Sorosçu Darbeler Miadını Doldurdu mu?

Moldova'da 5 Nisan'da yapılan seçimlerde oyların yüzde 50'sini alarak yeniden iktidara gelen Komünist Partisi'ne karşı başlatılan ayaklanmadan akıllarda birkaç saat süren parlamento işgali sırasında binaya asılan Romanya ve Avrupa Birliği bayrakları kaldı. Moldova örneğinde "renkli devrim" çabasının tutmaması, Avrupa'nın doğusunun krizle birlikte uğradığı yıkım koşullarında siyasi yapının yeniden şekillendirilmesi sürecinde artık farklı dinamiklerin gündemde bulunduğuna, yeni bir dönemin açılmakta olduğuna işaret ediyor.

Sovyetler Birliği'nin çözülmesinden sonra talan edilen eski sosyalist ülkelerde, yağmanın ardından emperyalist protektoralar oluşturmak üzere iki boyutu ön plana çıkan bir model oluşturuldu. Bu ülkeler, birincisi, üç-beş oligarkın ve emperyalist şirketlerin tekelinde işleyen ve yüksek dış kaynak girişine bağlı olan bir ihracata dayalı birikim sürecine sokuldular. İkincisi emperyalizme siyasi bağımlılık kimi örneklerde AB üyeliği üzerinden gerçekleştirilirken, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan gibi diğerlerinde ise Rusya'yı kuşatmak üzere uluslararası sermayenin tertiplediği liberal darbeler eliyle hayata geçirildi. Ancak krizle birlikte bu yapının ne denli kırılgan ve sürdürülemez olduğu da bir bir açığa çıkmaya başladı.

Şu anda görünen tablo, AB üyeliğine alınan ve bir süre AB'nin en hızlı büyüyen ülkeleri olarak yeni bir ekonomik mucize diye pazarlanan Doğu Avrupa ülkelerinin süratle batışa geçtikleri... Örneğin, bir ara yıldızı pek bir parlatılan çiçeği burnunda AB üyesi Baltık ülkelerinin 2009'da ortalama yüzde 10 civarında küçülecekleri yönündeki tahminler bile artık iyimser sayılıyor. Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Sırbistan ve diğerleri için de durum hiç farklı değil. Bu ülkelerin hepsinde ekonomik çöküşle beraber hükümetlerin düştüğünü, başbakanların kaçarcasına istifa ettiklerini görüyoruz.

Sorosçu darbeler kuşağında yer alan ülkeler bu çöküş tablosunda başı çekiyorlar. Örneğin bu kuşağın en popüler örneği olan Ukrayna'nın yine bu yıl yüzde 9 küçüleceği Dünya Bankası ve IMF gibi kurumların muhafazakar tahminleri arasına girdi. Tahminlerin ufku yüzde 15'lere kadar çıkıyor. Ukrayna'nın çöken mali sisteminde oluşan gedikleri yamamak üzere IMF'den aldığı 18,6 milyar dolara ilaveten 10 milyar dolar daha kaynağa ihtiyaç duyduğu belirtiliyor ve ülke bunun için AB'ye avuç açıyor. Yeterli bütçe disiplini sağlamadığı için bir ara görüşmeleri askıya alan IMF'nin yanı sıra özellikle içeride tekellerini kurtarma derdine düşmüş Almanya ve Fransa da Ukrayna için kesenin ağzını açmaktansa "turuncu devrim" kahramanları Yuşçenko ve Timoşenko'yu daha fazla sıkıştırmayı yeğliyor.

Krizin hızı veri alındığında yeni Sorosçu darbelerin desteklenmesinin barındırdığı siyasi riskler ortada. İktidara gelmesi sağlanacak aktörlerin üç gün sonra AB ve IMF tarafından basiretsiz ilan edilmesi olasılığı hayli güçlü. Bu nedenle Moldovalı anti-komünist "dijital devrim"cilerin Soros parasıyla iktidara getirilmelerindense, ellerinde AB bayraklarıyla Kişinev sokaklarında nümayiş yapmaları yeğleniyor. Dolayısıyla Le Monde yazarı Alexander Billet'nin yazdığı "yabancı desteğin eksik oluşu", ancak para ve anti-komünist kalkışmanın uluslararası alanda militanca desteklenmesi şeklinde anlaşıldığında doğru bir tespit.

Emperyalizm Avrupa'nın doğusunun siyaseten yeniden şekillendirilmesi işinde "umudunu" şimdilik, krizin yarattığı "olağan" otorite arayışının sağı yükselteceği beklentisine bağlamış olduğu anlaşılıyor. Örneğin Ukrayna'da 15 Mart'ta yapılan Ternopil bölgesi seçimlerini yüzde 34 oyla Oleg Tyahnıbok'un faşist Svoboda (Özgürlük) partisinin kazanması, Soros'un çocuklarının yerlerini nazi özentisi tosuncuklara bırakabileceğine işaret ediyor. Nazi özentisi derken abarttığım düşünülmesin Tyahnıbok'un partisinin orijinal adı Sosyal Nasyonalist Parti'ydi. Aynı zatın NATO yanlısı ve Rus düşmanı olduğu da biliniyor.

Benzer şekilde Macaristan'da Ulusal Muhafızlar adlı paramiliter bir örgütü bulunan Daha İyi Bir Macaristan Hareketi'nin (Jobbik) 2010'daki seçimlerden en kötü ihtimalle üçüncü parti olarak çıkması bekleniyor. Bulgaristan'da ise ırkçı Ataka (Saldırı) koalisyonda yer alıyor. Hollanda, Belçika ve Avusturya gibi ülkeler başta olmak üzere bütün Avrupa'da gerici partilerin yükselişte olduğu göz önünde tutulursa, Doğu'nun AB'yle siyasi entegrasyonu açısından bir süre de bu model işleyecek gibi görünüyor.

Krizle beraber sağın yükselmesi, Slav ülkelerinde Rusya'yla daha fazla yakınlaşma gibi bir itki yaratabilir mi? Bu noktada Rusya'nın Osetya Savaşı'ndan sonra belirginlik kazanmaya başlayan uzlaşmacı tutumununun devreye girdiğini söyleyebiliriz. Krizin sillesini hayli sert bir şekilde yiyen Rusya'nın dış politikada "entegrasyoncu" bir çizgiye doğru kayma eğilimi gösterdiği görülüyor. ABD'nin biraz da bu nedenle Sorosçu darbelerle yoluna devam etmek yerine, Ermenistan meselesinde yaptığı gibi diplomatik hamlelere dayanan bir kuşatma operasyonuna yönelmeye başladığını anlıyoruz.

G-20 Zirvesi'nden Doğu Avrupa'nın IMF'ye teslim edilmesi kararının yanı sıra "Euro'ya bağlılığınızı koruyun" mesajının çıkması, ABD ve AB emperyalizminin Doğu Avrupa halklarının "ketlenmesi"ne güvendiklerinin bir işareti sayılabilir. Krizden önce AB üyesi bölge ülkelerinin tamamında para birimlerinin Euro'ya bağlaması nedeniyle aşırı değerlenme sorunu yaşanıyordu. Krizle beraber ihracatı artırmak üzere devalüasyonlar gerçekleştirilmeye başlandı. Ancak bu durumda da şirketler ve bankalar yüksek döviz borçları nedeniyle hızla batmaya başladı. Bu tablo karşısında aynı ülkelere "Euro'dan vazgeçmeyin" ve "size IMF kaynağı dışında zırnık yok" denilmesi, bölge halklarının faşizan bir yükselişle pasifize edilmek istendiğini gösteriyor.

Sorosçu darbelerin devri şimdilik kapanmış gibi görünse de, bölgede doksanların başındaki dinci-faşist gericilik patlamasına benzer bir sürecin yoğunlaşacağını söyleyebiliriz. Ancak doksanların başına kıyasla daha güçlü olan solun bu kez emperyalizmin bu kirli oyununa kılıç atabilmesi ihtimali de daha güçlü. Şurası çok açık Doğu Avrupa halklarının ketlenmesine ancak sosyalizm bayrağının yükseltilmesiyle dur demek mümkün olabilir.