Dergi Üzerine Gevelemeler

Önce biraz bellek tazeleyelim. Neydi Lenin’de özlü ifadesini bulan devrim koşullarının tanımı? Yukarıdakiler eski tarzda yaşayamaz olacak, aşağıdakiler de eski tarzda yaşamak istemeyecek. Birincisi devrimci durum olacak, bunu tamamlayan ikincisi de devrim durumu.
Yine belleklerde, “hâkim sınıflar”ın sürgit bir kaosun içinde bulunduklarının, ekonomik ve siyasal krizlerin “pençesinde” olduklarının, kapitalizmin doğası gereği her dönem için geçerli olduğu ve bütün meselenin, bu nesnel koşulların, öncünün iradi müdahalesiyle emekçi sınıflar lehine değişeceği ortamı yaratmasında düğümlendiği vardır.

Bu “değiştirici” hamlenin tarih sahnesine çıkamadığı her süreçte, öncünün, dönüp dönüp kendine bakması ve hatayı kendinde araması, son derece normaldir, ama bir yandan da, “devrimci durum” önkabulünün sorgulanamazlığının ürünüdür.

Devrimci öncü, materyalisttir. Materyalist, olgulara çıplak gözle bakar. Gerçekliği veri alır. Öncüyü öncü yapan, bu veri alıştan kopmak pahasına belirli koşullarda üretilmiş teorilere “bağlılık” ekseninde siyaset üretmesi değil, bir karşılığı da sosyal pratik olan koşulların farklılaştığı durumlarda, teorinin özüne bağlı kalmak kaydıyla, yeni açılımlar getirmesi ve nesnelliğin siyasetini üretebilmesidir.
Eldeki veri, yönetenlerin eski tarzda yaşayamaz oldukları bir dönemeçten, yaşayabilecekleri yeni bir tarzı, sistem içinde kalarak üretebilmeleriyle bir stabilizasyon sağlayarak çıktıkları yönetilenlerin, yeni bir yaşam tarzı olarak buna eklemlenmeyi seçtikleri somutuna uygun teorik açılımların zorunluluğuna işaret ediyor.

Devrimci öncü, bu değişimin analiziyle de, bu analize rağmen, bugün niyet beyanına dönüşecek klasik siyasi şiarlarla da yetinemez. “Devrim durumu” ve “devrimci durum” diyalektiği, öncünün bugüne kadarkilerle kıyaslanamayacak düzeyde işini zorlaştıran bir yer değişimine uğramıştır. Yönetilenlerin, yönetenlerin stabilizasyonunun parçası olmaktan çıkarılması ve sisteme yabancılaştırılması, “yeni bir tarz”da yaşam tercihlerini karşılayacak şekilde yönetilemeyeceklerine ikna edilmesi, çok daha karmaşık bir hal almıştır.

Açık söyleyelim, devrimci öncü, kendiliğinden devrimci bir sınıf / halk katmanını örgütlemek değil, yaratmak gibi bir badire karşısındadır. Geçmişin emekçi sınıf gerçekliğinden kaynaklı söylem, bugün teoriye idealizasyonun girişi anlamı taşıyan, nesnel karşılığı, “eser miktar”ı saymazsak, pek bulunmayan bir veri alıştır.

Yönetilenlerin, yönetenlerin ideolojik belirlemeleri altında kalmaları, elbet bir öncü gereksinimini doğuran, işin alfabesi sayılan bir ezeli fenomendir. Fark, bilinçli seçim doğrultusunun değişmesindedir. Bu seçimdeki yanılsamayı kırmak, “düzen içilik bilinçsizliği”ne karşı mücadeleden çok farklı yönler taşıyan, çok daha zorlu bir uğraştır.

Bunlardan çıkan sonuç, ani ve sarsıcı alt üst oluşlar doğurabilecek en küçük bir kıvılcımın bile pususunda olmak, ama bu beklentiyle değil, uzun soluklu ve sabırlı bir planlamayla toplumu ilmek ilmek örmenin düzeneklerini yaratmak perspektifiyle hareket etmek gerektiğidir. Bunun anlamı, siyasi mücadelede zaten içkin olan bir ideolojik mücadele cephesinin, bu içkin oluşla yetinilemez olduğunu dayatmışlığıdır. Emekçi sınıf da, öncü için, bir yabancılaşmayı kırma klasiğinin, bir siyasi muhatap oluşluğunun ötesinde, ideolojik muarız alınmak durumundadır.
Nereden çıktı bunlar denilirse, bir süredir devam eden “kültür sanat dergisi” bağlamında birkaç şey söylemek için başlanan bir yazıda, kendiliğinden döküldü. Bir ideolojik mücadele yürütmenin başat noktalarından kültür ve sanat olmazsa olmazından hareketle yapılan önerilerde, “nasıl” sorusunun karşılığı olarak bir dizi olumlu ve kuşatıcı sıfat sıralanması, bende henüz bir somut yanıt izlenimi uyandırmıyor. O sıfatların içini dolduran bir şey arıyorum. “Hedef kitle” tanımlamaya ve o hedefin vurulmasına yönelik berraklaşma arıyorum. “Mücadele”nin kulvarını, bu alanda hâkim olan eğilimlerin sıralanmasının ötesindeki muarızlarını tanımlamaya çalışıyor, bu tanımdan doğacak yöntemi arıyorum. Bu arayış içinde de, yönetenleri, yönetilenleri ve öncüyü düşünüyorum…

“Papirüs” dergisini çıkarma kararı verdiğimizde, çalışmalara başladığımız sıralarda, bir arkadaşımla Milli Kütüphane’ye gitmiş, türlü katakulliyle dergilerin arşivlendiği alana girmiştik. Raflardaki ve yerlerdeki dergi tomarlarına bakarken, bir an göz göze gelmiştik. Büyük çoğunluğu sol tandanslı olmak üzere önümüzde duran muazzam çeşitlilik ve sayıdaki külliyat, ikimize de aynı soruyu sordurmuştu: Bir gün, yeni bir dergi çıkarmak isteyecekler gelirse, bizimki de bu yığının bir parçası olarak mı duracak bir köşede? Sararmış yaprakları karıştırırken, bu soru büyümüş, “farkımız ne olacak”la tamamlanmıştı.

Şimdi, temel bir fark, nesnel koşullardadır. Sınıf analizindedir. Dolayısıyla, o dönemlere damgasını vuran kültür dergilerinin akıbetini yaşamamak fırsatı da vardır, tekrarın beyhudeliği riski de. “Nasıl” ve “niçin” sorularının somut karşılığını, bir tabloya materyalist gözlerle bakarak vermek, “makus talih”i yenmenin birinci şartıdır ama, bildiğim budur.

Ben bunu ararken ne bulursam onu söylerim… Şu an, emek zayisinden ürken bir dili yanmışın tedirginliğiyle yazışım, konuya biraz aykırı bakışıma ket vuruşumdandır.