Mesut Odman

Erteleme, aşamadığımız engellerin yerine olumlu koşulların ortaya çıkacağı ya da kendi çabamızla ortaya çıkarılabileceği varsayımıyla, yapacağımız işi ilerideki bir zamana bırakmak anlamına gelir.

Ertelemecilik

Mesut Odman

Sevgili yoldaşımız Kadir Sev’in aramızdan ayrılışının birinci yıldönümü için düzenlenen anma toplantısına hastalığım yüzünden katılamadım. Katılabilseydim söylemek istediklerimin bir bölümünü, birkaç günlük gecikmeyle, burada yazmakta sakınca görmüyorum. Bir bölümü olması eksiklik yaratmıyor; çünkü asıl önem verdiğim, şimdi yazacaklarım.

Başlıktaki sözcük, ilk bakışta, devrimci siyasal mücadelenin tam ortasından çıkıp gelmiş izlenimi yaratabilir. Çok yanlış sayılmaz. Siyaset yapmakla ilgili olduğu, sınıf mücadelesinin çok konuşup tartıştığımız yanlarıyla bağlantılarının hemen akla gelebildiği bellidir. Ancak, hepsi bu kadar değil; daha doğrusu, bunu söylemekle aklımdakini yeterince dile getirmiş olmuyorum. Hatta buradan yola çıkıp sürdürürsem, asıl anlatmak istediğimden uzaklaşmış olurum.  

Bu sözcüğün, devrimci sosyalist mücadelede birtakım önemli savrulmaların, daha da ötesi, asıl amaçtan uzaklaşmanın tetikleyicisi işlevi gördüğünü söyleyegeldiğimiz aşamacılık ile birbirini çağrıştıran bir yanı olduğu yeterince açık görünüyor. Bunun altını çizmekle, daha baştan, sözcüğün anlamına ek bir olumsuzluk yüklemiş oluyoruz. Yine de her süreçte var olabilecek birtakım uğrakların, farklı araçları kullanarak ilerlemenin sağlayabileceği kolaylıklardan yararlanmayı gerektiren evrelerin bulunduğu kabul edilebilir. Ancak bu uğrakların ya da evrelerin mutlaklaştırılması; biraz abartılmış bir anlatımla söylenirse, her farklı pratikte benzerlik, hatta ortaklık taşıyan bir biçimde gerçekleşmesi, bu gerçekleşmeler olmadıkça devrimci pratiği asıl hedefe ulaştırmanın imkânsızlığı düşüncesi, yapılması gerekenlerin ve yapılabileceklerin ertelenmesine yol açabilir. Böyle olmakla birlikte, burada irdelemeye çalıştığımız gerçekliği daha iyi anlatan aşamacılık kavramıdır. Ertelemek ise aşamacılığın bütünleyici parçası olan bir eylemdir. Şöyle de söylenebilir: Aşamacılık yaklaşımı, mücadele sürecinin farklı dönemlerinde, birçok erteleme kararını ve eylemini gündeme getirir. 

Bununla birlikte, burada asıl sözü getirmek istediğim yer biraz daha farklı. 

Aslında erteleme dediğimiz, sadece toplumsal-siyasal mücadelede değil, her birimizin kişisel hayatında da sıkça başvurduğumuz, başvurmak zorunda kaldığımız bir eylem. Kimi zaman irademiz dışında karşımıza çıkan, aşamadığımız engeller karşısında çaresizliğimizi kabullenerek, yapmamız gerekenlerden vazgeçeriz. Bunun tümden bir vazgeçiş, bir daha gündeme almamak üzere unutuş olmasını, buradaki akıl yürütmemizin dışında bırakmamız gerekir; çünkü, öylesi, ertelemenin değil teslimiyetin kapsamına girer. Erteleme, aşamadığımız engellerin yerine olumlu koşulların ortaya çıkacağı ya da kendi çabamızla ortaya çıkarılabileceği varsayımıyla, yapacağımız işi ilerideki bir zamana bırakmak anlamına gelir. 

Ertelemecilik ise bunların bir ya da birkaç adım ötesidir. Yapılacakların, yapılmasına karar verilenlerin de diyebiliriz, sık sık ötelenmesidir. Bir tür alışkanlıktır, bir davranış alışkanlığıdır. Bir tutumun adlandırılmasıdır. Şöyle de anlatmak mümkün: Zoru görünce “şimdilik” vazgeçme kolaycılığı olarak karşımıza çıkabilir. Görülen ya da görüldüğü sanılan zorun ne kadar ürkütücü olduğu ise genellikle tartışmaya açıktır. Ayrıca, buradaki “şimdilik”, ileriye dönük güçlü bir umut içermez; vazgeçtik bitti gitti, anlamı da taşımaz. Hele bir şimdiki sıkıntıyı ya da güçlüğü atlatalım, sonrasına bakarız, her defasında aynı tersliklerle karşılaşacak değiliz ya, demekle aynı anlamda tuhaf bir iyimserliğin belirtisidir. Kökeni ve sonuçları farklı iyimserlikler içinde belki de en tehlikeli olanlardan biridir.

Sakıncalarını göze alarak örneklerle anlatmanın kolaylığına sığınabiliriz bu noktada.

Diyelim, çok sevdiğimiz, birikimlerine değer verdiğimiz bir arkadaşımız, yoldaşımızla güncel konular üzerinde bir görüşme yapmak istiyoruz. Öyle bir görüşmenin kafamızdaki bazı sorulara yanıtlar bulmak açısından yararlı olacağını düşünüyoruz. O görüşmeyi gerçekleştirmenin önündeki var sandığımız engelleri, örneğin, kendisinin şu sıralar çok meşgul olduğunu, daha bir yığın işle uğraştığını, kibar bir hayır yanıtı almamızın yüksek olasılık olduğunu düşünerek görüşme isteğini ertelemek, seçeneklerden biridir; ama en doğrusu sayılmamalıdır. 

Yine benzer nitelikleri taşıyan birkaç dostumuzla önemsediğimiz, onların da önem verdiği bir sorunla ilgili olarak sohbet etmek ihtiyacını duyuyoruz diyelim. Böyle bir sohbetin olabilirliğinin önündeki gerçek ya da kuruntulardan kaynaklanan güçlükleri aşmak için çok mu uğraşmak gerekir?  Hiç sanmıyorum. Ama öyle düşünülüp erteleme yoluna gidildiği çok görülür.

Bu örnekler, sadece resmi yahut yarı resmi görevlerle bağlantılı buluşmalardan, görüşmelerden, ortaklaşmalardan söz ettiğim izlenimi yaratmış olabilir. Hiç de öyle bir niyetim yoktu oysa. Böyle deyince, uzun yıllar öncesinden bir yolculuk anısı belirdi belleğimde.

Ankara’dan İstanbul’a gidiyoruz. Üç kişiydik galiba. Bolu Dağı’nda mola verdik. Olağanüstü güzellikte bir hava. Yarım saat diye oturmuşuz, bir saati çoktan geçmiş molamız. İçimizdeki en yaşlımız, çok eski bir dost, bize yakın düşünceleri var, ama bizi dışarıdan izliyor. Bir ara bana dönerek “Sizin böyle kaçamaklarınız olmuyordur herhalde!” dedi. Şaşırdığımı belli ederek “Nereden çıkarıyorsun bunu?” dedim. “Tersine, senin kaçamak dediğin bu tür birlikteliklerin zaman zaman çok fazlalaştığını sorun edip tartıştığımız oluyor. Biz ne Yeşilaycıyız ne de bir kışla hayatı peşindeyiz!”

Diyeceğim, ertelemeciliğin yalnız “ciddi” işler, ortak çalışmalar yapmak, onları başlatacak adımlar atmak anlamında değil, gelecekte kurmayı amaçladığımız toplumda boş zamanı çoğaltma ve “boş zamanları hoş zamanlara dönüştürme” çabasının erken örneklerini yaratmak bakımından da kaçınılması gereken bir tutum olduğudur.

Bunları böyle tutturmuş yazıp gidiyorum da biri çıkıp “Peki yazar efendi, sen o sözünü ettiğin ertelemeleri hiç mi yapmadın sanki?” deyiverirse, ne ederim! Kadir’in de içinde olduğu son yıllarda yitirdiğimiz bütün yoldaşlarımızın ardından öyle bir pişmanlığın acısını duymadım mı? Üç gün önce o salonda toplanmış insanların karşısına çıkıp görmüş geçirmiş bir ihtiyar edasıyla “Siz siz olun sonradan çaresiz pişmanlıklar duyacağınız ertelemeler yapmayın. Bir de bakmışsınız, kotarılması bir telefon görüşmesi kolaylığındaki buluşmalar, o aşılması imkânsız uzaklığın ardında kalmış!” diyebilseydim neye yarayacaktı? 

“Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma!” demiş halkımız; bilmeyen yoktur nerdeyse. Bu söze esin kaynağı olmuş hocalara kesinlikle hiçbir benzerliğim olmadığını öne sürmek, ölçüsüz bir böbürlenme olur herhalde; ama tıpatıp benzemediğimi söylesem, buradan bana bir avunma çıkar mı acaba?