Bir Şair Öldü

Temmuz ayının ilk günü, Çarşamba sabahı gazeteyi elime aldım, birinci sayfanın dibinde küçük bir haber başlığı: Şair Özer'i yitirdik.

Nasıl olur? Kemal Özer?

Temmuzun ikisinde, Perşembe günü etkinliğe katılmayacak mıydı İstanbul Nâzım'da? Öyle sanıyordum.

Ama başlığın altında yazıyor işte. İç sayfada da var. Ölmüş Kemal Özer. Ben daha onca yıldan sonra, ne zaman karşılaşsam, ayaküstü birkaç selamlaşma, iki çift laf değil, oturup uzun uzun konuşalım deyip de bir türlü öyle bir buluşmayı kotaramamışken, toparlanıp gidivermiş. Toparlanmadan hatta, ceketini atıp omzuna, pat diye, "hadi bana eyvallah" deyip gider gibi...

Oysa onunla hatırlayacaklarımız vardı. Olmalıydı. Hatırlayıp gözden geçireceklerimiz, bugüne taşıyacaklarımız... Epey eskilerden, 1977 sonbaharı mı, yoksa '78 başları mı? Oralardan.

Bizim meşhur plan çalışmasına, şu artık benim meşhur ya da ünlü sıfatlarını önüne ekleyişlerim dışında bir şöhreti kalmamış "kontur plan" çalışmasına katılmaya başladıktan sonra, Ankara'daki toplantılara geldiğinde benim konuğum olurdu Kemal Özer. Onun gibi insanları çalışmaya kattıkça, katıldıklarını öğrendikçe heyecanlanırdık, çalışma isteğimiz artardı. Onların seçimi belliydi: Ne yapacaklarsa, toplumsal mücadelenin dışında ya da kıyısında değil, içinde yer alarak izleyici yahut gözlemci olarak değil, militanca yapacaklardı.

Şairler, yazarlar, tiyatrocular, sinemacılar... Ne bu yahu, bunlarla plan mı yapılır? Böyle itirazlar gelirdi kulağımıza. Yapılmaz mı, asıl onlarla yapılır, derdik biz de. Emekçi halkımızın yarattığı imkânların çok uzağındayız daha. Hele o imkânlar emekçilerin eline bir geçsin, o zaman ne planlar yapılır! Buna benzer sözlerle karşılardık. Biraz öfkeli, biraz iddialı...

Kemal Özer'in ilk konukluğunu hatırlıyorum. Sabah evden çıkarken, o sıralar üç dört yaşlarında olan kızıma "Evladım, akşam bize bir şair amca gelecek, bizde kalacak. Tamam mı?" demiştim. O da akşam toplantı sonrasında çıkıp geldiğimizde elini uzatıp "Hoş geldin Şair Amca!" diye karşılamıştı.

İyi anlaşmışlardı kızımla Şair Amca. Ufaklık erkenden yattıktan sonra, biz o günkü toplantıdan, yapmakta olduğumuz işten, elbet şiirden de konuşmuştuk. Daha sonraki gelişlerinde de yaptığımız gibi küçük salonumuzdaki halının üstüne serdiğimiz yer yatağına uzanıp uyusun diye konuğumuzu yalnız bırakıncaya kadar...

O ilk gelişinden belleğimde yer etmiş bir görüntüyü hatırlıyorum şimdi. Yemek öncesi, ben mutfakta eğleşiyordum salata yapıyordum herhalde. İşimi bitirip, ne yalan söylemeli, övgü beklediğim ürünümle salona doğru yürürken, içeriden, kızımla konuğumuzun konuşmaları işitiliyordu. Kapıdan içeri girmeden, kendimi gizleyerek baktım: Kemal Abi, küçük kızımı dizine oturtmuş, onunla mırıl mırıl konuşuyordu. Onları rahatsız etmemek için, sessizce geri döndüm, mutfağa gidip biraz oyalandım.

Tam hatırlamıyorum şimdi. Konuşma sandığım, belki de şu şiirini okuyordu:

bunca geç kaldığıma üzgünüm
bulanıklıktan sıyırıp yaşamı
açmakta çalışkan ellere

bu sizin demekte kavrayın sımsıkı
sahip çıkma gerekir en önce

alında biriken tere sahip çıkmak
yorgunluğun ardından beliren türküye

kavga mı ediyorlar bilsinler
niçin ettiklerini ve kiminle

gelecek günlerin bilinci
su versin ateşteki çeliğe

üzgünüm insanın dağılan yüreğini
bir dizeyle birleştirmek için
bunca geç kaldığına şiirlerimin

ama övünüyorum gene de kardeşler
kavgaya girmekte geciksem bile
yanınızda olacağım yaratırken zaferi

Yoksa şu dizeler miydi okuduğu?

durur ilkyazın sürgünü
inancın rüzgârgülü durmaz

durur uykunun özsuyu
yarının coşkusu durmaz

durur sarkacın gitgeli
kavganın yüreği durmaz

Güzel söylemişsin Kemal Abi.

Bu izni ölümünle sen verdin bize, keşke vermemiş olsaydın, biz de ekliyoruz şimdi:

Şairlerinki durur, kavganın yüreği durmaz.