Nasıl oluyor da 2021 seçimlerinde “sakıncalı” bulunduğu için adaylığı reddedilen Pezeşkiyan, bu kez seçimlere girmekle kalmayıp kazanmayı da başarabiliyor. Rejimin hesap hatası mı?
İran ve Suriye’ye dair
Engin Solakoğlu
Hafta içinde B. Britanya’da genel seçim yapıldı. Beklendiği gibi İşçi Partisi seçimleri kazanarak Avam Kamarası’nda ezici bir çoğunluk elde etti. Türkiye ve Fransa’daki birkaç liberal ve sosyal demokrat dışında okuma-yazma bilen çoğunluk seçim sonuçlarının İP’nin düpedüz sağcı ve İsrail yanlısı lideri Starmer’ın başarısından ziyade Muhafazakâr Parti’nin dibe vurmasından kaynaklandığı teşhisini koymakta zorlanmadı. O grup da bilmediklerinden değil, “Bakın ılımlı (ve İsrail karşıtı olmayan) sol ne güzel!” hurafesine mürit aradıklarından...
Fransa’da Mayıs ayının sonunda Avrupa Parlamentosu seçimleriyle başlayan sandık koşusu bugün Ulusal Meclis seçimlerinin ikinci turuyla tamamlanıyor. Aşırı sağcıların tek başına iktidar elde edip edemeyecekleri merak konusu. Seçim öncesi yayınlanan kamuoyu yoklamaları bunun mümkün olamayabileceğini gösteriyor ama yine de Ulusal Birleşme'nin (RN) ülkede birinci siyasi güç olacağı hemen hemen kesin. Kesin görünen bir diğer husus ise 2027 Başkanlık seçimlerine kadar geçecek süreye Fransa’da kaotik bir siyasi manzaranın damga vuracağı. “Cohabitation”, aşırı sağ karşıtı gevşek bir koalisyon ya da azınlık hükümeti seçenekleri masada.
Batımızda bunlar yaşanırken İran’da da Cumhurbaşkanlığı seçimi düzenlendi. İbrahim Reisi’nin bir helikopter kazasında ölmesi üzerine yapılan iki turlu seçimi Kalp Cerrahı Mesud Pezeşkiyan kazandı.
İran iki bin yıllık komşumuz. Bin yıl kadar batımızdaydı. Bir süre ikamet adresimizdi. Bin yıldır da doğu komşumuz. İran’ı az biliyoruz. Farsça’yı neredeyse hiç bilmiyoruz. Oysa konuşuyoruz. Türkçe’deki Farsça sözcüklerin çokluğundan söz etmiyorum. Kurduğumuz cümlecikleri bağlarken bile Farsçayı kullanıyoruz. Yine de doğumuzda büyük bir bilinmeyen olarak duruyor. Bu arada yüz binlerce İranlı Türkiye’de yaşıyor. Kimisi kalıcı, kimisi daha batıya gitmek için bekliyorlar. Çoğu zaman fark etmiyoruz bile.
İran kültürünün bölgesel etkisi ve derinliği yadsınabilecek bir olgu değil. İran bir dinden ve entarili mollalardan ibaret hiç değil.
Türkiye Cumhuriyeti’nin İran’la ilişkileri komşuluğun getirdiği gerilimler, rejim ve mezhep farklılığı, tarihsel bagaj ve jeopolitik konumlanmalar gibi etkenlerle şekilleniyor. Rekabet hep var ama bunun açık düşmanlığa dönüşmesini güçlerin denkliği engelliyor. İki ülke üstünlük mücadelesini dolaylı sürdürmeyi tercih ediyor. Ortak noktaları da yok değil. Her ikisinde de entarili veya entarisiz burjuvazi iktidarda. Her iki düzen de halkını eziyor, ülkenin zenginliklerini belirli ellerde biriktiriyor. İki rejim de adaletsizliğe rıza üretmek için her türlü yolu deniyor. Humeyni’nin sarığı, “Büyük Şeytan”la mücadele, “egemen güçlere karşı durma” palavrası, sürü halinde yaşayan bir hayvancığın organının elle yapılan simülasyonu, “İslam’ın kılıcı” olma iddiası vs.. Sözün özü, bölgenin en güçlü Komünist hareketlerinden birini çıkarmayı başarmış İran’ı, İran’ın işçi sınıfını daha yakından izlemek ve öğrenmek zorundayız.
Uzatmayalım, seçimi “reformcuların adayı” olarak tanıtılan Pezeşkiyan rahat kazandı. Dikkat çeken ilk nokta, ikinci tura katılımın ilk tura kıyasla 10 puana yakın artmış ve yüzde 50’yi geçmiş olması. Türkiye için önemli görünen ikinci nokta Pezeşkiyan’ın etnik kimliği. İsteyen Güney Azerbaycanlı, annesi de Kürt’müş filan da diyebilir ama adam bildiğiniz Türk. Kendisini öyle tanımlıyor. Türkçe konuşuyor. Farklı isimler de taşısalar Türkçe konuşan halkların ciddi ağırlığı bulunan bir ülke zaten İran. Yalnız emperyalizm uydurması “Turan” hayalleri kuran kötü niyetli ve sersemler için anımsatalım. O halkların büyük çoğunluğu kendilerini İran’ın sahipleri olarak gördüklerinden uzun zamandır “ayrılıkçı” fikirlere pek prim vermiyorlar. Mezhepsel aidiyet de bunda önemli rol oynuyor elbette.
Etnisiteden siyasete geçelim. “Reformcu” Pezeşkiyan İran’da neyi değiştirebilir? İran’daki rejim Cumhurbaşkanı’nı yürütmenin başı olarak tanımlamıyor. Önce dini lider, sonra Cumhurbaşkanı. İlla her konuyu Batı’ya referansla anlatmak gerekirse, İran’daki sistem bir yönüyle Fransa’yı andırıyor. Dini Lider Fransa’daki Cumhurbaşkanı’na, sözde seçilmiş olmasına karşın Cumhurbaşkanı ise Fransa’daki Başbakan’a tekabül ediyor. İpler yine gücünü müphem ve meşkuk “ilahi kuvvetler”den alan Dini Lider’in elinde.
Bu durumda Pezeşkiyan’ın yapabilecekleri sınırlı. Yine de İran’da rıza üretiminde bir sıkıntı olduğu açık. İkinci turdaki seçmen mobilizasyonu bunu gösteriyor. İran halkının hissedilir bir kesimi hırsız mollaları istemiyor ve bunu da mümkün olan her yöntemle, kimi zaman canı pahasına sokakta veya önüne konan eksikli sandıkta gösteriyor. Neden eksikli? Molla düzeni, bu seçimlere herkesi sokmuyor. “Rejime bağlılık” kriterine göre kimi adayların önünü en baştan kesiyor. İşte İran’daki gelişmelerin üçüncü ilginç yönü burada.
Nasıl oluyor da 2021 seçimlerinde “sakıncalı” bulunduğu için adaylığı reddedilen Pezeşkiyan, bu kez seçimlere girmekle kalmayıp kazanmayı da başarabiliyor. Rejimin hesap hatası mı? Şöyle düşünmüş olabilirler mi? “Toplumda huzursuzluk had safhada, reformcu görünümlü bir adaya izin verelim de biraz gazı alalım, rıza üretimi kolaylaşsın”. Ancak evdeki hesap o anlamda çarşıya uymamış olabilir. Ya da en başta Pezeşkiyan’ın seçilmesi, böylelikle yürütmenin önümüzdeki dönemde de azalması beklenmeyecek kusurlarının yükünün Muhafazakâr ve Reformcular arasında dağıtılması hedeflenmişti. İran devlet geleneği entrika bakımından Bizans’ı aratmadığından bu da mümkündür.
Pezeşkiyan döneminin diplomatik alanda kimi açılımlar getirmesi şaşırtıcı olmayacak. Bununla birlikte adaletsiz toplumsal düzen ve gerici tahakküm bağlamında çok umutlu olmak için bir sebep yok.
***
Suriye’den söz edeceğim. Meselenin ayrıntısına girmeyeceğim zira Erhan Nalçacı hocamız bunu her zamanki titizliğiyle yaptı önceki gün. Şu bağlantıdan okumalısınız. Benim değineceğim konu onunla bağlantılı ama biraz farklı bir boyutuyla ilgili.
Dışişleri Bakanlığı 3 Temmuz günü bir açıklama yayınladı. “Ortadoğu ve Suriye Politikamız ile Bağlantılı Olarak Ortaya Atılan İddialar Hk.” başlıklı ve 127 numaralı açıklama her yönüyle ibret verici. Her şeyden önce açıklamanın dili Bakanlığa ait değil. Benim bildiğim Dışişleri Bakanlığı’nda çok benzer bir içeriği çok daha düzgün ve kahvehane üslubu taşımayan ifadelerle ortaya koyabilecek kalemler hâlâ mevcut. Bu dil, son yıllarda alışmaya zorlandığımız bol sloganlı ve hakaretli amigo söylemi. Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Özetle Suriye politikasını eleştirenler a) Tarih bilmemekle b) Egemen güçlerin vekili/uzantısı olmakla suçlanıyorlar.
Suriye politikasını veya politikasızlığını yerden yere vuranlardan biri olduğum için üstüme alınıyor ve yanıt hakkımı kullanıyorum.
Tarih bilmemekten kasıtları nedir, anlamak güç. Cumhuriyet ve aydınlanma düşmanı fesli delinin zırvalarının her unsuruna vakıf olmak ise hak verebilirim. Aklı başında hiç kimsenin o saçmalıkları okumuş olması gerekmiyor zaten. Bunları okuyup topluma tarih diye yutturmaya kalkışanların ise tıbbi ve gerekirse adli “desteğe” ihtiyaçları bulunduğu söylenebilir. Mesele gerçek tarih ise, o açıklamayı kaleme alanların benim gibi amatör bir tarih meraklısının yüzde 1’i kadar bile yetkin olabileceklerini sanmam. O yüzden başka kapıya!
Egemen güçlerin uzantısı olmaya gelince... Geçmiş dönemde, Türkiye’de hukukun kırıntılarına hâlâ rastlanırken “iftira” diye bir suç vardı. Kişi de kurum da olsanız birisine böyle ağır bir suçlama yöneltmenin hukuki bir karşılığı oluyordu. Bu açıklamayı kaleme alan Bakanlık dışı “akıl” sayesinde o kırıntılar da buharlaştığı için “sizi dava edeceğiz” diyemiyoruz. O “akıl” da keyfince sallıyor. Bu işin birinci kısmı.
İkinci kısım öze dair. 2011’de ABD, Fransa, İngiltere’yle kafa kafaya verip komşu bir ülkede rejim değiştirme planına imza koyanlar, bunun için paralı asker, ordu besleyenler, plan çökünce yine o devletlerin rızası ile komşu ülkenin topraklarında asker bulunduranlar “egemen güçlerin vekili” değiller ama topu, tüfeği, istihbaratı, karşı tarafa atacak iki roketi dahi olmayan ve Suriye’ye fiili ve siyasi müdahalenin bu ülke halkına sadece zarar getireceğini yinelemekte ısrar edenler “egemen güçlerin uzantısı”. Bir işçi önderinin zamanında isabetle belirttiği gibi “Öyle mi Alay Komutanı?”
Bu tablo ortadayken, insan önce böyle bir ithamda bulunmaya sonra da asırlardır iyi kötü bir itibar edinmiş bir kurumun logosunu o seviye yoksunu metinde kullanmaya sıkılır. O tür bir haslete sahipse tabii...
“Egemen güç uzantısı” arayanların şayet korkup kâbus görmeyecekler ise ilk fırsatta dönüp aynaya bakmaları ve okuma-yazma yetileri elverdiğince Türk siyasi tarihinin son 60 yılının notlarına bir göz atmaları yeterlidir.