“Model” kurmak

Son on gün içerisinde Batı basınında “Türkiye modeli” ifadesi belki de hiç olmadığı kadar sık tekrarlandı. On yıllar boyunca ülkenin “jeostratejik önemini” pazarlamış olan diplomasi geleneğinin temsilcilerinin hayalleri gerçek oldu diyebilir miyiz? Artık, Vaşington’da, Berlin’de vs. “bakın Türkiye çok önemli, bölgeye Batılı bir model sunan bir ülke” diye bohçacılık yapma mesaileri hafifledi bu mesaiyi bizzat Batılı gazeteciler, “think tank” stratejistleri vs. ile paylaşıyorlar.

Bu ilgi nereden çıktı ve tartışılan ne?

İktisadi modelleme dersi veren bir hocam ilk derse “model kurmak bir sanattır” diyerek başlamıştı. İncelemek istediğiniz değişkenleri, hangi parametrelerle ve nasıl bir dizge içerisinde sisteminize katacağınıza karar verdiğiniz noktada modelinizi büyük ölçüde bitirmişsiniz demektir. Model, incelemek istediğiniz ilişkiler bütünlüğünün içsel ve dışsal değişkenlerle etkileşimini basitleştirmenize, onları kontrollü bir biçimde ele alarak kavramanıza yarar. Ama model, hiçbir zaman gerçekliğin kendisi değildir öyle bir iddiası da yoktur. Bu nedenle “model kurmak bir sanattır”, çünkü model gerçekliği belirli bir düzeyde ve yaratıcısının tercihlerine bağlı olarak yansıtan bir nesnedir.

Bir inceleme nesnesinden, son kertede bir kurgudan bahsediyoruz. Üstelik kötüye kullanılması mümkün olan bir kurgu bu… Modelin kendisi gerçek ilişkileri kavramaya yardımcı olabileceği kadar, aynı ilişkiler konusunda kafa karıştırmaya ve kavrayışı dumura uğratmaya da hizmet edebilir. Bu tamamen hangi değişkenleri ve nasıl kullandığınızla, yani nasıl bir model kurduğunuzla alakalı… Kurduğunuz model teknik olarak “sanat değeri” taşıyabilir, ancak bütünüyle kurgulanmış, yansıtma gücü olmayan bir gerçeklik icat edebilir. Kendi içinde çok tutarlı olabilir, ama olmayan zorunluluklar, gerçeklikle bağlantısız ilişkiler uydurabilir. Kötüye kullanımdan kastettiğim bu…

Şimdi New York Times’tan, Financial Times’a emperyalizmin etkin gazetelerinin köşelerinde Türkiye’yle ilgili model kurma sanatı icra ediliyor. Gerçeği yansıtma gücü asgari düzeyde, daha doğrusu tepetaklak duran, yani tamamen kötüye kullanılan bir model kuruyorlar.

Nedir? “Türkiye, halk isyanlarıyla sarsılan bölge ülkelerine örnek olacak.” Hangi özellikleri nedeniyle? Kurmaca burada başlıyor: “Türkiye Müslüman, demokratik ve canlı bir ekonomisi olan bir ülke olmasından dolayı bir modeldir.”

Buna kötüye kullanımın daniskası denir. İddia şu: 12 Eylül darbesiyle ordu Türkiye’de muhalefet güçlerini dümdüz etmiş olabilir, ama darbe piyasacı ve Batıcı “reformların” da önünü açmıştır. Gerçek bir halk gücüne dayanan İslamcı hareket de bu reformlarla birlikte ve ordunun oynadığı rol sayesinde, radikal özelliklerinden arınmış, ılımlılaşmış, Batıcı ve piyasacı kültürü özümseyerek Türkiye’de asker vesayetinin geriletilmesini ve böylece ülkenin demokratikleşmesini mümkün kılmıştır. Bu sayede Türkiye ekonomisi canlanmış, atağa kalkmış ülke, bölgede iktisadi ve siyasi etkisini giderek artıran bir aktör haline gelmiştir. İşte Mısır’ın, Tunus’un vs. takip etmesi gereken yol da budur.

İnsan “bu modelin neresinden tutsak?” diye düşünmeden edemiyor. 12 Eylül darbesinin sonucunun değil, nedeninin emekçi sınıfları ve sol hareketi baskılamak, budamak ve böylece piyasacı, Amerikancı ve gerici bir dönüşümü başlatmak olduğunu söyleyerek mi başlayalım? Yoksa Türkiye’de İslamcı hareketin “gerçek bir halk hareketi” olduğu varsayımının düpedüz uydurma olduğunu, tarikat ve cemaatlerin sermaye iktidarı ve emperyalizmin sunduğu olanaklar sayesinde muazzam bir kitle gücüne ulaştığını mı anlatalım? Ya da AKP iktidarına atfedilen “vesayeti kırdı, demokratikleşmenin önünü açtı” iddiasının tam bir palavra olduğunu mu hatırlatalım? Neresinden tutarsanız tutun, bu, belki kendi içinde tutarlı olan ama gerçeklikle hiç ama hiçbir bağı olmayan bir “kötü model”dir. Ve bu model Mısır’a dayatıldığından çok daha fazla Türkiye halklarına dayatılmaktadır. Her gün “siz Müslümansınız, Batı’nın dostusunuz, serbest piyasanın erdemlerine bağlısınız haydi rolünüzü oynayın” demeleri Türk diplomasisine hizmet verme aşkından kaynaklanmıyorsa eğer, “Türkiye modeli” Türkiye halklarını hedef alan bir kurgudur.

Üstelik bu “model” bir başka ülkede ABD’nin çıkarlarının adım adım nasıl örgütleneceğine yol göstermek üzere öne sürülüyor. “Mısır’da ordu iktidarı alsın, halkı yatıştırsın, Mübarek artıkları ve ılımlılaştırılmış Müslüman Kardeşler’le birlikte yeni bir rejim kursun…” Bu açıkça Amerikancı bir darbe çağrısıdır ve bunun önündeki tek engel şimdilik sokakları terk etmeye direnen ve kendi taleplerini öne süren halk hareketidir. Ancak öncüsüz ve programsız bir halk hareketinin bu “model” karşısında uzun süre direnemeyeceği de açıktır. Ülkemizin böyle kirli bir senaryonun şablonu olarak kullanılması ise bizim utancımız olmaktadır.

Bu utançtan arınmaya emperyalizmin “Türkiye modeli”ni kucaklayan şürekanın ipliğini bir kez daha pazara çıkararak başlayabiliriz. Yatıp kalkıp “askeri vesayeti kırmaktan” bahseden utanmazlar, başka bir ülkeye darbe modeli olarak Türkiye’nin ve 12 Eylül’ün gösterilmesi karşısında dut yemiş bülbüle dönmekle kalmıyor, bu kurmacayı “Türkiye’nin gücüne bakın” diye avazları çıktığı kadar bağırarak kutsuyorlar. Cengiz Çandar’ından Soli Özel’ine, Sedat Ergin’inden Serdar Turgut’una, hepsi modeli eline almış, pazarlamakla meşgul. “Güçlü Türkiye, Müslüman kimliğimiz, canlı ekonomi, yaşasın AKP” naralarından geçilmiyor.

Oysa Korkut Hoca’nın dünkü dersinde bir kez daha görüyoruz ki, Türkiye büyüdükçe dışa bağımlılığı artan, bu şekilde “canlanan”, yani komatöz bir ekonomiye sahip. Cari açık rekoru kırıla kırıla yalama olmuş, son bir haftada iş cinayetlerinde 25 kardeşimiz katledilmiş… Alın size model bölgeye pazarlar, bununla ürettiğiniz büyüklük kompleksini halkı Erdoğan'ın başkanlığına biraz daha hazırlamakta kullanıverirsiniz...

Bu utançtan kurtulmak için yeni bir modele ihtiyacımız var. Emperyalizmin “yeni Türkiye modeline” karşı, alabildiğine gerçekçi ve bilimsel bir sosyalist Türkiye modelinden söz ediyorum. Model kurmak sanattır bu sanatı da emekçi sınıflarımız icra edecek.