Yanı başımızda, içimize de sıçraması an meselesi bir katliam yaşanıyor. Bu kazan kaynarken kavanozdaki kelebek esip gürlüyor. Kent kent dolaşıp kalabalıklarla buluşuyor. Suriye’de olup bitenlerle ilgili tek bir açıklaması yok.
Kavanozun içinde hayat
Engin Solakoğlu
Daha iki buçuk ay bile olmamış. Suriye’de yönetime getirilen cihatçı ve mezhepçi güruhun nelere yol açabileceğine dair tahminler hakkında yazalı. Yazının başlığı “Çukur”du. Suriye veya dünyanın başka bölgelerine dair isabetli tahminlerde bulunmak için duru görü, üstün yetenek filan gerekmiyor zaten. En kötüsünü söylüyorsunuz tutuyor maalesef. Çukur derinleşiyor ve bir tür kan kuyusuna dönüşüyor.
O yazıdan bir paragraf aktarıp güncele geçeceğim: “Dinciden, mezhepçiden bırakın demokratı, insan çıkartmak bile çok zor. CIA destekli sözde düşünce kuruluşlarının yönlendirdiği Batı basınının bütün çabalarına karşın HTŞ’nin Suriye’yi yönetemeyeceği açık. Esasen hedeflenen de bu aslında. İsrail’in ayağına dolanmayacak kadar dağınık ve güçsüz bir Suriye. O arada, şu veya bu mezhepten diye insanların katledilmesini umursayan olmayacak. Başta yaşam hakkı olmak üzere, insan hakları, sadece Batılılar için geçerli belli ki. Filistinli çocuklar, Suriye’de yaşayan Aleviler o kapsamda değerlendirilmiyor.”
Suriye’de şu an yaşanan Alevi katliamı aklı ve vicdanı olan kimseyi şaşırtmamalı aslında. Canavar canavarlığını yapıyor. Hani şu bir ara çok moda olan Taht Oyunları dizisi ve ondan türetilen diğer dizilerde karşımıza çıkan ejderhalar gibi. Sebze yiyecek hali yok. Kanla, nefretle besleniyor. Ölü sayısının şimdiden binleri aştığı aşağı yukarı kesin gibi. Ne zaman duracağı, kimin durduracağı ise meçhul.
Suriye’ye dair yazıp çizerken hep yinelediğim ama yinelerken de içimi ezen bir gerçek vardı. Suriye’deki her grubun az çok bir “koruyucusu” var ama Arap Alevilerin kimsesi yok. Alevi toplumuna dönük şiddet tek tek cinayetlerle, adam kaçırmalarla başlamıştı. O sırada Batılı ve Batı’nın kimi zaman ödeme dahi yapmadan kiraladığı kalemler “münferit” olaylardan, İran kışkırtmalarından, eski rejim yanlısı grupların çıkarttığı olaylardan söz ediyorlardı. Düşünce kuruluşları kisvesi altında veya gazeteci gibi faaliyet gösteren Batılı istihbarat aparatları, C. Lister, A. Zelin veya tövbekâr cihatçı W. Nasr da ısrarla bu kalıpları kullanıyorlar Suriye’deki gelişmeleri aktarırken. Esasen şimdi kendi sermayesinin derdine düşen Batı’da fazla alıcısı olan bir konu da değil. Birtakım esmer adamlar diğer esmer adamları öldürüyorlar son tahlilde! O yüzden BBC veya France24 sıkıntısız döndürüyor bu yalan çemberini.
Bu senaryo yazım ekibinin en son yumurtladıkları yalan C. Lister imzalı. Lister, “iyi haber alan yerel bir kaynağa” atıfla (hep öyledir) olayların bir “Alevi darbe girişiminden kaynaklandığını”, darbecilerin önce yerel halkla sonra hükümet güçleriyle çarpıştığını, çok sayıda ihlal (o ne demekse) yaşandığını, artık yas tutmak gerektiğini” uyduruyor yüzü kızarmadan. Dedik ya, bunda bir gariplik yok. Adam işini yapıyor. Asıl can sıkıcı olan birkaç saat içinde Türkiye’deki kimi “liberal” kalemlerin de bu palavrayı tercüme edip yayacak ve salt iktidar yanlısı değil, “muhalif” görünümlü birçok kanalın da papağan gibi bunu yineleyecek olmaları. Ezbere yazmıyorum. Bunun örneklerini birçok kez gördük Suriye konusunda. Bu arada “darbe girişimi” söyleminin popülaritesi de hiç azalmıyor buralarda. Parmağını kaldırsan “darbe girişimi”, "az öteye çekil" desen bin yıllık mağduriyetten açılıyor tarife!
Bizim liberaller, ne de olsa haberin kaynağı Batılı, yalan söyleyecek değil herhalde diye düşünüyor olmalılar. Yine de Lister/Zelin/Nasr imzalı yalan üretecini sırf Batılı oldukları için tek güvenilir kaynak kabul edebilmek için liberal ahmaklığın ötesinde bir yetenek gerekir. Zira “Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi”, kısa adıyla SOHR dahi ölenlerin ezici çoğunluğunun sivil Aleviler olduğunu doğruluyor. SOHR deyip de geçmeyelim, B. Britanya Dış İstihbarat Servisi MI6’nın uzantısı olduğunu herkesin bildiği bir kuruluştan söz ediyoruz. Ama ne gam, biz yine Lister’ın üstüne Batı parfümü sıkılmış herzelerini sosyal medyada paylaşalım ki, Batı’ya bağlılığımız sorgulanmasın AB hedefine çok yaklaştığımız şu günlerde...
AB demişken, AB’nin Dış İlişkiler birimi olan EEAS’ın Suriye hakkındaki açıklamasına değinmezsek eksik kalır. EEAS’ın açıklamasını özetleyen cümle şu: “AB, anlaşıldığı kadarıyla Esat yanlısı güçler tarafından Suriye’nin kıyı kesimlerinde geçici hükümet güçlerine karşı girişilen saldırıları ve sivilleri hedef alan her türlü şiddeti şiddetle kınamaktadır.”
Bu mezhepçi cihatçılar çok kullanışlı. Brüksel’de metro uçurunca “medeniyet düşmanı” diye tanımlanıp polise ilave yetkiler vermek, özgürlükleri kısıtlamak için bahane oluyorlar. Suriye’de katliam yaparken ise “geçici hükümet güçleri”ne dönüşüyorlar.
İmam böyle deyince bizim liberal cemaat ne yapsın? Uydum imama diyor mecburen. AB ile yakınlaşıldığı da yalan değil. Silah üretimini artırma ve ülke çocuklarını uzak yerlerde öldürtme hesabı tıkır tıkır çalışıyor bir yandan. Daha düne kadar küçük ülke diye aşağılanan Fransa’dan silah alımı pişiriliyor. Avrupa başkentleri “sürdürmek istediğimiz savaşta sen yoksan bir eksiğiz” diye ricacı oluyorlar Akepe rejiminden. Gözümüz aydın! Vize kalkıyor bir anlamda. Üniversite öğrencileri hemen sevinmesin. Onlar için değil elbette. Ancak Batı sermayesinin çıkarları için öldürteceğimiz çocuklara vize uygulanmayacağı kesin.
Başta anımsattığım yazının ana konusuydu ama yinelemekte yarar var. Mezhepçilik leş bir çukur, mezhepçiler de o çukurda yaşayan hilkat garibeleridir. Bunları tanıyoruz, nasıl mücadele edeceğimizi de biliyoruz. Ancak dinsel taassuba hiç bulaşmamış görünen, mezhepler konusunda tek satır okumamış, yaşadığı bölgenin gerçeklerine sırt çevirmiş, sırf Batı’ya yaranmak, “biz de vallahi sizdeniz” diyebilmek için mezhepçi pisliklerle birlikte çoluk çocuk demeden öldürülen Arap Alevilere yaşatılan katliamı görmemeye ve göstermemeye çalışanlara ne diyeceğiz? Gerçi ne desek boş. Birinci, ikinci ve üçüncü dünya liberallerinde utanma denilen duygunun zerresi bulunmuyor.
Yine de bu tür yaratıklar için güçleşiyor hayat. Filistin dış politika önceliğimiz değildir deyip sıyrılmak, takım elbise giyiyor diye Netanyahu’yu ve soykırımını görmezden gelmek görece kolaydı. Şimdi emperyalizm ve siyonizmin yavruladığı o katliamcı zihniyet geldi sınırlarımıza dayandı. Gizlemenin alemi yok. Sınırlarımıza dayanmakla da kalmadı, bizatihi Türkiye toplumunun ayrılmaz parçası saydığımız bir inanç grubunu da kendi sınırlarımız içinde hedef alır hale geldi. Ne yapacaklar bizim liberaller? AB ne derse onu mu? Yoksa, “bize ne canım, ortalık karışırsa Yunanistan’da, Bulgaristan’da küçük bir ev alır yerleşiriz” mi diyecekler?
Haksızlık yapmayalım. Bunlar sadece AB’ye bakmıyorlar. Bir de kavanozdaki kelebeği izliyorlar tabii. Çünkü o da aynı yanlış yere bakıyor.
Avrupa silahlanıyor ve Türkiye’yi de yeni bir savaş sarmalına sokma hazırlıkları ilerliyor. Yeri gelmişken yineleyelim. Çıkışı olmayan bir yol bu. ABD olmadan Avrupa siyasi ve askeri bir cüce olarak kalmaya yazgılıdır. Kıbrıs’ta yukarıdaki gelişmelerden bağımsız yorumlanması mümkün olmayan yeni bir süreç pişiriliyor. Kürt eşrafından bir küme, Türk eşrafından bir grup ile “büyümüş bir Cumhuriyetsiz Türkiye” pazarlığı yapıyor. Yanı başımızda, içimize de sıçraması an meselesi bir katliam yaşanıyor. Bu arada kimi kaynaklarda katliamı gerçekleştiren güçlerin en azından bir bölümünün bizim cebimizden beslenen Suriye Milli Ordusu’na mensup oldukları yazılıp çiziliyor.
Bu kazan kaynarken kavanozdaki kelebek esip gürlüyor. Kent kent dolaşıp kalabalıklarla buluşuyor. Şu an için gündemde olmayan, gündeme geldiğinde hangi koşullarda gerçekleşeceği bilinmeyen muhayyel bir seçimden söz ediyor. Ceketi çıkartıyor. Beyaz gömleğin kollarını sıyırıyor. Aha da şimdi kurtuldu memleket! Suriye’de olup bitenlerle ilgili tek bir açıklaması yok. İngilizce sosyal medya hesabından paylaştığı ve eski bir meslektaşımın kaleminden çıktığından emin olduğum Suriye’ye dair mesajda ise kimin kim tarafından hedef alındığına dair tek bir işaret bulunmuyor. Şimdi AB’yle ve Türkiye’deki mezhepçilerle ters düşmenin sırası değil ne de olsa.
Eskiden olsa “burası Norveç mi, Finlandiya mı kardeşim?” derdik. Bu rahatlık, genişlik şimdi onlarda dahi yok. Harıl harıl savaş hazırlığındalar. Belli ki Ekrem Bey’in kavanozu çok rahat. Şimdi artık telaffuzu bile ayıp sayılan kimi psikiyatrik rahatsızlıkları anımsatan bir ruh hali içerisinde görünüyor.
Belli ki kavanoz, kavanozun içindekini olduğu kadar gerçek hayata sırt çevirip kavanozu seyredenleri de körleştiriyor.
İşimiz ne? Uğraşıp duracağız gözlerini açmak için!