CIA destekli sözde düşünce kuruluşlarının yönlendirdiği Batı basınının bütün çabalarına karşın HTŞ’nin Suriye’yi yönetemeyeceği açık. Esasen hedeflenen de bu aslında.
Çukur
Engin Solakoğlu
Salgın bir hastalık gibi yayılıyor emperyalizm. Filistin ve Lübnan’dan sonra şimdi Suriye’de. Kendi adıma, bir yandan öfkelenirken bir yandan öğrenmeye çalışıyorum.
Suriye’de iktidarı ele geçiren HTŞ’nin gerçek yüzünün ortaya çıkması iki hafta dahi sürmedi. Mezhepçi infazlar ve buna tepkiler yayılıyor. Cihatçı geleneği tanıyanlar için sürpriz değil. HTŞ İdlib’de kurduğu baskıcı ve mezhepçi düzeni aynı kadroyla şimdi Suriye’nin hâkim olduğu kısmına yaymaya çalışıyor.
Lideri ismini değiştirdi, sakalını düzeltti, kravat taktı ama örgütün geri kalanı bu makyajdan pek etkilenmiş gözükmüyor. HTŞ’nin başı ayrı, ortası ayrı, tabanı ayrı telden çalıyor. Birleştikleri tek nokta İsrail’in çıkarları. Ne diyor HTŞ’nin Şam Valisi: “İsrail’le sorunumuz yok”. Bırakın Suriye topraklarının işgal edildiği gerçeğini bir kenara, Gazze’deki son hastaneyi de yıkan İsrail’le sorunu olmayanın insanlıkla sorunu var demektir.
Colani’nin iktidarını sağlamlaştırmak için uygulamaya koyduğu pragmatik hareket tarzının HTŞ içindeki Kafkasyalı ya da Orta Asyalı cihatçılar bakımından fazla bir bağlayıcılığı olmadığını tahmin etmek pek güç değildi başından beri. Geçen her gün o tahminleri doğruluyor.
Kırsal alana yerleştiğimden beri bütün yeteneksizliğime rağmen kendimce marangozlukla uğraşıyorum. Henüz bir tahtayı düzgün kesebilmiş bile değilim ama yine de öğrendiğim birkaç şey var. Bunlardan birincisi kullandığın cilâ ne kadar kaliteli olursa olsun elindeki kereste kötüyse o cilâyı kusuyor kısa sürede. Suriye’de gördüğüm tam da bu.
Dinciden, mezhepçiden bırakın demokratı, insan çıkartmak bile çok zor. CIA destekli sözde düşünce kuruluşlarının yönlendirdiği Batı basınının bütün çabalarına karşın HTŞ’nin Suriye’yi yönetemeyeceği açık. Esasen hedeflenen de bu aslında. İsrail’in ayağına dolanmayacak kadar dağınık ve güçsüz bir Suriye. O arada, şu veya bu mezhepten diye insanların katledilmesini umursayan olmayacak.
Başta yaşam hakkı olmak üzere, insan hakları, sadece Batılılar için geçerli belli ki. Filistinli çocuklar, Suriye’de yaşayan Aleviler o kapsamda değerlendirilmiyor. Salt bu noktadan bile sabaha kadar Batı’nın ikiyüzlülüğünden dem vurabilir, emperyalizme sayfalar dolu sövebiliriz. Ancak mesele o kadar basit değil. ABD ve benzerlerinin alçaklıkları, bölgedeki müttefiklerinin desteği olmadan bu kadar başarılı olamazdı.
O müttefikler sadece değişen meşruiyet derecelerine sahip devletler veya iktidarlar değiller. Belirli bir düşünce yapısı, Ortadoğu’da emperyalizmin en sadık ortağı. “Düşünce yapısı” diyerek, insanın en değerli özelliklerinden birine, düşünme yetisine hakaret etmek de istemiyorum ama daha uygun bir karşılık bulamadım.
Mezhepçilikten söz ediyorum. “Benden olduğu halde tam benden olmayan, her konuda benim gibi davranmayan, benim inandığımın yüzde yüzüne inanmayan ortadan kalksın” anlayışı olarak da tarif edebiliriz. Kısaca “çukur” da diyebiliriz. Öylesine körleştirici bir şey ki bu, emperyalizmin kadrolu koçbaşı İsrail’e karşı direnmekten bile önemli görülüyor. İsrail saldırganlığına karşı gösterilen direnişe destek vermeden önce “direnişi gösteren hangi mezhepten” diye bakılıyor. Ben bunu jeopolitik bir analiz bağlamında ele alıyorum ama aslında hayatın her alanını kapsayan ağır bir hastalık bu.
İran veya Yemen’deki Husiler İsrail’in kafasına füze atarlarken size “bunlar aslında İsrail’le anlaştı” dedirtebilecek ölçüde vahim bir akıl yoksunluğundan söz ediyorum. Bir başka örnek İsrail’in yıllardır Beşar Esat’la iletişimde olduğuna dair haberin Akepe megafonları tarafından servis edilmesi. Haber Yediot Ahronot gazetesine ait. İsrail’in sağcı anaakım gazetesinin iddiasının özü şu: “İsrail Esat yönetimiyle yıllardır iletişim halinde”. İçeriği okuduğunuzda karşınıza çıkan manzara ise çok farklı. İsrail Rusya aracılığıyla Esat’la birkaç kez temas kurmaya çalışmış ama Esat yanıt vermemiş. Suriye’nin devrik liderinin bütün hayatı “günah” üzerine kurulmuş bile olsa, salt bu yüzden “cennetlik” sayılır bana sorarsanız. Hiç değilse İsrailli yetkililerle istihbarat paylaşımı yapmadığı gibi, Cumhurbaşkanını da atlı törenle karşılayıp “bağrına basmamış”.
Esat’ı veya İran’ı İsrail’in gizli ortağı olmakla suçlayanların mezhepçi ekibin bir de “seküler” görünümlü yol arkadaşları var. Onlar da PKK’yı, YPG’yi İsrail ve ABD’nin maşası olmakla suçlayanlar. O suçlama yerden göğe kadar doğru da olsa, bir sıkıntı var. Aynı toplulukların NATO üyeliğine, Türkiye’deki ABD üslerine karşı olduklarını hiç duymuyoruz örneğin. “ABD Dedeağaç’ta, Girit’te üs kurdu. Yandık bittik” dediklerinde kastettikleri aslında şu: “ABD biz varken başka maşa kullanmasın!”
Daha fazla dağıtmadan Suriye’ye geri dönelim.
HTŞ militanları eski rejimin sorumlularının yakalanması bahanesiyle Alevi nüfusun yoğun yaşadığı yerlerde terör estirmeye başladılar. Alevi halk ise buna tepki gösterip sokaklara döküldü. Gerek Batı’daki gerek buradaki çarpık parmaklar derhal İran’ı gösterdiler. “İran Suriye’deki yenilgisinin acısını çıkartmak için Aleviler’i kullanıyor” demeye başladılar.
Bu noktada bilinçli olduğunu düşündüğüm bir cehalet var. Suriye’de Aleviler ve Şiiler yaşıyor. Mezhepçi kellelere bakarsan hepsi aynı. Oysa gerçek farklı. Suriye Alevileri, Şiilerin aksine, İran’daki herhangi bir dini otoriteye bağlı değiller. Bir başka deyişle, İran’ın dini lideri Hamaney kendince bir hikmet yumurtladı diye sokağa dökülmüyorlar. Kendi ülkelerinde insan muamelesi görmek istiyorlar hepsi o. Batı’da ve Türkiye’de Suriye’yi devletsizleştirme projesinin mimarları bu İran yalanını özellikle yayıyorlar. Ortak amaçlarından biri de İsrail’in ve ABD emperyalizminin bölgedeki çıkarlarını korumak.
Suriye’ye dair bir başka yalan da Esat rejiminin bir “Alevi” diktatörlüğü olduğu. O yalanın kaynağını da birçok başka melanet gibi, İngiltere ve ABD’de buluyoruz. Örneğin, British Journal of Middle Eastern Studies adlı süreli yayının Kasım ayında yayınlanan sayısında Yaron Friedman’ın kaleme aldığı makale görünüşte Suriye’daki Alevi nüfusunun “gerçek” sayısını ele almayı amaçlıyor. Bununla birlikte neredeyse her paragrafta “Alevi diktatörlüğü” iddası dile getiriliyor. Oysa bırakalım eski yönetimin yapısını bilmeyi, Suriye tarihini, bu bağlamda Baas Partisi’nin siyasal temellerine biraz olsun aşina olanlar bakımından bunun gerçekle en ufak bir ilgisi olmadığı açık. Yaron Friedman’ın Hayfa Üniversitesi’nde görevli bir akademisyen olduğu bilgisini de buraya sıkıştırıp devam edeyim.
Baas partisini beğenmeyebilirsiniz. Ben de meftunu değilim. Ancak partinin Suriye’de mezhepten ve dinden bağımsız bir Arap ulusu yaratmayı hedeflediği, Suriye’deki devlet kadrolarında, orduda ve özellikle de sermaye sınıfında Sünni ağırlığı bulunduğu nettir. Bunun akademik olarak tartışılması dahi ahlaksızlıktır. Gelin görün ki, işe yarıyor. Siyasal İslamcı ve mezhepçi tayfa İsrail tarafından eline tutuşturulan bu yalan üzerinden nefret söylemi yayıyor.
Aslında bizdeki İsrail uzantılarının derdi başka. Cumhuriyet ve aydınlanmayla hesaplaşmalarını Alevi düşmanlığıyla açığa vurmuş oluyorlar. Türkiye halkının büyük bir bölümünü, sermayenin asırlık ihanetine rağmen hâlâ yeterince sersemletememiş, susturamamış, köleleştirememiş olmanın acısını Alevilerden ve kendi hurafelerini paylaşmaya yanaşmayan Cumhuriyet insanından çıkartmaya yelteniyorlar.
Arkaları kuvvetli görünüyor olabilir ama yetmez. Şu an yenilmiş görünen Cumhuriyet devriminin yarattığı birikimi ve birikimden beslenmiş milyonları ürkütemez, geri adım attıramazlar.
O çukura düşmeyiz! Karşı koyarız ve yeneriz. Bunun için tek yapmamız gereken mezhepçiliğin karşısına başka bir mezhepçilikle değil, emeğe, bilime ve aydınlanmaya dayanan örgütlülükle çıkılmasının mümkün olduğunu anımsamaktır.