Basın özgürlüğü

Belki de Boyun Eğme’nin geçen haftaki manşetinden esinlenerek “Sefil basının özgürlüğü” ya da “Basının sefil özgürlüğü” deseydim daha iyi olurdu. Yansız görünen bir başlık olsun diye mi düşündüm, nedir…

Herhangi bir konu neredeyse hiç değişmeyen biçimde, değişiklik olduğunda da kötüye doğru giderek gündemde kalıyorsa, o konuyla ilgili bilinen ya da çok eskiden beri yeterince tartışılıp temellendirilmiş doğrular akıllardan uçup gidiyor sanki. O zaman, bu doğruları, bazen onların ortaya konuluş süreçleriyle birlikte, hatırlatmak gerekebiliyor.

Gerekiyor; çünkü, bu tür hatırlatmalar hem zaman kaybını önlemeye hem de bu yolla kazanılan zamanda daha yararlı işler yapmaya yardımcı oluyor. Böyle bir hatırlatma için uzunca bir alıntıya tahammül etmek gerekecek; çünkü, okudukça, “bunları bilmeyen mi var” sızlanmaları olacak büyük olasılıkla. Kendimden biliyorum; biliyorum derken, kendim bile buraya aktarırken aynı soru takıldı aklıma. Yine de yazıyorum. Tekrardan genellikle zarar gelmez; üstelik, hiç unutmamacasına öğrenmeyi sağlar.

Aktaracağım çok eski, kamuya açıklanışının üzerinden yüz yıl geçmiş bir belge. Benim ilk okuyuşum ise bunun yarısı kadar bir süre önce olmuş. Ama o arada tekrar tekrar okuduğum da bir gerçek. 

Basın özgürlüğü ‘saf demokrasi’nin de belli başlı sloganlarından biridir. İşçiler bilirler ki, bütün ülkelerin sosyalistleri yüzlerce, binlerce kez görüp anlamışlardır ki, bu özgürlük bir yalandır. Çünkü, en iyi basımevleri ve en önemli kâğıt stokları kapitalistlerin elinde bulundukça, sermayenin basın üzerindeki egemenliği, bütün dünyada, hatta demokrasinin ve cumhuriyet rejiminin en çok geliştiği yerlerde, örneğin, Amerika’da bile en göze batacak, en haşin, en hayasız biçimde kendini gösteren bu egemenlik devam ettikçe, basın özgürlüğü olamaz.

Emekçi halka, işçilere ve köylülere gerçek eşitliği ve demokrasiyi kazandırabilmek için, ilk önce, sermayenin elinden yazarları kiralamak, yayınevlerini satın almak ve gazeteleri rüşvete bağlamak imkânının alınması gerekir. Bunun için de sermayenin egemenliğini yıkmak, sömürücüleri devirmek, bunların direnişlerini kırmak şarttır.

Zenginlerin daha da zengin olma, işçilerin açlıktan ölme özgürlüğünü anlatmak için kapitalistler her zaman ‘özgürlük’ sözcüğünü kullanmışlardır. Basın özgürlüğü, kapitalist kullanımda, basının zenginler tarafından para ile satın alınabilmesi, servetlerinin kamuoyu denilen şeyi biçimlendirmek ve istedikleri gibi oluşturmak üzere kullanılabilmesi özgürlüğü anlamına gelir.

‘Saf demokrasi’yi savunanlar, gerçekte, kitlesel medyaya zenginler tarafından en zararlı, en kötü el koyma sistemini savunanlardır. Bunlar iyi bulunmuş ve yalan birtakım cümlelerle halkı aldatarak, onu ‘basını kapitalist kölelikten kurtarma’ biçimindeki somut, tarihsel görevinden alıkoymaya çalışıyorlar. Gerçek özgürlük ve eşitlik ancak komünistlerin kurmakta oldukları toplumda bulunabilir. Bu toplumda başkasının zararına zenginleşmek, basını ne dolaylı ne dolaysız olarak paranın iktidarına bağımlı kılmak imkânı olmayacaktır. Bu toplumda her emekçi (ya da her emekçi grubu), herkese eşit olarak tanınan kamu basımevlerinden ve kamusal kâğıt stoklarından yararlanma hakkına sahip olacak ve bu hakkını kullanabilecektir.

“Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü Üzerine Tezler ve Rapor” başlığını taşıyan belgeden alınmış bu değerlendirmeler, bundan yüz yıl önce yapılmış ve 2-6 Mart 1919’da gerçekleştirilen Komünist Enternasyonal Birinci Kongresinin üçüncü günündeki toplantısına sunularak kabul görmüş. Yazan ve sunan, dünyanın ilk sosyalist devriminin ve toplantıya ev sahipliği yapan ülkenin önderi Lenin.   

Şimdi sorulabilir: Bu söylenenlerde yanlış, hatalı, abartılı, önemini yitirmiş ne var? Hiçbir şey.

“Basın” kavramının anlattığı alanda gerçekleşmiş teknik yeniliklerle ilgili eksiklikler dışında güncel duruma uygun düşmeyen bir yan var mı? Yok.

Bununla birlikte, örnek olsun, sadece teknik yeniliklerle değil devletin işin içine çok etkin biçimde girmesiyle ilgili olarak da birtakım eksikliklerden söz edilebilir. Bizimki gibi ülkelerde çok kaba biçimde, başka yerlerde biraz daha inceltilmiş olarak yürütülen baskı ve zorbalık uygulamaları, basın kuruluşlarını mutlak denetim altında tutmak üzere mülkiyetlerinin kapitalistlere geçmesi için devlet eliyle sağlanan imkânlar ve bu işlemlerin yürütülmesi sırasında kullanılan yöntemler eklenebilir. Ama bütün bunlar, yukarıda aktarılan yüz yıllık belgenin özünü değiştirmez, sadece onu doğrulayıcı kanıtlar olma işlevini görür.  

Gerçi, özellikle aynı belgede yer alan herkesin yararına sunulacak basımevleri ve kâğıt stokları türünden sosyalist “vaatler”e burun kıvıranlar, hiç sevmediğimi pek çok kez dile getirdiğim, ama burada kullanmak zorunda kaldığım deyişle “reel sosyalizm”de bunların gerçekleşmediğini, gerçekleşmenin çok uzağında kaldığını, dolayısıyla hayalden öteye geçmediğini ileri sürenler olacaktır.

En iyisi, böylelerine, çok değil biraz sabrederlerse, neyin hayal neyin gerçek olduğunu göreceklerini söylemektir. Sevinirler mi üzülürler mi, onu da kendileri bilecekler artık…