Belden Aşağı Vuruş

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın AkP ile ilgili sözlü suçlamalarını dile getirmesine birkaç saat kala, yine eşzamanlı sabahın körü operasyonlarıyla gerçekleştirilen gözaltıların ve izleyen olayların akla getirebileceklerinden ikisi şunlar olabilir: Biri, yargının hiçbir bağlantısı bulunmayan iki biriminin çalışma programlarının zamanlamasında ortaya çıkan bu uyumla ilgili. Tümüyle rastlantı olduğu, öyle denk geldiği söyleniyor. Bu, güçlü görünmese de, bir olasılık olarak dikkate alınabilir. Ama, operasyonu başından beri planlayıp yürütenlerin büsbütün akıldan noksan oldukları kabul edilmedikçe bu olasılığın geçerliliği ciddi ciddi ileri sürülemez. Şu basit nedenle: Akıldan noksan olmasalar, ölçülü ve önlemli davranmaktan bu kadar uzaklaşmazlar, şu anda her yerde konuşulmaya başlamış "restleşme" kodlu tehlikeli gerekçelere bağlanacağı besbelli bu çakışmayı önlemek için birkaç gün daha beklerler ya da acele ederlerdi. Demek, bizim Yurdakul Er'in deyişiydi galiba, "emperyalist demokrasi" peşinde koşan tarafın akıl yoksunu olduğu varsayılamayacağına göre, bu olasılığın üstünü çizmek gerekiyor. İlle de rastlantıdan söz edilecekse, bunun bilip isteyerek yaratılmış bir rastlantı olduğu söylenebilir ancak.

Aklıma takılanların ikincisiyse, ikili iktidar durumunun üstündeki örtünün kalkmasına ilişkin olarak iki hafta önce burada yazdıklarımın biraz erken sayılabilecek bir zamanda gündeme gelmesiyle ilgili: "Örtünün, her türlü belden aşağı vuruş da dahil olmak üzere karşılıklı salvoları örtemez hale geldiği besbellidir. Bunun arkası, ya geçici bir ateşkes olabilir ya da tarafların korkularını da toz duman edecek ve 'belden aşağı vuruş' deyiminin pek sportif kaçacağı gümbürtülü bir kapışma..."

Önce, "belden aşağı vuruş" üzerinde duralım. Bunun bir spor terimi olduğunu biliyoruz. Çıkış yeri ise, benim bilgim yetersiz değilse eğer, boks ringleri. Boksörlerin birbirlerinin belden aşağı bölgelerine yumruk vurmaları yasak. Vuran, hakemden uyarı alıyor ısrar ederse ceza puanı falan derken diskalifiye olmaya, yenik sayılmaya kadar gidebiliyor. Ancak, bu olaydaki belden aşağı vuruşların, iddianamenin geciktirilmesi, gözaltıların gerçekleştirilme biçimi, tutukluluk süreleri, "hür basın"ın çirkeflikleri, vb. vb. olduğu sanılmamalı. Bunlar da azçok o tür vuruşlar arasında sayılabilir ama, tam öyle olmadığını ileri sürenler de çıkacaktır: Pek de belden aşağı olmadığı, belden yukarı ya da bel hizasında vuruşlar olduğu da iddia edilebilir bunların demokrasinin insanlığa bahşettiği zenginliğin somut görünümleri arasında sayılması istenebilir.

Amma ve lakin, şu son gözaltılardan sonraki aramalardan yansıtılan bir haber var ki, hiç değilse bazı aktörlerin diskalifiye edilmesi ile sonuçlanacak bir sürecin başlangıcı olmaya adaydır. Birçok basın organında yer buldu yakın geçmişe kadar Doğan grubu ile kıyasıya bir tekelci rekabet içindeyken fena halde geriye düşen ve skandal sözcüğünün anlatmakta yetersiz kaldığı bir ihale sürecinin sonunda AkP borazanı kampa katılmış bulunan Sabah gazetesi ise 3 Temmuz günlü baskısında manşetten verdi. Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün'ün evindeki özel kasasında 2.5 milyon avro, eşine ait olduğu bildirilen kasa çilingir marifetiyle açıldığında ise içinde çok miktarda altın ve mücevher bulunmuştu.

Bir de, yine aynı 3 Temmuz günü sızdırılan şu haberi ekleyin: Polis aracına götürülürken, gözaltının nedenini soran muhabirlere Aygün, "Atatürk'ü sevdiğim için..." diye cevap veriyor. Bunu televizyon ekranlarında da görüp işitmek mümkün oluyor. Meğer bu görüntünün ertesi gün gazetelere sızan bir devamı da varmış. Polis memurlarından biri, yolda götürürlerken, gözaltına aldıkları işadamına takılmış: "Başkanım, Atatürk'ü sevdiğimden diyorsun ama, kasandaki paraların üstünde Atatürk yok!" Polis memurunun cinliğini takdir etmemek elde değil ama, bu serbestçe laf sokuşturmanın ertesi gün serbestçe gazetelerde yer alması pek alışılmamış bir durumdur. Nitekim, Ertuğrul Özkök de bundan yakınıyor ve polisten değil sadece ATO'dan gelmiş de olsa daha sonraki yalanlamanın kendisini biraz rahatlattığını belirtiyordu.

Toplumsal Kurtuluş dergisinin yıllar önce Altan Öymen'e yakıştırdığı "tekellerin aslan terbiyecisi" görevinin günümüzdeki bir benzerini devralmaya gönüllü Özkök ister eksik ister tam rahatlamış olsun, bu tür aşırılıkların düzenin mantığında kabul edilir yanını bulmak çok zordur. Böyle can havliyle, kural mural tanımadan yumruk sallamaya başlayan boksörün önce kulağı çekilir sonra defteri dürülür. Öyle bir durumun göstergesi midir bu? Daha pek belli değil ama kesin bir gösterge değilse de ciddi bir işaret sayılabilir.

Tamam, darbeydi, demokrasiydi, efendim hak, hukuk, adalet, şu bu, iyidir hoştur, kapitalist sınıfın bunlara ne kadar duyarlı olduğunu göstermek için kırk takla atıp yine de kimseyi inandıramadığını bilmeyen kalmamıştır ama bir kapitalistin evindeki kasası açılıp içindekiler ortaya dökülmeye kalkışılırsa, bu "belden aşağı vuruş"un tartışılmaz bir örneği, belki de tanımı olur.

Bu tür vuruşların saf değiştirmelere kadar varacak sonuçları tetiklemesi şaşırtıcı olmaz, demek istiyorum. Üstelik, bir kez tetiklendikten sonra, saf değiştirmelerin hızlanması, hatta yeniden eski saflara dönüşlerin de eklenmesiyle, çıplak gözle izlenmesi pek güç bir seyrüseferin ortaya çıkması da şaşırtıcı olmaz.

"Bir mensubumuza reva görülen bu uygulamayı hepimize yapılmış kabul ediyoruz."

"Onun meşruiyet dışı herhangi bir tavır ve davranış içine girmeyeceğini de biliyoruz."

"Cumhuriyetin şerefi adaletidir. Eğer bir sistem, hukukun ve adaletin dışına çıkmakla korunabilecekse esasen korunmaya değer değildir."

Bu son derece ağır sözler Odalar Birliği Başkanı'nın olayla ilgili konuşmasından alındı. Bu ve benzeri tepkilerin, yok Kayserili idi, yok Gül'ün kankası idi, yok yasaklı olması beklenen Erdoğan'ın yerine hazırlanıyordu türünden mahalle dedikodusu ile komplo teorisi arasında salınan yorumlara boş verip, öyle bir aramanın yapılmış ve, daha kötüsü, basına sızdırılarak açık edilmiş olması ile birlikte düşünülmedikçe anlaşılması mümkün değildir. Aynı TOBB başkanının birkaç gün içinde, gözaltı tutuklamaya döndükten sonra sergilediği uslu çocuk tavrı ise yukarıda değindiğim çıplak gözle izlenmesi kolay olmayan trafiğin ilk belirtileri arasında düşünülebilir.

Ayrıca, sadece komplo teorileri düzenler yok ortada. Başka yorumlar da bolca yazılıp söyleniyor. Sözün gelişi, "Kendisine bağlı en önemli odalardan birinin başkanıdır elbet tepki gösterir." ya da "Onca yıllık mesai arkadaşının durumuna üzülmez mi insan?" gibi hümanist, "İnsan haklarına ve cumhuriyete bağlılığa dayanan onurlu bir duruş." gibi siyasal rengi ağır basan söylemler de eksik olmuyor. O tür naifliklere de isteyen istediği kadar kulak verebilir kuşkusuz.