durum olmaz.

Bu güçlü olasılığa, yazının ilk bölümünde sadece bazılarına değinilen zaten gerçekleştirilmiş ya da gündeme getirilmeye başlamış “antidemokratik” uygulama ve tasarımlar da eklendiğinde, bir türlü kavuşamadığımız demokrasiden bir kez daha uzaklaştığımızı ve daha da uzaklaşacağımızı söyleyenlere, ne diyebiliriz?

Üstelik onlar, asıl şimdi demokrasi demeliyiz, asıl şimdi demokrasi mücadelesini yükseltmeliyiz, asıl şimdi demokrasi cephesini, hem de en geniş olanını kurmalıyız derlerse, ne der, ne eyleriz?

Eğer böyle bir durumla karşılaşırsak, işte o zaman, şu meddah ve şarkıcı, hem mukallit hem de çoğu kez güldürücü, sevimli çocuğun çok seyredilmiş filminin adını bir kez daha ünlemek şart olacaktır; belki de oldu bile:

Eyvah eyvah!