Bıktıran güzelleme

Muhalif, muhalif duruş, hele hele “muhalif kimlik”…

Yok mu bunlara ilişkin, çok eskiden beri gündemden düşürülmeyen bir güzelleme? Kimse olmadığını söyleyemez. Hem de başlıkta vurgulandığı gibi bıktıracak ölçüde…

Öyleyse, muhalif kimlikti şuydu buydu derken,  işin ucu nerelere varabilir, çok da uzatmadan, şöyle bir harmanlayalım bakalım.

Arapçadaki muhalefet sözcüğünden geldiğini ve karşı çıkan, aykırılık içinde olan, uymayan, uygunluk göstermeyen anlamlarını taşıdığını biliyoruz.

İyi de, bu niye kendi başına bir olumluluk taşısın, bir erdem olarak görülsün, yere göğe konulamasın?

Şuradan başlayalım ki, öfkemiz biraz daha katmerlensin: Bu güzelleme de bir ucundan demokrasiye bağlanır; şu hep ortalıkta dolanan, düşünmeyi de yol almayı da hatta kıpırdamayı da güçleştiren “kutsal ineğe”… Aşağı yukarı aynı sözcüklerle sık sık yinelenir durur: “İktidar her rejimde var, muhalefet ise yalnız demokraside bulunur.”

Böylece, muhalefetin varlığını umutla, kederler içinde yahut boş vermişlikle seyrederek, hatta dilerseniz ve imkân, güç, ruhsat, istek, cesaret bulursanız, muhalif oldukları söylenenlere  katılmaya bile yeltenebileceğiniz bir düzen içinde yaşayıp gidersiniz. Yaşayıp değil de yuvarlanıp gidersiniz, demek daha doğrudur. Bütün pislikler aynı kalır, hatta çoğu kez dayanılmaz ölçülerde birikir; ama siz muhalif konumlanışınızla pisliğe bulaşmadığınızı sanarak gül gibi, o kadar olmasa bile, basbayağı geçinir gidersiniz.

Ayrıca, emperyalist dünyanın çok yaşamış, çok da kötülük etmiş en berbat kişiliklerinden Winston Churcill’in yaptığına benzer cin fikirli muziplikler de sergileyebilirsiniz: “Demokrasi en kötü yönetim biçimidir; bugüne kadar zaman zaman denenmiş bütün öteki yönetim biçimlerini saymazsak.”

Bir soruyla devam edelim: “Muhalif” her zaman ya da genellikle olumlu tip midir?

Bana sorulursa, hayır derim. Özellikle de müzmin muhalif, olumlu ne söz, birlikte bulunulması, hele hele ortak iş yapılması düpedüz ömür törpüsü, argo deyişle, gıcık bir tiptir. Bunu müzmin muhaliflerin en zararsızından en katlanılmazına kadar her türü ile bir arada olmak, dahası iş yapmak zorunda kalmış biri olarak söylüyorum.

Bu tipin bazı örneklerinde görülen bir özelliğe de değinmeden geçmemeli. Bu özellik, işi yokuşa sürme, her zaman olurunu değil olmazını öne çıkarıp savsaklama ve kaytarma, biçiminde özetlenebilir. Kendi yaşantılarım içinde bu tipin çarpıcı bir örneğinin bulunduğunu söyleyebilecek ve iki cümle ile anlatabilecek durumdayım. Çoktandır aramızdan göçük, çok eski bir arkadaşımızdı. Birçok sevimli yanı olan bir insandı; bununla birlikte, ondan söz ederken, “bir işin nasıl yapılmayacağının kırk tane yolunu bulup söyler” derdik.

Öte yandan, müzmin muhalifin, muhalefet etmeyi hemen hemen her durum ve koşulda vazgeçilmez bir alışkanlık edinmiş kişinin, örgüte de bir hayrı yoktur; hangi tipte örgüt olursa olsun. Daha açıkçası, muhalifliğini süreğenleştirmiş bir kimsenin, örgüt insanı olması hemen hemen imkânsızdır. Denebilirse, o, örgütlenmeye de muhaliftir. Başlıca iki nedenle böyledir: Birincisi, örgüt, esas olarak, muhalefet için değil iktidar içindir ve, genellikle, muhalif kimliğin gözünde “iktidar” en uzak durulması gereken kavram ve iddiadır. İkincisi, müzmin muhalif, örgüt açısından, en iyimser deyişle, yavaşlatıcı bir öğedir; eğer tümüyle durdurucu değilse. Bunun yanı sıra, onun, aykırı ve ayrıksı özelliklerini her durumda öne çıkararak, örgütün farklı nitelik ve büyüklükteki kitlelerle bağ kurmasında güçleştirici bir rol oynayabileceği de unutulmamalıdır.

Bunları yazıp giderken, bir de, sık sık duyduğumuz bir söz aklıma takılıyor. Biraz bağlamın dışında görünse de değinilebilir.

“Sanat muhaliftir” denilir. Kimileyin cümlenin öznesi “sanatçı” ya da “sanat ve sanatçı” biçiminde değiştirilerek ve “her zaman” vurgusuyla pekiştirilerek söylendiği de olur.

Öyle midir gerçekten?

Eskilerin deyişiyle “zaman ve zemin” bağlamından kopartılmış bu saptamada bir geçerlilik ve yol göstericilik aramak boşunadır. İster gerçekliği kavramanın ve yeniden yaratmanın bir yolu olarak ister tarihin belli bir döneminde piyasanın koşullarına ve istemlerine yanıt veren bir kültürel üretim alanı olarak isterse başka biçimlerde anlaşılsın, sanatın muhalifliğinden söz etmek anlamsızdır. Sözgelimi, kapitalizm koşulları altında muhalif bir konumda bulunmak genel olarak sanat ve sanatçılar için değil, ancak onların bir bölümü için söz konusu edilebilir ve bu konumun kökten değişmiş toplumsal-ekonomik koşullarda değişmeksizin korunacağını öne sürmek saçmalıktır.

Neyse… Oldukça farklı boyutları bulunan bu başlık altında sözü uzatmamakta yarar var. Değinip geçmiş olduk.

Pek de uygun olmayan koşullarda yazmaya çalışırken, muhalif ve muhalefet güzellemesinden gına geldi, saptamasından yola çıktık; gide gide, muhalifi ve muhalefeti yerin dibine batıran bir noktaya mı ulaştık yoksa?

Öyle değil aslında.

Bütün sorun ya da sorulması gereken asıl soru şu: Bir, neye ya da kime ve neden karşısın; iki, karşı olup da ne yapıyorsun?