Mesut Odman

İflah olabileceklerle uğraşmayı ihmal etmezken, abartma ile ölçünün önemini bilerek ve her ikisinin dayanaklarını sağlamlaştırarak…

Abartmak

Mesut Odman

Çok eskiden, bizim birkaç kuşak büyüklerimizin ğ’yi de yumuşatmadan “mübalaga” diye söyledikleri zamanlarda, onun yerine “obartma” denildiğini ilk kez üniversiteli ağabeylerimizden işitmiştik. Biz de liselilerdik. Nüfusu yirmi binin hemen altındaki bir il merkezi olan kentimizde onlardan tiyatro öğreniyorduk. Aslında oraların çocuklarıydılar ve tatildi şuydu buydu, her fırsatta kalkıp gelirlerdi. Biz de onları bekliyor olurduk. Tiyatronun sözsüz olanı diye bellediğimiz pantomim de öğrendiklerimizin arasındaydı. Bir de, elbette, sosyalizm öğrenimine giriş yapıyorduk; konuştuklarımız arasında öyle sayılabilecek konular hiç eksik olmuyordu. “Elbette”, diyorum; çünkü o zamanlar tiyatroya bulaşıp da solculuğa uzak kalmak pek mümkün değildi. Pat diye yazıverdiğim şu son cümlenin önünü arkasını doldurmaya kalksak, yazı hem çok uzar hem darmadağın olur. O yüzden burada keselim.

Keselim kesmesine de, deminden beri o zamanlar diye yineleyip duruyorum, o zamanların ne zamanlar olduğunu eklemeden geçmeyelim. Altmışlı yılların ortasına geliyorduk ve çok sonraları “görkemli altmışlar” demekten bu kadar hoşlanacağımızı bilmiyorduk daha. 

Altmışlı yıllara “görkemli” sıfatını yakıştıranlar arasında yer almamla ilgili olarak o yirmi bin nüfuslu kentin biricik olmadığını eklemekle yetiniyorum. Ayrıca, yeri gelmiş sayılabilir düşüncesiyle, buradaki yazılarda, bilimsel incelemeden uzak durmakla birlikte o türün birincil gereklerine ters düşmemeye çalışmanın yanı sıra gerçekçilikten ödün vermeyen bir kurmacadan da kaçınmadığımı belirtmeliyim.

Şimdi, abartma ile devam edelim. Bunun sözcüğün bugüne kadar gelip “obartma”yı unutturarak genel kullanımda kalıcılaşmış biçimi olduğunu sanıyorum.

İki sözcüğe ilişkin yazılı kaynağın da ülkemizin her yanında halkımızın kullandığı sözlerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş, TDK yayını, 12 ciltlik Derleme Sözlüğü olduğunu öğrenmem için epey bir süre geçmesi gerekmişti. Andığım kaynak, büyük şairimiz Tevfik Fikret’in “kanun diye kanun diye kanun tepelendi” dediği unutulmaz dizesinden esinlenerek söylenirse, “Atatürk diye Atatürk diye Atatürk’le bağlantılı pek çok şeyin tepelendiği” 12 Eylül istibdadının saldırısına uğramış bu kurumun en önemli çalışmaları arasındadır bence.

Adı geçen kaynağa göre, “abartma”nın Gürün /Sivas’tan Yatağan/Muğla’ya, Bolvadin/Afyon’dan Sungurlu/Çorum’a, Kandıra/Kocaeli’den Eğridir/Isparta’ya kadar pek çok yörede halk ağzında bildiğimiz anlamda kullanımı saptanmıştır. “Obartma” sözü için de aynı kullanımın Çivril/Denizli’den Haymana/Ankara’ya, Bodrum/Muğla’dan Emet/ Kütahya’ya kadar değişik bölgelerde kayda geçirildiği belirtilmektedir. 

İlk cümlede söz ettiğim büyüklerimiz abartmanın bir sanat yanının da bulunduğunu söyler, “mübalaga san’ati” dedikleri bir tür sanatsal anlatım aracının varlığı ile önemine değinirlerdi. Öte yandan, abartma yoluyla eğitim/öğretim işinde bir kolaylaştırıcılık sağlamak mümkündür. Özellikle çocuklar ile gençler söz konusu ise ve kantarın topuzunu kaçırmamak koşuluyla.

Abartma herhangi bir olayın, sorunun, güçlüğün, gelişmenin, kişinin, virgüllerle ayırarak sıraladıklarımızın ve benzerlerinin tümünü kapsamak üzere kullanıldığında anlam kazanabilecek sözcük olarak herhangi bir “şey”in gerçekte olduğundan daha büyük, önemli, engelleyici, vb. olduğunu düşünmek, anlatmak, göstermek ise eğer, bir önceki paragrafın sonunda yer alan kantarın topuzunu kaçırmamak koşulu da ne oluyor? Buna benzer bir soru akla gelebilir.

Ne olduğunu ya da nereden çıktığını anlamak için eskiden vezin dediğimiz ölçü kavramını devreye sokmak gerekiyor. Böyle demekle, bu kavramın hemen hemen her alanda, her işte, her üründe, kuşkusuz bazılarında daha az bazılarında daha çok olmak üzere, önem taşıdığı düşüncesi ileri sürülmüş oluyor. Toplumsal hayatın bütün alanları için geçerli olduğu söylenebilir bu düşüncenin.

Olası bir yanılgıya yol vermemek bakımından, bunun öneminden söz ederken, iki dayanak noktasını gözetme zorunluluğu belirtilmelidir. Birincisi, ele alınan olgunun ortaya çıkışında belirleyici olan etmenlerin ağırlığını tartmak, ona göre verili koşulları ve geleceği değerlendirmek; ikincisi, özellikle siyasal pratikle doğrudan ilgili durumlarda, asıl amacın ya da hedefin doğru belirlenmesi ve asla gözden kaçırılmaması. Bunlar yeterince gözetilmezse, ölçülü olmak ile ortalamacı olmak birbirine karıştırılabilir, hemen her zaman var olan bu tehlikeli olasılık gerçeklik kazanabilir.  

Bir de, istenmeyen, varlığıyla acılar/sıkıntılar/sorunlar yaşatan bir toplumsal-siyasal özneyi alt etmek için onun barındırdığı çelişkilerden yararlanma, onları derinleştirerek çözümsüzleştirme, böylece kurtuluşu sağlama eğiliminden söz etmek mümkün. Açıkça dile getirilip savunulduğuna pek seyrek rastladığımız bir eğilimdir bu. Genellikle, kendi gücüne ilişkin güvensizliğin ileri düzeylere varması ve karşı güçlerin abartılması ile birlikte oluşur. Sözgelimi, alışılmış sürelerin ötesinde kalıcılık gösteren bir iktidarın karşısında, onun içinde var olan çelişkiler zaman zaman çok da ustalıklı denebilecek biçimde çözümlenip saptanır ve bunlar üzerinde sonu gelmeyen irdelemelere girişilir. Bu kadarla kalsa iyi; zaman kaybına, kimileyin de dayanılması güç bir bıkkınlığa neden olmanın ötesinde büyük bir zarar vermediği düşünülebilir. Ama, o kadarla kalmıyor ve siyasal eylem programlarına yansıyorsa, gözünü o iç çatışmalara dikip onları kışkırtma, çoğaltma, daha da kötüsü çekişen tarafların birinden medet umarak onunla işbirliği yapma gibi mücadelecileri saptırıcı, dolayısıyla tehlikeli sonuçlar doğurabilir.    

Son olarak, sık sık karşılaştığımız yanılgılardan birine, ekonomik krizlerin uzantılarının, etkilerinin abartılmasına, bu anlamdaki ölçü yoksunluğuna değinebiliriz. Ekonomik krizlerin birbirini izlemesi, bunların etkilerinin birikimli olarak ortaya çıkması ve her birinin sonradan gelenler üzerinde ağırlaştırıcı etkilere yol açması, özellikle, benzer kapitalist ülkelerde olduğu gibi Türkiye için de doğrudur; gerçekliğe uygun saptama ya da öngörülerdir. Bu tür gelişmelerin hepsinin birden emekçi yığınların hayatını zorlaştırıcı, git gide katlanılması çok güç baskılar yarattığı da aynı derecede geçerli bir saptamadır. Ama bunlardan hareket ederek, bugünkü çok uzun sürmüş iktidarın yaşanan ve yaşanacak ekonomik krizlerin sonucu olarak ömrünü tüketeceği beklentisi, belli başlı etmenlerin göreli ağırlıklarının tartılmasındaki yanılgı ve yetersizliklerin ürünü olan bir ölçüsüzlüğün göstergesidir. Böyle beklentilerin yol açabileceği sonuçlardan biri ise, önceki paragrafta sözü edilenden daha az tehlikeli olmamak üzere, temelsiz umutların peşine düşülmesine eşlik edecek bir eylemsizliktir. 

Bir de, büsbütün ölçüsüz olanlar var.

Bu sonuncu kategoride yer alanların sayıca en hatırı sayılır olanlarından bir bölümü için “demokrasi vurgunları” demek pek uygun düşer. Buradaki vurgun sözcüğü iki anlamıyla da geçerlidir. Bunlar, bir yandan, demokrasiden çok vurgun yemişlerdir; ama bir yandan da demokrasiye vurgundurlar. Bu ikincisi için sevdalı da denebilir, daha doğrusu, kara sevdalı. Demokrasi ile aralarındaki ilişki bu güzel deyimin anlattığına benzer: Demokrasiye anlaşılması ve anlatılması güç bir sevda ile vurulmuşlardır; ama demokrasinin buna aldırdığı yoktur. Demokrasi deyip durdukları bir “şey”den başka ölçü bilmediklerinden, sanki herhangi bir zamanda ona kavuşmuşlar ve gelecekte kavuşabileceklermiş gibi, uzaklaştıklarını düşündükçe onu yaklaştırmak, geri getirmek, yeniden kurmak ve benzeri hülyalarla avunurlar; avunmakla kalsalar kendilerinden başkasına zararı olmayacak belki, ama bu yolda konuşup koşturup tozu dumana katarlar. 

Ölçüsüzler kategorisinin bir başka alt kesiminden daha söz edebiliriz. Bunlar Goebbels’in öğütlerine uygun biçimde yalanlarını soluk almaksızın yineleyerek inanılır kılmaya çabalayanlardır. Aslında kendileri farkında olmasalar bile o gelmiş geçmiş en vahşi yalancıyla aralarında göbek bağı bulunduğunu düşündürecek kadar fütursuz davranırlar yalan söylemekte. Hani şu “Yalanlar ağırlıklarına göre hafiften ağıra göre şöyle sıralanır: yalan, kuyruklu yalan, istatistik!” diye bilinen ünlü sözdeki sıralamada istatistiği de sollayanlar denilse yeridir. 

Bu arada sokaklarda, meydanlarda, statlarda, yollarda, bellerde can alıcılar kol gezdikçe içe kapanarak yahut dışarıya sıvışarak kaçıp kurtulmayı tasarlayanları, tasarlamakla kalmayıp gerçekleştirenleri de aynı kategorinin alt başlıklarından biri saymak çok mu acımasızlık olur acaba?

İyisi mi, hiçbirine takılıp kalmamalı. İflah olabileceklerle uğraşmayı ihmal etmezken, abartma ile ölçünün önemini bilerek ve her ikisinin dayanaklarını sağlamlaştırarak…