İşsizliğin “Çare”si Olur mu?

İşsizliğin benlikte işlediği ilk cinayet zaman kavramını öldürmesidir. Yıllar boyunca sabah telaşıyla, aynı saatte verilen çay molaları ve öğle paydoslarıyla, akşamları aynı saatte boğuşulan trafik eziyetiyle hasbıhal olup, bütün bunlara alışan "çalışan", bir kere pazartesi güneşinin karşısında gevşeyip yatmaya görsün zaman kavramı işte o vakit güneşin karşısındaki kartopu gibi erir gider. Bu nedenle Fernando Leon de Aranoa'nın işsizliğin ne vahim bir insanlık dramı olduğunu anlattığı filmine "Güneşli Pazartesiler" adını vermesi pek yerindedir.

İşsizlik sadece zaman kavramını öldürmekle kalmaz, giderek büyüttüğü çaresizlik duygusuyla kişiyi yavaş yavaş kemirir ve sonunda tüketir.

Şimdilerde sık sık Erdoğan ve Baykal'ın seçim meydanlarında yaptıkları "işsizliğe çare nedir" konulu tuluatları izliyoruz. Malum Erdoğan'ın Baykal'a "işsizliğin çaresini biliyorsan söyle, ben de siyaseti bırakayım" yollu sataşmasının ardından, Baykal'ın yedi maddelik "çare paketi" geldi. Şimdi tartışma seçim meydanlarında yapılan konuşmalar üzerinden sürüyor.

Erdoğan bir kez daha "bunlar iki koyunu güdemez" tavrını takınırken, Baykal fönlü saçlarının da verdiği avantajla "gel bu meseleyi el ele çözelim" mesajı geçiyor.

Bir tanesi, "ne gerekiyorsa yapıyoruz, siz bu işlerden anlamıyorsunuz" tutumu içinde muktedir yöneteni oynarken, diğeri "aslında çaresi var, siz bilmiyorsunuz" tavrıyla sorumlu devlet adamı maskesini takıyor.

Öyle ya da böyle ortaklaştıkları bir nokta var ve şöyle ifade edilebilir: Bu düzen içerisinde işsizliğin çaresi vardır...

Erdoğan bu çareleri zaten uyguladıklarını iddia ederken, Baykal doğru çarelere başvurulmadığını söylüyor. Fark bundan ibaret...

Kendimizi, iktisat bilgisi danışmanlarından aldıkları brifinglerle sınırlı olan bu zatların açtığı tuhaf bir siyasal iktisat tartışması içinde buluyoruz. Aralarında gerçek bir fark olduğuna inanılıp, yoksa Erdoğan'ın akıl hocaları imanlı neoliberallerken, Baykal'ınkiler milenyalist Keynesyenler midir sorusu sorulabilir.

Yoksa Türkiye'de kriz sayesinde bir liberal-muhafazakâr, sosyal demokrat karşıtlığı mı vuku buluyor?

Oysa farklılıklarından ziyade ortaklıklarına, söylediklerinden ziyade söylemediklerine bakmak için çok neden bulunmaktadır. Buradan bakınca hiçbir ayrımlarının olmadığını görmek de daha kolay olmaktadır.

Örneğin Baykal en son Çorum'da yaptığı konuşmada Erdoğan'a Avrupa ve ABD'deki uygulamaları taklit etmesini öneriyordu. Referans noktası buysa, Keynesci politikalara geri dönüş tartışması söz konusu bile değildir. Çünkü ABD ve AB'de gerçekleşen, sosyal devletçi politikalara geri dönüş değil, kamu kaynaklarının sermaye tarafından hortumlanması ve mali tekellerle devletin tarihte görülmemiş bir hızla iç içe geçmesidir. Zaten örnek gösterilen bu coğrafyalarda bir işsizlik patlaması da yaşanmaktadır. Söylenmeyen budur.

Örneğin gerek Erdoğan gerekse Baykal sonuna kadar piyasacı "çare"lerden bahsetmekte, her ikisi de kriz koşullarında "toplumsal uzlaşma"nın sağlanmasından dem vurmaktadır. CHP'nin işsizlik meselesi üzerinden siyaset yapma iştahı, bu uzlaşma çağrısıyla tam bir halk düşmanlığına dönüşürken, Erdoğan, AKP'nin çaresizlik içinde tükenmekte olan işsiz yığınlarla "uzlaşmanın" ta kendisi olduğu masalını anlatmaktadır. Piyasacı "uzlaşı"nın zorunlu sonucu olan halk düşmanlığında ortaklaşmaktadırlar.

Örneğin her ikisi de hâlihazırda kapının önüne konulmuş yüz binlere ilişkin hiçbir şey söylememekte uzlaşmaktadırlar.

Baykal'ın "İşsizlik Fonu işsizlikle mücadele için kullanılsın" önerisiyle, fonun 40 milyar dolara yaklaşan varlıklarının sermayeye peşkeş çekilmesini mi yoksa başka bir şeyi mi kastettiği belirsizdir. Kaldı ki aynı "çare paketi"nde Türkiye'de ücretlerin yüksekliğinden, sermaye üzerindeki vergi yükünden vesaire bahsetmesi bu konudaki kuşkuları güçlendirmektedir.

Erdoğan ise partisinin iktidarı döneminde fonun varlıklarının yalnızca yüzde 4,5'inin işsizlik aylığı olarak ödenmiş olmasından hiç bahsetmemekte, "bu yezitler sosyal yardımlaşmayı küçümsüyor" gibi çıkışlarla iç ettiklerinin bir kısmını sadaka olarak dağıtmakla övünmektedir.

Marx'tan bu yana bildiğimiz bir noktayı hatırlatmak lüzumu vardır: İşsizliğin sürekli olarak yeniden üretilmesi kapitalizmin temel yasalarından bir tanesidir. Başka bir ifadeyle, Erdoğan'gillerin de Baykal'gillerin de "çaresi" emekçi sınıfları pazartesi güneşi altında çaresiz bırakmaktır.