Kürt Emekçiler Neden Hayır Demeli?

AKP kurmayları belli ki Bülent Arınç’a ağlamak dışında bir de medyaya “analiz edilecek” malzeme sunma görevi vermiş. Erdoğan’ın yardımcısı ağlamadığı zamanlarda “bombayı patlatıyor” ve gazetelerin köşelerinden “Arınç’ın söylediği AKP’nin şuna niyet ettiğini gösteriyor…” gibi analizler okuyoruz.

Bülent Bey, geçtiğimiz hafta içerisinde de bu kategoride ele alınabilecek iki cümle sarf etti: İlki Tuncay Özkan’ın feryadının duyulması gerektiğine ilişkin sözleri, diğeri ise -üçüncü defa- referandumda yüzde 60’ın üzerinde evet oyu çıkacağını tahmin ettiğini söylemesiydi.

“Özkan’ın feryadı”na dair sözlerinin düzenin yeni resmi ideolojisini ve onun koçbaşı AKP iktidarını güçlendirmeye dönük vurgularını bir kenara bırakıyorum. Bir diğer boyutu üzerinde düşünmek durumundayız: PKK liderlerinin yaptığı 40 günlük eylemsizlik kararı açıklamasında dile getirilen dört maddeden bir tanesi, barış sürecine Öcalan’ın aktif katılımı ile ilgili… Ayrıca Öcalan, avukatlarıyla yaptığı son görüşmede içinde bulunduğu durumu “kişiye özel hukuk uygulanıyor” diye betimleyerek, AİHM’in yeniden yargılama başvurusunu reddetmesine çatıyor ve “Hukuksuzluğa hukuksuzlukla cevap veriyorlar” diyor. O halde, biliyoruz ki, ortada bir başka feryat daha vardır ve Arınç’ın sözlerini “…’nın feryadını duymak gerekir” şeklinde anlamak gerekir.

Arınç’ın “referandum tahmininin” anlamı ise daha açık: AKP, referandumdan ezici bir onay alarak çıkmak için bütün marifetlerini göstermeye kararlı. Arınç açıklamalarıyla kamuoyu nezdinde ezici bir evet oyunun çıtasını yüzde 60 olarak belirliyor. Oysa AKP’ye yakın araştırma şirketlerinin yaptığı anketlerden bile böyle bir sonuç çıkmıyor. En son, cemaatin yayın organında da yer verilen bir ankette yapılan tahmin, evet oyunun yüzde 56 olacağıydı.

“Evet” sonucu çıkarsa bunun yüzde kaçla alındığının bir önemi olmayacağı, Arınç’ın çıtasının AKP’nin güç gösterisinin bir öğesi olduğu söylenebilir. Ancak kanımca “ezici bir evet” ısrarının hafife alınmaması gerekiyor. Çünkü AKP, bu vurgu ile bir başka “altın vuruş” daha yapabileceği mesajını veriyor.

İlkini YAŞ kararlarıyla yaptılar diyebiliriz. Esas meselenin kimin atandığı, kimin isminin üzerinin çizildiği olmadığı, yapılan işin ordunun komuta kademesini biçimlendirmekten çok toplumu Amerikan dönüşümüne biraz daha hazırlamak olduğu soL’da yer alan pek çok yazıda ifade edildi. Bu nedenle YAŞ kararları AKP’nin iktidarı boyunca pek çok örneğini sergilediği “altın vuruş”larından bir tanesiydi.

Teorik akıl, bir diğerinin Kürt meselesi üzerinden gelmesinin beklenmesi gerektiğini söylemekte…

PKK’nin eylemsizlik kararını “aman bu fırsatı referandum gündeminin altında ezmeyin” uyarısıyla karşılayanlar, ya AKP’yi hiç ama hiç anlamamışlar ya da bu partinin yerleştirmeye çalıştığı ideolojinin askerleri konumundalar. Çandar ve Çalışlar gibilerini düşününce ikincisinin geçerli olduğunu söylemeden edemiyoruz.

Mesele bir kez daha, AKP’nin hangi somut adımları atacağı değil, “Kürt meselesinde henüz barutumu tüketmedim” iddiasını yaymasıdır. Bu doğrultuda bir pazarlık yapıldığı da, AKP tarafının istediği teminatın referandumda “evet” oyu olduğu da apaçık görülmektedir. Eylemsizlik kararının örneğin 9 Eylül’de veya 13 Eylül’de değil, 20 Eylül’de sonlandırılmasının tercih edilmesi de bu pazarlığa işaret eden bir veridir. Referandumdan sonraki bir hafta içerisinde PKK’nin taleplerine dönük bir adım atılıp atılmayacağı bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır ve bu sorunun cevabı referandum sonucuna doğrudan bağlıdır.

Bir yolun hazırlandığının işaretlerini görebiliyoruz. PKK’nin bir süredir silahlarını BM’ye teslim edeceğine dair söylentilerin yayılması ve PKK’nin de BM’yi göreve çağıran açıklamalarla bu söylentileri güçlendirmesini bir kenara not etmek gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde Batman’da yaşanan tuhaf olay ve yine birkaç defa boru hatlarına düzenlenen saldırıları da buna ilave etmek durumundayız. Ve nihayet Erdoğan’ın G-20 zirvesinde NATO’yu Kuzey Irak’ta göreve çağıran sözlerini anımsıyoruz.

O halde bir uluslararası gücün koordinasyonunda PKK’nin silahsızlandırılmasına dönük bir sürecin tartışılmakta olduğunu, buna dönük bir hazırlık yapıldığını anlıyoruz. Bu hazırlığın yalnızca Ankara’da veya Kandil’de yapılmadığını belirtmeye ise herhalde gerek yok. Çünkü AKP’nin açtığı pazarlık masasında mesajlar PKK’den ziyade ABD’ye verilmektedir. En üstte yazılı olan mesaj ise “Amerikancı dönüşümü yapabilecek gücüm var” şeklinde okunabilir. Referandumdan ezici bir evet sonucu çıkması, AKP’nin bu doğrultuda elinin daha fazla serbest kalması ve Türkiye’nin Yugoslavyalaşmaya çok ama çok yakınlaşması sonucunu doğuracaktır.
Kürt emekçisi bu tabloya bakıp bu pazarlığı savaşın bitmesi için bir fırsat olarak görebilir mi?

Birincisi, özü itibarıyla Amerikan dönüşümüne destek için yapılan referandumda Kürt yoksulunun desteğini alan AKP, ödemesini peşin almış olacak, emperyalizm ve sermaye egemenliği nezdinde güven tazeleyecektir. Güven tazeleyen AKP’nin, Kürt yoksulu üzerinde daha büyük bir baskı kuracağını söylemek ve koruculardan oluşan sınır devriyeleri, İslamcı-faşist çetelerden oluşan özel birliklerle takviye edilmiş bir “yeni ordu” ile savaşı tırmandıracağını ve bu arada sık sık “NATO göreve, BM göreve” diye bağıracağını söylemek için müneccim olmaya gerek yok.

İkincisi, 12 Eylül Anayasası’nın piyasacı, faşizan, emek düşmanı özünü güçlendiren AKP Maddeleri ezici bir çoğunlukla geçtiği takdirde, fatura tüm emekçilere, ama en çok da emekçi sınıfların yaşadığı cehennemin en dibine itelenmiş Kürt yoksuluna kesilecektir.

Üçüncüsü, Türkiye’de solun ana gövdesi “Hayır!” diyorken Kürt yoksulunun “evet” demesi, zaten bin bir şekilde bölünmüş olan emekçi sınıfların bir kez daha parçalanmasına neden olacaktır. Emekçi sınıfların solla olan mesafesini, bölünmüşlüğünü ve ezici bir bölümünün bir kez daha AKP’ye angaje olduğunu gören sermaye egemenliğinin yeni saldırılar için cüretinin daha da artacağından kuşku duyulmamalıdır.

Ateşkes süreci elbette kendi başına ele alındığında olumludur. Ancak ateşkesin referandumla bağlantısı görmezden gelinemez. Kaldı ki Öcalan veya Karayılan’ın açıklamaları da bu bağlantıyı inkar etmemekte, son ana kadar bu kozun kullanılacağını duyurmaktadır. Bu sürecin bir olanak yaratmasının yolu, AKP’yi zayıflatmaktan, Türk ve Kürt emekçilerinin ortak mücadelesini güçlendirmekten ve solun sesine kulak vermekten geçmektedir. Bu nedenle Kürt emekçisi ikinci 12 Eylül’de de hayır demelidir.