Birkaç 1 Mayıs Notu

Epeydir, şöyle bir kenara çekilip ya da bir yüksekliğe çıkıp yürüyüş kolunu seyretme imkânı bulabildiğim 1 Mayıslarda, hep fark ettiğim, fark edilmemesi pek de mümkün olmayan bir görünüm var. Önce ondan söz etmeliyim.

Hemen hepsinin emekçi olduğu üstünden başından, halinden tavrından belli, birkaç on bin ile birkaç yüz bin arasında değişen çok sayıda insan, güneşin altında kavrulmuş olmakla birlikte bunu sesinin soluğunun biraz kesilmiş olması ve suratlarının kızarıklığı dışında pek belli etmeden, durarak kalkarak, bir menzile varacaklarmışçasına yürüyüp gidiyorlar. Bu görüntünün farklı yıllarda olduğu kadar, örneğin bu yıl, farklı kentlerde de üç aşağı beş yukarı benzer biçimde ortaya çıktığı söylenebilir.

Hangi menzile varacakları çok açık değil oysa. Zaten, ulaştıkları meydanlarda da ne söylendiği ve ne için söylendiği belli olmayan konuşmaları pek de dinledikleri yok. Hatta, yürüyüş kolunu oluşturanların önemlice bir bölümü, o konuşmalar daha bitmeden, birer ikişer değil, yüzlerle olmak üzere dağılıp gidiyorlar.

Şimdi bu son görüntüyü ihmal edelim ve meydanlara kavuşmadan önceki yürüyüş kollarına geri dönelim. Orada görülen basbayağı şudur: Her yaştan her cinsten her kökenden bir emekçi kalabalığı, azalıp artan bir coşku içinde, kimileri düzenli kimileri karmakarışık, ellerinde irili ufaklı kartonlar, kâğıtlar, pankartlar, dillerinde kimileyin ortaklaşan kimileyin ayrışan sloganlar, yürüyüp gitmekteler.

Değişik yıllarda ve farklı kentlerde tekrarlanan bu görüntüler insana şunu söyletiyor: Verimli topraklarda yaşıyoruz ne yapıp etseler, kurutamıyorlar. Hatta, kurutma amacıyla yapıp ettikleri, tam tersine denebilecek bir eğilimle, topraktan isyan ve isyancı fışkırmasına yol açıyor. Alışılagelmiş bir söylemle de anlatılabilir: Bire kadar kırmadıkça, kabarıp gelen dalgaları dindirmeleri mümkün olmuyor. Bire kadar kırmaksa, şu yeryüzünde insan denen yaratık var olduğundan beri, hiç görülmemiş.

Bu kez de böyle düşündüm. Anında ve daha sonra düşündüklerimi dile getirdiğim insanlardan da itiraz değil, onaylama ile karşılaştım.

Dünyanın her yerinde 1 Mayıs yürüyüşleri oluyor gerçi, sözün gelişi, Moskova’daki yürüyüş kollarından birinin başında Putin ile Medvedev varmış “mış” değil, basbayağı öyle, görüntülerini gözlerimle gördüm. Olsun varsın. Bu durum, az önce dediğimizi çelmez. Sadece, bir zamanlar, “komünistler Moskova’ya” diye ağızlarından salyalar akıtarak üstümüze saldıranların ne kadar çağdışı kaldıklarını gösterir. Hayır, artık komünistler Moskova’ya falan değil, şimdi oraya gidenlerin kimler olduğunu herkes biliyor asıl, oralardaki komünistler buraya!

Ancak, her şey de iyi gitmiyor. Düzelterek söylersek, iyi gidenler hem çok fazla sayılmaz, hem de onların içinde bile bir sürü sakatlık var.

Son 1 Mayıs’ın ardından, kendi aklıma takılanların, hiç yüz yüze gelmediğim başka insanların da aklını kurcaladığını gördüm. Onlardan birini buraya aktarıyorum.

Sanal ortamda yazılmış olmasının gerektirdiği bazı ufak tefek değiştirme ve düzeltmeler yaptım, ama büyük ölçüde olduğu gibi aktarıyorum. Bu yüzden tırnak içinde vermekte sakınca görmedim. Yazarının adını ise kendisinden izin almadığım için gizlemek durumundayım. Hoş, versem de fark etmezdi çünkü, pek az bilen çıkacaktı, zaten kendisi de meslekten yazar değildir.

“Taksim Meydanı mücadele edilerek alındığından beri 1 Mayıs’ın anlamının değiştiği görülüyor. Buna da bir anlam vermek kolay değil. Taksim 1977 1 Mayıs’ından sonra elbette çok önem arz eden ve anlamı besbelli olan bir bölge ve 1 Mayıs’ın da mutlak orada kutlanması gerekir. Ama gerçekten böyle mi?

Bu son 1 Mayıs’ta herkesin gördüğü üzere eline döviz alan, pankart yaptıran herhangi bir dernek 5 kişi toplanıp 1 Mayıs yürüyüşüne katılabiliyor. Korkarım, yakında Devrimci Filateli Derneği gibi pankartlar da görebiliriz. Herkes gündemi takip eder halde 1 Mayıs meydanlarına koştuğu için de ortada bir karmaşa, bir düzensizlik ve daha da fecisi amaçsızlık oluşuyor. Örneğin, Mavi Nokta Halk Türküleri grubu hangi amaçla kortejde yer alır sorusuna ben cevap bulamıyorum, doğrusu bulduğum cevap beni çok rahatsız ediyor. İnsanlar iki pankart üç slogan ile kendini göstermenin ve en çok ilgiyi çekmenin derdindeler. Böylece, bir arkadaşımın benzetmesi ile, 1 Mayıs’ın Rio Karnavalından farkı kalmıyor: Samba okulları sırayla geçerler, en çok gürültülü, en renkli kortej ve grup en çok sükseyi yapar, halini alıyor iş.

En başta da söylediğim üzere, çok uzun zamandır Taksim Meydanı’nın kazanılması gibi bir mücadele ile alınmış hak hatırlamıyorum, bunun iyi değerlendirilmesi de mutlak gereklidir. 1 Mayıs ezilen isçi sınıfının su üstüne çıkıp derin bir nefes alabildiği tek gün ve sonraki 364 gün boğulmadan hayatta kalmaya çalıştığı mücadelesine dönüyor, o halde bunu iyi değerlendirmek gerekir. Sendikalar ile ilgili vampir gibi yasalar mecliste onaylanırken insanın oley oley 1 Mayıs diyesi gelmiyor, gelmemeli. Burada sorumluluk başta DİSK olmak üzere tüm organizasyon komitesine düşüyor. Her yıl 1 Mayıs’ın bir takvimi ve amacı olmalı. Takvimi dememin sebebi ise 2 Mayıs’ta 364 gün sürecek bir çaba ile takip eden yıla bir amacı ve yeni bir hak mücadelesini öne çıkararak ulaşmak gereği. Bu hakkı da kalabalıkları arkanda bulmakta hiç zorlanmayacağın 1 Mayıs’ta söke söke alırsın, tıpkı öldüresiye dövülmek pahasına Taksim Meydanı’nı aldığın gibi.

Bizlerin de bu organizasyona (…) kendi gündemimiz ile değil 1 Mayıs’ın gündemi ile katılmamız şart. Şu an her şeyi sulandırmaya müsait toplum anlayışımız içinde 1 Mayıs ‘oh ne güzel tatil, bahar bayramı’ formasyonuna hızla kayıyor.

Herkesin özellikle son dönemde yaşayarak gördüğü üzere, hak verilmiyor, alınıyor ve çok inatçı olmak gerekiyor.”

Adını vermedim ama, bunları söyleyenin uzunca bir süredir çalışmakta olan, kafası bozulduğunda istifayı basıp ayrılan, olmadı işten atılan, bir mühendis olduğu bilgisini ekleyebilirim.

Bu aklı başında değerlendirmenin bir yerindeki “Rio Karnavalı” benzetmesi, biraz aşırı bulunabilse de, bence öyle sayılmaz, olsa olsa, iç karartıcı yahut üzüntü verici diyebiliriz, gidiş oraya doğrudur saptamasını yapmakta sakınca yok. Ancak, buradan, kapkara giyimli, yüzlerini kızıl maskelerle kapatmış, militarist havalı kıtaların birbirini izlediği, tek sesli, tek renkli yürüyüş kolu ve miting görüntülerinin istendiği, öngörüldüğü sonucu çıkmaz kuşkusuz. Bir örnek olsun diye belirtiyorum, bu yıl Ankara’da, TKP’nin yürüyüş kolunda yer alan “Sol Liseliler”in trampet takımındaki gençlerin boyunlarındaki kızıl fularlar kendilerine çok yakışmıştı hepsi de hem yeterince disiplinli hem de pek zarif ve sevimliydiler.

Diyeceğim, 1 Mayıs’ın karman çorman, her şeye bulaşık, tam anlamıyla “ne idüğü belirsiz” bir karnaval havasına bürünmesi için gerekenler zaten yapılmaktadır. Sözgelimi, doğal olarak, “merkez medya” denilen yaratık saatlerce canlı yayın yapacak ve o arada, her yıl yeni atraksiyonlar arayıp bulmayı da ihmal etmeden, bir süre böyle gidecektir. Bu atraksiyonlar kimileyin abartılmış ve/veya kışkırtılmış çapulculuk görüntüleri kimileyin de Allah yolundaki devrimci gençler olabilir. Bunların bir ya da iki yıl sonra kimlere ve nerelere uzanabileceğini şimdiden kestirmek kolay görünmüyor.

Bununla birlikte, 1 Mayıs’ın bayram olduğu da bir gerçektir. Önemli olan kimin ve neyin bayramı olduğunu karıştırmamaktır. Artık ilkin ninelerimizden dinlediğimiz güzelim halk türküleri kadar kulağımıza hoş gelen marşta bu sorunun yanıtı var: “devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkın bayramı.”

Devrimin yolunda sadece güçlükler, çileler, kahırlar olsaydı, o yolu tutanlar pek de hoş yakıştırmalarla karşı karşıya kalmazlardı herhalde. Devrimden önce de bayram yapılır elbette yapılacaktır.

Yeter ki, “deliye her gün bayram” olmasın!