Seçim sonrasına dair iki senaryo

Güzel bir alışkanlığımız var, ülke ve işçi sınıfımız açısından siyasi öneme haiz ve takvime bağlı olaylar henüz gerçekleşmeden sonrasına ne devredeceğini tahlil ediyoruz. 1 Mayıs’lara hazırlanırken örneğin, “2 Mayıs’ta ne olacak?” sorusunu sormanın zorunlu olduğunu düşünenlerdeniz. Çünkü bu soru, 1 Mayıs’a nasıl hazırlandığımızı, neleri hedeflediğimizi belirliyor.

Bunu sadece biz yapmıyoruz kuşkusuz. Büyük basında şimdiden seçim sonrasına ilişkin senaryolar yazıldığını, 13 Haziran Türkiye’sine dair projeksiyonlar üretildiğini görüyoruz. Şüphesiz solun “13 Haziran’da ne olacak?” sorusunu sorma amacıyla, örneğin dün köşesinde bu konuda beş senaryo ortaya atan Murat Yetkin’in sorma amacı bambaşka. Zira sol, bu soruyu seçime kendi girdilerinin, mücadelelerinin, çağrılarının yapacağı etkinin ne olabileceğini ve ne tür sonuçlar doğurabileceğini anlatmak üzere soruyor. Kuşkusuz “nesnel” bir değerlendirme yapmayı da hedefleyerek ancak nesnelliğin öznel müdahale ve mücadeleden ayrı düşünülemeyeceğini bilerek.

Murat Yetkin ve benzeri köşe yazarlarının ise işleri bu açıdan kolay üstelik 12 Haziran seçimleri için daha da kolay denilebilir. Çünkü seçimden çıkacak sonuç konusunda, ana hatlar ya da içerik açısından ortada bir tartışma yok. Türkiye belki de tarihinde hiç olmadığı kadar sonucu belli bir seçime doğru yol alıyor. Çünkü sonucu değiştirebilecek tek bir değişken var ve Murat Yetkin gibiler ya onu görmüyor ya da görmemeyi tercih ediyor.

Sonuç neden belli olsun? Yetkin, beş senaryo çıkartmış örneğin, bunların hiçbir kıymeti harbiyesi yok mu?

Sonuç bellidir, çünkü seçim sonrasının temel konusu “yeni Osmanlı”ya son rötuşlarının verilmesi, emperyalizmin bu büyük projesine noktanın konulmasıdır. Yetkin’in eldeki “kamuoyu yoklamalarından” hareketle türettiği senaryolar 13 Haziran sabahından itibaren ülkenin gündemini belirleyebilir bu doğru... Ancak bu beş, aslında dört, senaryodan hangisinin gündem haline geleceği, bu somut durum göz önüne alındığında bir teferruattır. Dört senaryo tek bir içeriğe sahiptir, tek bir kurguya işaret etmektedir.

Düşünelim… AKP 330-367 aralığında bir milletvekili sayısına ulaştı diyelim. Birinci senaryo bu. Sonuç belli… Erdoğan’a başkanlık koltuğunu hazırlayan yeni anayasayla yeni Osmanlı’nın ilk sultanı belirlenmiş olur.

En çetrefil senaryo AKP’nin tek başına hükümet kurmasına yeten 276 sayısı ile 330 arasında kalması bu gerçekleşti diyelim. Burada 12 Haziran sonrası gündemin nasıl şekilleneceğini belirleyecek olan yine AKP’dir. BDP’ye mi yanaşacak, MHP’ye ya da CHP’ye mi yatacak soruları ortaya çıkar. Bu üç senaryonun taşıdığı göreli farklılıklarsa sadece ana kurgunun vurgularını değiştirir, o kadar.

AKP’nin yeni Osmanlı’ya son rötuşlarını yapmak üzere BDP’ye yanaşması düşük bir olasılık. Ama bu gerçekleşse dahi ana kurgunun “bölgesel özerklik, yerelcilik” boyutunu vurgulanmış olur. AKP’nin MHP’ye yanaşması, Yetkin’in ifade ettiği gibi, Kürt meselesinde ağırlığı dış Kürtlere ve yeni Osmanlı’nın bölgede hinterland yaratma iddialarına kaydırır. CHP’ye yanaşma ihtimalinde ise “uzlaşma”, “toplumsal mutabakat” vurguları üzerinden meşruiyet zemininin geliştirilmesi vurgusu ön plana çıkar. Her üç durumda da, örneğin ne yerelcilikten, ne bölgede hinterland yaratma çabalarından, ne de AKP’nin “çoğunluk benim, o halde meşru olan da benim” mesajından vazgeçmesini gerektirmez. Sadece ana plan içerisinde vurgulanan başlıklar farklılaşır.

AKP’nin 276 sandalyenin altında kalacağı varsayımına dayanan üçüncü ve dördüncü senaryolar ise birer “psödo-senaryo”dur. AKP muhakkak 276’ının üzerine çıkacağı için değil… AKP’nin tek başına güvenoyu alacak kadar vekil çıkartamaması durumunda da gündem yeni Osmanlı’ya son rötuşların yapılması için meclise giren partiler arasındaki dansla şekilleneceği için… Bir kez daha sonuç yukarıdaki vurgu farklılıklarından ibaret olacak, içerik aynı kalacaktır.

Beşinci senaryo, yani CHP’nin hükümet kurması ise sadece gülünçtür. “Şimdilik hiçbir ankette görünmeyen, seçim sloganlarında kalan bu ihtimal gerçek olursa, karşımızda zaten bambaşka bir Türkiye var demektir. O zaman yeni, şeyler söylemek lazım olacak” diyen Yetkin’in de bunu “aman yandaş demesinler” hesabıyla yazdığı anlaşılmaktadır.

O halde “13 Haziran’da ne olacak?” sorusuna dair farklı bir senaryo yazılabilmesini mümkün kılabilecek yegane değişken, sandıktan 500 bin boyun eğmeyen kişinin çıkmasıdır. Seçimin ertesi günü “bu ülkede yeni Osmanlı’ya boyun eğmeyen ne çok insan varmış” dedirtebilmek, bu sürece duyulan tepkilerin bir kısmının radikal bir kanala aktığını göstermek, yukarıda değinilen ve içerik olarak tek olan senaryonun karşısına bir alternatif çıkartacaktır. 500 bin boyun eğmeyen kişinin oyu, parlamento dışını, yani sokağı siyasetin etkili bir değişkeni haline getirecektir.

O halde 13 Haziran için iki senaryo vardır: Meclis aritmetiği etrafında kopartılan gürültüler arasında yeni Osmanlı’nın ilanını seyretmek ya da seyretmeyip yeni Osmanlı’ya boyun eğmeyeceğimizi göstermek.