Uzlaşma

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Başbakan’ın mitingleri arasına sıkıştırarak İnegöl ve Dörtyol’da olup bitene ilişkin de birkaç söz ediyor. Gerçekten “araya sıkıştırılmış” cümlelerle… Zira demecinin büyük kısmı 12 Eylül’de AKP maddelerine neden “evet” denmesi gerektiği propagandasına ayrılmış. İnegöl ve Dörtyol’daki olaylara dair araya sıkıştırdığı mesajın özeti ise şu: “Olaylar hiç öyle göründüğü gibi yalın değil.”

Atalay’ın ne ima ettiği açık: Referandum öncesinde AKP’yi zor durumda bırakmayı hedefleyen güçler ülkücü çeteler eliyle bir provokasyon gerçekleştirmişlerdir. Taraf hemen manşeti çaksın: “Provokatör çavuş çıktı”!

Peki, Jandarma Genel Komutanlığı kime bağlı? “Görüneni pek bir yalın, görünmeyeni pek bir derin” ilan eden İçişleri Bakanı ABD ve Barzani güçleriyle kurulmuş olan “üçlü mekanizma”nın koordinatörü değil mi? Daha birkaç hafta önce bir başka provokatif olayın yaşandığı bir kente ilişkin “istihbarat birimlerimizi yolladık, araştırıyorlar” diyen Bakan, burada olup bitenlerden hiç haberi yokmuş gibi davranmasına ikna olmamızı mı bekliyor? CIA’nın, Mossad’ın, Muhaberat’ın ajanlarının fink attığı bir kentte “görünenlerin çok yalın olduğunu” düşünen bir İçişleri Bakanı olabilir mi?

Eğer gerçekten öyleyse, Beşir Bey böylesine safça “görünenlere” inanmışsa bu, devletin belirli bölgelerin yönetimini bırakmış olduğu anlamına gelir. Eğer öyle değilse, Beşir Bey “olaylar bildiğiniz gibi değil” diye atıp tutmayı bırakmalı, ne olup bittiğini baştan beri bildiğini itiraf etmelidir.
Kaldı ki bu tabloya bir unsur daha ilave edilmelidir. Artık ayyuka çıkan olgu, Türkiye’nin bu noktaya getirilmesinde, yani sermaye partileri arasındaki rekabetin kitlesel ölçekte provokasyonlarla verilen kanlı mesajlar üzerinden sürdürüldüğü bir iklimin yaratılması sürecinde ordunun yüksek komuta kademesinin hükümetle uzlaşma içinde olduğudur. Devlet içinde çatışma varsa bu da var o halde üç maymunu oynayan üçlü mekanizma koordinatörünün “görülenin pek yalın” olduğunu ileri sürmesi olsa olsa bir kamuflaj taktiğidir.

Beşir Bey Nakşibendidir ve esas olarak şeyhi Coşan’a “rabıta eder”. Ancak bakanlığının en önemli vurucu gücünü tekil eden Pensilvanya İmamı’na belki de şeyhinden daha fazlasını borçludur. “Esasen, Türkiye'de demokrasi adına birçok şey ilk defa oluyor, Türkiye normalleşiyor” derken de İmam Efendi’nin kudretine çok güvendiği kesindir.

Ne diyor Pensilvanya’nın İmamı? “Değil sadece kadını erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılmışıyla hayatta olan insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘evet’ oyu kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da… Ben zannediyorum ruhları koşar da… Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır.”

İmam Efendi’nin nefesi ölüyü diriltmeye yeter mi orasını bilemem, ama İnegöl’de ve Dörtyol’da neler olduğunu bilmeye yettiğine kuşku yok. Cemaatin mezardakilere de “evet” oyu kullandırmak konusunda da yapabilecekleri olduğunu ve ihtiyaç hasıl olduğunda bunu yapmaktan kaçınmayacağını da biliyoruz. Zira Beşir Bey’in “normalleşen” Türkiye’sinde mezardan oy kullanmak dahi mümkün hale gelmiş bulunmaktadır. Beşir Bey, “bilmiyorduk, araştırıyoruz ve hayret ediyoruz” derken de Pensilvanya İmamı’ndan feyzalmaktadır.

Zira İmam Efendi de “Vefalı ve samimi millet, ‘olsun’ deyip bir kere daha doğrulmaya çalışırken bu defa da bir balyoz gibi 12 Eylül indi başlarına. Sonra bir de 28 Şubat...” diyerek 12 Eylül’den “milletin başına inen balyoz” diye söz edebilmekte, o balyozun sapını sıkı sıkıya tuttuğunun ve hiç bırakmadığının nasılsa görülmeyeceğini varsaymaktadır. İlginç olan, zamanında “ordu göreve!” diye bağırıp çağırdığı yazılarına kolayca, üstelik kendi kaynaklarından erişilebileceğini umursamıyor oluşudur. Komuta kademesiyle uzlaşmanın kökeni bu açıdan yeni değil, İmam Efendi’nin “fıtratında var”...

Ne diyor 1979 Haziran’ında? “Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mâzînin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celâdetini gördük... Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisâr içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı... Tuğa selâm, sancağa selâm ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selâm!”

Ne diyor 1980 Haziran’ında? "İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriyet duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet... Bu nasıl iştir! Türkiye’de devlet ve hükümet yok mu? Ne oldu askere? Polisler nerede? Marx’ın bayrağı altında mitingler yapıyorlar ve bunlara müdahale eden çıkmıyor! Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardır."

Ne diyor 1980 Ekim’inde? “Sahnenin bu rengârenk aldatıcılığı, ortalığı inleten valsin korkunç uyutuculuğu ve kostümün gözbağlayıcılığı karşısında, oynanan oyunun gerçek yüz ve vahşetini ilk sezen, son karakolun kahraman bekçileri oldu. Bu sezme, ümit dünyamızda yeniden kendimize gelmemizi ve kendi kendimizi idrak etmemizi te'min etti. Aslında buna bir sezme demek de uygun değildir. Bu, düşmanı kıskıvrak yakalama ve bir zaferdir. İçtimâî bünyenin, haricî bir kısım erâciften temizlenme, arındırılma ve aslına ircâ zaferi. Bu zafer, kendinden ümit edilenleri getirdiği takdirde, Türk'ün zaferler hanesinde en muallâ yeri işgal edecektir. Böyle bir ilk tefahhüs ve sezişe, başka bir yazımızda selam durulmuş ve gaziler ocağının yiğit eri mehmetçiğe teşekkürler sunulmuştu.”

Ne diyor 1980 Kasım’ında? “Eli kanlı, yüzü kanlı gönlü kanlı, gözü kanlı hasılı, hem deli hem de kanlıya merhamet, bütün mağdurlara, bütün mazlumlara karşı en korkunç bir merhametsizliktir. Böyle bir tutum ise, kurda acıyıp da, kuzuların hukukunu kâle almama gibi bir şeye benzer ki, kurtları güldürse bile, bütün âsumanı âh u efgâna getirecektir.”

İmam Efendi darbeden önce “ordu göreve” diye bağırıyor, darbeden sonra Evren Paşa’sına selam duruyor, “merhamet etme” fetvaları çıkarıyor. Aynı İmam bugün 12 Eylül mağduruna yatıyor.

“Üçlü mekanizmanın koordinatörü”, “olaylar göründüğü kadar yalın değil” diyerek safı oynuyor. Ardından da ekliyor: “Türkiye normalleşiyor”.

Böyle bir “normal”de yaşamak isteyen varsa buyursun evet desin…