“Sınırsız” Birikim Dönemi

"Tiran'da bitirdik. Sudan'da devam ediyor, bitmek üzere. Bulgaristan, Romanya ve Macaristan'a yapacağız. Rusya çalışmalarımız var."

Bu sözler, dünkü Milliyet'te tam sayfa röportajı yayınlanan Universal Hospitals Group'un patronu Azmi Ofluoğlu'na ait. Bitirdik, yapıyoruz, çalışıyoruz dediği, özel hastaneler. Haberin başlığı da, Doktor Bey'in Irak'ta 750 milyon dolarlık hastane ihalesi aldığını bildiriyor. Ayrıca Tanzanya ve Kenya'da da sağlık merkezleri açmayı düşünüyormuş. Tiran'dan Tanzanya'ya değin "sağlık ticareti"...

Buna tipik sermaye ihracı süreci diyebilir miyiz? Bu konuda temel kaynağımız, Lenin'in Emperyalizm'i, şunu söylemektedir: Sermaye ihracı, kapitalizmin fazla olgunlaşmasıyla birlikte sermaye fazlası oluşması ve bu ülkelerde yığınların yoksulluğu nedeniyle sermayenin kârlı yatırım alanı bulamaması olgusundan ileri gelir. Türkiye'de kapitalizm fazla olgunlaşmış mıdır bu tartışılabilir. Ancak çürüdüğü kesindir. Kanımca örnekte bahsedilen sermaye ihracı bu tarifle uyumludur, ancak bunun yanında not edilmesi gereken kritik nokta şudur: Sermayenin aşırı birikimi, bu örnekte, kamusal sağlık hizmetinin tasfiyesi üzerinden gerçekleşmiştir. Halkın birikimlerinin üzerine çöreklenen sermaye, yağmaladıklarıyla şimdi Irak'tan Tanzanya'ya kadar uzanmaktadır. Aşırı birikimin kaynağında tarihsel olarak çok kısa bir süre içinde gerçekleşen bir ilkel birikim süreci, kamunun tasfiyesi yatmaktadır. Öyleyse devlet mekanizması sermaye ihracının tam göbeğine yerleşmektedir.

Sadece kamu kaynaklarının yağmaya açılmasıyla mı? Sürecin ne kadar hızlandığını ve ne kadar çok boyut kazandığını görmek için yalnızca haftasonu gazetelerde çıkan haberlere bakmak bile yeter. Örneğin, Milli Piyango'yu bedavaya kapatamadığı için bozuk çalan Karamehmet'in Kuzey Irak'ta 50 milyar dolarlık -payına düşen yüzde 25'tir- petrolün üzerine konduğunu okuyoruz. Bunlar, tekellerin siyasi tavırlarını bir gecede yüz seksen derece değiştirmeye yetecek büyüklükte paralar. AKP şapkadan tavşan çıkarmış Karamehmet'e "piyango" Irak'ta vurmuştur. Tavşanı çıkaran da, "Levent Ersöz'le ne konuştun?" diye soran da aynı AKP'dir.

AKP'yle ne ilgisi mi var? Cevabını Prag'taki "Nabucco Zirvesi" dönüşü Cumhurbaşkanı Gül veriyor: "Irak'ta faktörlerden birine takılıp kalırsak büyük avantaj kaybederiz. Güvenlik, ekonomi ve siyaset birbirinden ayrılamaz." "Faktörlerden biri"nin ne olduğu açık ve tekellerin, AKP'nin "Kürt sorununu ancak ben çözerim" iddiasına "ben sana mecburum, bilemezsin" dışında verecek bir yanıtı yok. Çünkü buradan tavşanlar çıkmaktadır.

Birikimin odağında bir kez daha devlet bulunmaktadır. Ancak bu defa enerji sektöründe kamu kaynaklarının yağmalanmasının yanı sıra, yeni Dışişleri Bakanı'nın ifadesiyle "stratejik derinlik"te bizzat ülkenin boğulması da işin içindedir. Bunlar birbirlerinden ayrılamamaktadır ve mevcut haliyle Türkiye'nin sermaye ihracı, Cumhurbaşkanı'nın ifadesiyle, ekonomi ve siyasetin birbirinden ayrılamamasıyla gerçekleşmektedir. Kural budur.

Tekelci sermayenin birikimi ülke sınırlarının anlamsızlaşmasına muhtaçtır. "Sınırsız" birikim bu anlamdadır.

Peki, bu süreç AKP'nin tekellerle ilişkisinde bir gerilim kaynağı mı? Birikim olanakları siyasi müdahaleler sayesinde açılabildiğine göre AKP'nin büyük bir avantaja sahip olduğu ortada. Ancak sorunun kaynağı, tam da bu avantajın büyüklüğünde ve sürpriz yaratabilme potansiyelinde yatıyor. AKP, tekeller açısından kendisini vazgeçilmez kıldığı ölçüde tekeller karşısında hareket olanakları da artmakta, sermayenin iç dinamiklerine müdahale alanı genişlemektedir.

"Kürt meselesinde benim yolumdan başka yol yok" iddiasının, birikim sürecinde de bir tümleyeni vardır. Korkut Hoca'nın soL'da birçok defa işaret ettiği, ekonomik krizin doludizgin bir mali krize dönüşmemesini sağlayan "esrarengiz kaynak", tekeller tarafından kuşkusuz AKP'nin marifeti olarak görülmektedir. Yaklaşık 90 milyar dolar açık pozisyonu bulunan (finans dışı) şirketler AKP'nin kayıtdışı yollardan getirdiği 14 milyar doların kuru tutması sayesinde iflastan kurtuluyor.

Sermaye sınıfı AKP'ye mecbur olduğunu da, bu ilişkinin AKP'ye sermaye içi dengelere müdahale etmek konusunda alan açtığını da görüyor. Ancak aynı gerilim tekellerin AKP'nin şapkadan tavşan çıkarma becerisine, yani "sınırları" anlamsızlaştırarak yeni birikim olanakları yaratan siyasi girdilerine biat etmesine yol açıyor.

AKP ile tekeller arasındaki gerilimin tasası bize mi düştü denilebilir. Sınırların anlamsızlaşması, kamu kaynaklarının yağmalanması, halkın daha fazla yoksullaşması ile beraber yürümektedir. İhraç edilen sermayenin kaynağında bu yağma yatıyor bunu söyledik. Dolayısıyla mesele bizi öncelikle bu nedenle ilgilendiriyor demek durumundayız.

Konunun diğer boyutu ise gericileşme ile ilgilidir. Böyle bir birikim yapısının sürdürülmesi, birikimin sosyal yapılarının da buna göre değiştirilmesini gerekli kılmaktadır. Özet olarak, sanayileşme ve kalkınma düşüncesinden uzaklaşan bir Türkiye'nin "sınırsız" birikim sürecine açılması çok daha kolaydır. Ülke sınırlarının hizmet sektörünün, ticaretin öncülüğünde anlamsız kılınması... Bu önderlik altında toplumsal yaşamın bütün veçhelerinin metalaştırılması, piyasaya açılması gerekmektedir. Bu ölçekte bir piyasalaşma toplumun hızla çürütülmesine, değersizleştirilmesine, ahlaksızlaştırılmasına yani kirliliğe ve magazinleşmeye muhtaçtır.

Ama kirliliğin, çürümenin ve magazinleşmenin ikizi toplumun dincileşmesidir. Din, hızla ahlaksızlaştırılan, değersizleştirilen topluma bir moral kod sunmaktadır. Bu kodun yerleştirilen sermaye birikim sürecinin sınır ihlali ihtiyacıyla buluşması ise diyalektiğin gereğidir: "Müslüman kimliğiyle ve Osmanlı geçmişiyle barışık Türkiye" formülasyon ya da isterseniz AKP Türkiye'sinin "stratejik derinliği" diyebilirsiniz, budur.

O halde "sınırsız" birikim dönemi yoksul halkı çok ama çok yakından ilgilendirmektedir. Ve hesaplaşma çok boyutlu olmak zorundadır.