İktidar bloku çok mu kırılgan?

Bugün soL’un manşetlerinden bir tanesi bu başlığı taşıyor. Egemen medyaya bakacak olursak şike yasasıyla ilgili tartışmalar AKP önderliği ile cemaat arasındaki, kökleri AKP’nin kuruluşundan önceye dek uzanan, ittifak çatlama sinyalleri veriyor.

Çeşitli tezler sıralanıyor kısaca anımsayalım.

Birinci ve en doğrudan tez şu: Gülen cemaati yaz aylarında başlayan şike soruşturmasını futbol camiasındaki dengeleri bozmak, oluşan çatlaklara yerleşmek için büyük bir hamle olarak gördü. Şimdi şike cezalarının indirilmesi, ardından tutuklu bazı isimlerin salıverilmesi ihtimalinin ortaya çıkması, cemaat “operasyonunun” yarım kalması endişesi yaratıyor. Sanıyorum bu “doğrudan” tezi en açık şekilde dile getiren kişi, cemaat yanaşması Serdar Turgut'tu.

İkinci tez, bir öncekinin üzerine bir adım daha atıyor ve işin içine Ergenekon, Balyoz gibi davaları, tutuklu milletvekilleri gibi boyutları katıyor. Kabaca, şike soruşturmasından tutuklananların salıverilmesi diğer davalar için de emsal olacak cemaat AKP’nin bu davalarda da geri adım atmasından çekiniyor fikri ortaya atılıyor.

Üçüncüsü de, benzer şekilde, ikincinin bir devamı gibi… Yüzde 50 oy, üzerine seçim sonrasında düzen muhalefetini hırpalamakta gösterilen başarı, AKP’de kendisini bu noktaya taşıyan iddialardan uzaklaşma eğilimini güçlendirdi diyor kimileri. Emre Uslu, örneğin, internetten “yeni anayasa umudum kalmadı” yollu şakımalar yayımlıyor.

Dördüncü tez ise AKP’nin iktidar bloku içerisindeki ontolojisiyle ilgileniyor. Türkçesi şu: Devleti bütünüyle kontrolü altına alan iktidar partisi, cemaatin desteğine eskisi kadar muhtaç değil ve Gülen ekibinin ulaştığı güçten huzursuz… Şike yasası gerginliği bunun kapışması…

Görebildiğim kadarıyla basında seslendirilen son tez de AKP içi liderlik hesaplarıyla ilişkili. Arka planda kalmaktan usanan Arınç argümanları, Erdoğan’ın başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı hülyalarının Gül’ün “psikolojisi” üzerindeki etkileri vesaire. Bunlar sıralanıyor ve bir fısıltı halinde “Erdoğan sonrası AKP ne olacak” sorusu dillendiriliyor.

İç içe geçen bu beş tezi tek tek tartışmanın bir manası yok. Bazıları düpedüz saçma. Örneğin son on yıllık iktidar pratiği İkinci Cumhuriyet’in payandalarını düzenin bütün kritik kurumları içerisine yerleştirmek olan bir siyasi hareketin, yeni rejimi tesis ettikten sonra futbol gibi hayli kritik bir alanda neden frene basmak isteyeceğinin yanıtı yok. Ergenekon davasından tutuklu bazı isimler milletvekili seçilmiş, ama salıverilmemişken yaz aylarında gazete manşetlerini dolduran “boykot krizi” meselesi iktidarı değil, düzen muhalefetini hırpalamışken, AKP’nin niye birden bire “içtihat” yaratma arzusu duyacağının da yanıtı yok. soL, yeni anayasa başlığının ise iddia edildiği gibi “her şeyin başı” değil, bir sürecin son noktası, son rötuşu olduğunu hep iddia etti ve kanımca bu iddiasında ne kadar haklı olduğunu seçim sonrasındaki gelişmeler gösterdi.

Öyleyse neden?

Ortada bir gerginlik yok denilemeyeceği aşikar. AKP sözcülerinin kimilerinin örtülü bir biçimde, Şamil Tayyar gibi incelikten pek nasiplenmemiş örneklerde ise, kan ter içinde kalarak itiştiği bir vakıa. Cemaat medyası ve liderinin “sakın ha” türü çıkışlar yapması da öyle…

Bir kez daha soL’un çok yerinde sorusu sorulmalı: İktidar bloku bu kadar kırılgan mı? Dokuz yıldır “mermer” gibi duran bu bloku bir kanun değişikliği mi çatlatacak?

Bu soruya sarih bir yanıt verebilmek için öncelikle “iktidar bloku”nun kendisini tanımlamak zorundayız. Evet AKP, içerisinde cemaat ve tarikatların, eski rejimin muktedirlerinin bir bölümünün, MÜSİAD’cı, Tuskon’cu patronlarla beraber, TÜSİAD’cı patronların da bulunduğu bir blok. Ancak yukarıda sıraladığımız tezlerin hiçbiri bu blokun çok önemli, belki de en önemli bileşenine işaret etmiyor: Emperyalizme…

N tane değişkenden oluşan bu blokun savrulmamasında, bir arada tutulmasında, kritik dönemeçleri almasının sağlanmasında tutkal emperyalizmdir onun bölge ve Türkiye hesaplarıdır. O halde soruya şuradan bakmak zorundayız: Emperyalizm, bu dönemde AKP’de cisimleşen iktidar blokunu dağılmasına hayırhah bakar mı?

Bu ikinci soruya yöneltilebilecek bir itirazı geçerken dile getirmeli: Emperyalizm dediğimiz heyula tek bir güçten oluşmuyor. Örneğin AKP’nin uzun zamandır Alman emperyalizmiyle başının hoş olmadığını, son dönemde bu gerilimli ilişkinin daha da bozulduğunu biliyoruz. Ancak herhalde şu şike yasası vesilesiyle ortaya çıkan durumun da zımni bir Almanya-ABD kapışması olduğunu iddia edecek değiliz. Almanya, AKP’de cisimleşen iktidar blokunu onun iç dengelerine oynayarak bozmak yönünde bir hamle yapmadı bugüne kadar. Böyle bir olanağa sahip mi sorusuna ilişkin ise spekülasyon yapmayacağım.

Cevap emperyalizmin iç çekişmelerinin İkinci Cumhuriyet’in iktidar bloku üzerinde bu şekilde yansıması değilse, kanımca geriye iki ihtimal kalıyor. Birincisi, AKP bölgesel politika konusunda Aydemir Güler’in bu haftaki yazısında belirttiği gibi, çok büyük riskler biriktirmekteyken, bu risklerle nasıl baş edileceği konusunda iktidar bloku içinde ciddi bir yarılma yaşanıyor olması ihtimali. İkincisi ise, gerçekten bir “kral öldü yaşasın kral” durumunun olması.

Birinci ihtimale ilişkin, İslamcı basında Suriye-İran meselelerinde Ali Bulaç gibi isimlerin sivri çıkışlarını saymazsak, güçlü bir işaret yok. Ama bunlar da iktidar blokunun öbekleri arasındaki değil, öbek-içi tartışmalar gibi görünüyor. İktidarın uluslararası politikada Türkiye’yi bir ateş çemberinin içine sürüklemesi hususunda blok içinden bir itiraz geldiğini görmüyoruz.

İkinci ihtimal, AKP kadrolarının ekseriyetinin çiğliği, kariyerizmi vesaire göz önünde bulundurulduğunda daha gerçekçi görünse de, burada da emperyalizmin Türkiye’ye yaptığı büyük yatırımın böyle bir gerekçeyle çarçur edilmesine göz yummayacağı söylenebilir.

Öyleyse günlerdir toplumu meşgul eden şu “gerilim”in iç politika alanındaki daralmanın bir tezahürü olduğunu söyleyebiliriz. Parti-devlet rejiminde iktidar bloku içindeki sürtüşmeler topluma bir çarpan etkisiyle yansıyor. Bu var.

Dahası olanlara başka bir mercekten bakmak zorundayız: AKP’de cisimleşen iktidar blokunu unufak edebilecek yegane gücün emekçi sınıflarda saklı olduğu gerçeğinden. Bu güç kendisini duyurmadığı takdirde kasılma ve gevşemeler gelip geçici olacaktır.