Yeni Gazetecilik: Sorgucu Piyasa Müritleri

Başbakan Erdoğan önceki hafta gazete patronlarına sataştığı nutkunda ne diyordu?

“Ne yapayım köşe yazarı, hakim olamıyorum diyemezsin. Diyeceksin arkadaş. Bu ülkeyi germeye, bu ülkede ekonomiyi alt üst etmesine müsaade edemeyiz. O zaman köşende yazı yazanın maaşını sen veriyorsun, yarın feryat etmeye geldiğin zaman feryat etmeye hakkın yok. Bir taraftan gelip hükümete vuracaksın, öbür tarafta da köşe yazarlarınla elinden geleni yapacaksın. Şurada yüzde 6,5 puan piyasalar düşüyorsa, bunun sebebi bunlardır. Lütfen herkes çizgisini iyi bilmeli…”

Bir de geçtiğimiz Salı yaptığı ve genel olarak “geri adım” diye nitelenen grup konuşmasından birkaç cümleyi anımsayalım: “Gazetenin yayın politikasını sen belirliyorsun. O yayın politikasına uymayan adam orada nasıl oturur? Bir dükkan açıyorsun, şirket açıyorsun, şirketi batırmak için elinden ne geliyorsa onu yapan bir yöneticiyi orada tutar mısın? İyi çalışmayan bir tezgahtarı orada tutar mısın? Hemen ertesi gün kapıya koyarsın. Efendim ‘ama medyada basın dünyasında böyle değil’ Nasıl öyle değil? Aynen öyle!”

Bu sözlerdeki “içtenliği” görmek zorundayız. Başbakan Erdoğan samimidir ve kanımca gerçekten hayrete düşmektedir. Bir takım köşe yazarları, yazdıklarıyla piyasanın allak bullak olmasına sebep olmakta ve onlara “ekmek veren” patronları da şu ya da bu gerekçeyle kem küm etmekte, işçisine hakim olamamaktadır. Evet, bu Tayyip Bey’in anlayabileceği bir durum değil bu nedenle samimi bir şaşkınlık içinde bulunuyor.

Çünkü Tayyip Bey için piyasaların olumsuz tepki vermesine sebep olmak günahların en büyüğüdür, kabul edilemezdir. Çünkü Tayyip Bey, piyasaların olumlu tepki vermesini sağlamak için doğru ipleri çekmeye ömrünü vakfetmişken, birilerinin işi bozmasına tahammül edememektedir. Çünkü Tayyip Bey’in içerisinden geldiği kültür, şeyhin söylediğinin fetva sayıldığı bir kültürdür ve burada örgütsüz tepkilere, kontrolsüz çıkışlara yer yoktur. Her şey cemaatin doktrinine göre olacak bu iki kere ikinin dört etmesi kadar kesin bir doğrudur.

Bu nedenle Tayyip Bey’in her iki konuşmasında da esas vurgu, gazetecilik mesleğine değil, emek-sermaye ilişkisinin nasıl olması gerektiğine yapılmaktadır.

Peki, nasıl olmalıymış?

Birincisi, piyasa tanrısını kızdıracak hiçbir arızaya izin verilmemeliymiş. İkincisi, ola ki böyle bir günah işlenirse, bunun vebali patronun boynunaymış. Üçüncüsü, demek ki “İslami Kalvinistler” diye yere göğe sığdırılamayan o malum sermayenin yükselişi, emek-sermaye ilişkisinde yeni bir mantığı, yeni bir rejimi, dayatmaktaymış ve bunu anlamayan umreye gider, orada istiareye yatarmış.

Nedir o mantık?

Katı bir cemaat disiplininin şirket hiyerarşinin tüm basamaklarına sirayet etmesi patronun tıpkı bir şeyh gibi şirketinde hem maddi hem de manevi anlamda muktedir olması patronun çıkarlarının çalışanların bütünü tarafından içselleştirilmesi, patronun cemaatini himaye eden bir yüce kişi olarak görülmesi ve böylece şirketin gelişmeler karşısında tek bir vücut halinde örgütlü tepki vermesi…

On yıllardır savunulan militan piyasacılığın mantıksal devamı bu değil mi? O halde Tayyip Bey şaşırmakta haklı…

Hiç kimse “vay efendim, basın özgürlüğü”, “gazeteciliğin namusu” naraları atmasın. Piyasanın kutsiyetine ilişmeden ne özgürlük, ne de namus kalır. Tayyip Bey, bunu pek güzel ifade etmiştir: “Ama medya dünyasında öyle değil. Nasıl öyle değil? Aynen öyle!”

Yeni Türkiye’nin yeni sermayesi de, yeni gazeteleri de “aynen öyle” örgütlenecek Başbakan’ın iki konuşmasında da söylediği ve bunu anlamayanlar karşısında samimiyetle şaşkınlığını ifade ettiği husus bu.

“Yeni gazete” ve emek-sermaye ilişkisindeki bu yeni rejimin takipçisi gazetecilik anlayışı nedir?

Yandaş medya vesaire, bu tartışmalar bir yana, artık yerleşmiş olan zihniyet yapısına göz atalım. Bu da “sorgucu”, yanlış anlaşılmasın sorgulayıcı değil, bildiğiniz polis sorgusunda olduğu anlamda “sorgucu” gazeteciliğin meşruluk kazanmasıdır.

Bunun örnekleri çok, ama çarpıcı bir tanesini dünkü Zaman gazetesinde Nuriye Akman’ın Fikret Bila’yla yaptığı röportajda, daha doğrusu sorguda görmekteyiz. Fikret Bila’nın ne cevap verdiğinin bu çerçevede bir önemi yok biz yöneltilen sorularla ilgileniyoruz.

İlk dört soru ya da “yoklama”yı noktasına dokunmadan aktaralım:

“Köşenizin adı Yön. Doğan Avcıoğlu'na, onun Devrim gazetesine sempatinizden dolayı mı bu ismi seçtiniz?

“O hareketin yapısını Hasan Cemal'in anılarından da biliyoruz. Ordunun içindeki bazı ulusalcı subayları kışkırtarak, ikna ederek bir devrim yaptırma yönünde bir hareketti. Siz kuşak olarak yetişmediniz ama zihniyet olarak yakınsınız belki.

“2010 Türkiye'sinde de buna benzer yaklaşımlar, yani orduyu sürekli darbe yapmaya kışkırtan ulusalcı akımlar var. Siz bunların neresinde duruyorsunuz?

“Peki bu orduyu kışkırtan ulusalcılara karşı yeterince eleştirel mi davranıyorsunuz, yoksa onları içten içe destekliyor musunuz?”

Bunlar birer röportaj sorusu olabiliyorsa, demek ki “yeni gazeteler” artık birer mahkeme, “yeni gazetecilik” ise sorgu hakimliğidir. Piyasanın kutsiyetine halel getirmeyecek, şeyh-patronun sözünden çıkmayacak mürit gazeteciler aranmaktadır.