Gerici ve Riyakâr

Dinci ve liberal gericiliğin kardeş olduğunu sıkça tekrarlıyoruz. Gerçi bizim hatırlatmamıza gerek bırakmıyorlar kendileri türlü vesilelerle bunu en miyop olanların bile gözüne sokuyorlar. İşportada satılan çift renkli kalemlere benziyorlar basıyorsunuz mavi, basıyorsunuz yeşil yazıveriyorlar.

Örnek vermekle bitmez. Son haftalarda mütemadiyen Tayyip Bey'i yalancı çıkaran Rasmussen'i Erdoğan'dan ve temsil ettiği siyasi anlayıştan bağımsız düşünmek mümkün mü? Onlar birbirlerinin yalancılarıdır...

Karikatür krizi namlı rezaletin bizzat kendisi dinci ve liberal gericiliğin birbirini nasıl semirttiğinin bir örneği değil miydi? Örneğin rezaletin müsebbibi Jyllands-Posten gazetesinin genel yayın yönetmeni Flemming Rose, yaşanan hezeyanın ardından Washington Post için kaleme aldığı yazıda İslam'la ilgili konularda Avrupa'da vuku bulan bazı oto sansür vakalarına tepki olarak bu karikatürleri bastıklarını anlatarak pozisyonunu savunuyor ve ekliyordu: "Ben halen bunun biz Avrupalıların yüzleşmek zorunda olduğu, ılımlı Müslümanları seslerini yükseltmeye teşvik eden bir mesele olarak görüyorum."

Mesele ifade özgürlüğüymüş, Batı'nın "değerleri"ne sahip çıkmakmış, korku ve şiddete karşı ayakta durmakmış... Ama mesele bir de "bizim müslümanları" teşvik etme sorunuymuş!

"Karikatüristler Hıristiyanlığa, Budizme, Hinduizme ve diğer dinlere nasıl davranıyorlarsa, İslam'a da öyle davrandılar. Ve böylece Danimarka'daki müslümanlara eşit muamele ederek bir mesaj verdiler: Biz sizleri Danimarka'nın hiciv geleneğine entegre ettik, çünkü sizi yabancı olarak değil, toplumumuzun bir parçası olarak görüyoruz." Tamı tamına bunları yazıyor "biz sizi alay edilmeye layık gördük, daha ne?" diyor. Daha rezil ve daha açık olabilir mi?

Liberal amentünün çeşit çeşit dinci gericiliği nasıl beslediğini o günlerdeki ayaklanmalardan anımsıyoruz. Aynı olguyu bir de geçtiğimiz sonbaharda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nden geçen "Dinlerin Aşağılanmasıyla Mücadele" kararından hatırlıyoruz. İslam Konferansı Örgütü ve Pakistan'ın öncülüğünde 85'e karşı 50 oyla geçirilen karara AB ülkeleri, Kanada gibi konsey üyesi Batı ülkeleri itiraz ediyorlar. ABD ise konsey üyesi olmadığı için "resmen" itiraz edemedi.

ABD'nin konsey üyesi olmaması da başka mevzu. Şöyle ki, kararın BM'nin Durban II adlı ırkçılık karşıtı konferansında deklare edilecek olması ve İsrail'in Gazze saldırısı nedeniyle ırkçılıkla itham edilmesi "tehlikesi" nedeniyle ABD ve İsrail bu konferansa katılmayı reddediyordu. Daha sonra BM tarafından bu konuda geri adım atıldı.

İsrail'e ırkçı denilmeyecek, dinlerin aşağılanmasına ifade özgürlüğünü kısıtlayacağı gerekçesiyle itiraz edilecek... Bu tam bir ikiyüzlülük değilse nedir?

Bu riyakârlığın akla nasıl düşman olduğunu gösteren daha "renkli" örnekler de mevcut. Misal, Amerikan Ateistleri adlı örgütün yöneticilerinden David Silverman adlı bir zat karara karşı şöyle bir ifade hazırlamış: "Adım David Silverman. Açıkça ve özgür irademle dinin saçma ve bütün tanrıların kurgusal olduğunu beyan ediyorum. Özellikle İslamın, cehalet, nefret ve şiddeti (terör de dahil) teşvik eden, yalancı bir peygamberin öğretilerine dayalı barbar bir din olduğunu da beyan ediyorum. Dine küfretme suçu işlediğimi kabul ediyorum ve gerekirse bunu mahkeme önünde de tekrarlayacağım. BM kararını açıkça ihlal ediyorum ve kişisel olarak Başkan Obama'yı ya bu kararı kınamaya ya da tutuklanmamı emretmeye çağırıyorum."

Kınamaya davet edilen Başkan Obama, Mayıs ortasında yapılacak BM İnsan Hakları Konseyi seçimlerine ABD'nin de katılacağını ilan etti. Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bunun Obama yönetiminin başlattığı, ABD'nin güvenlikle ilgili çıkarlarını korumak üzere diğer ülkelerle "beraber hareket etme dönemi"nin bir adımı olduğunu belirtti. ABD'nin BM Büyükelçisi Susan Rice ise kararı "kaleyi içeriden fethetmek" diye niteleyerek mevzuya açıklık getirmiş oldu.

Aynı Obama, Beyaz Saray'da kendisine dinler hakkında ve dinlerin toplumsal sorunlara nasıl çözümler getirebileceği konusunda akıl vermesi için bir de "dinler özel danışma kurulu" kurdurtmuş ve Mısır asıllı ve türbanlı bir kadını, Dalya Mücahid'i de İslam danışmanı olarak atamış.

Öylesine "güzel" bir denklem kuruyorlar ki, gericiliğin coşması için bundan mümbit toprak bulunmaz... Toprağa bir miktar dinin aşağılanması, müslümanların terörist ilan edilmesi gübresi atılıyor, üzerine ifade özgürlüğü vesaire ilacı serpiştiriliyor. Böylece siyaset alanının göbeğinde dinin coşup kudurması için bütün şartlar yaratılmış oluyor.

"9/11'den önce insanlık tarihinde din artık önemli değilmiş gibi yapabildiğimiz kısa bir dönem oldu. Ama [kulelerle birlikte]hepsi çöktü din önemli ve onunla ilgilenmek zorundayız". Bu sözlerin sahibi, yaklaşık bir ay önce, belli ki Yahudi lobisinin desteğiyle, Columbia Üniversitesi'nde "Açık Sözlülük mü, Saygı mı: Başkalarının Dini Hakkında Konuşmak" başlıklı bir panel organize eden ABD'li bir hukuk profesörüne ait. "Dinin siyasetin dışına çıkarılması mı saçmalamayın canım" diyor ve toplantı üzerine toplantı yapıyorlar.

İkiyüzlülük, akla, insanlığa, aydınlanmaya düşmanlık liberal ve dinci gericilik bunlar etrafında birleşiyorlar.

Gericilerin yollarının riyakârlıkta birleşmesinin örneklerini Türkiye'de çok sık gözlediğimiz malum. İlginç olan belki de şu Türkiye'de liberalizm ve dinci gericilik öylesine iç içe geçmiş durumda ki yukarıdaki anlatımdaki "rol"leri tek bir kişinin, üstelik aynı zaman diliminde üstlendiğini gördüğümüzde şaşırmıyoruz. En son örneğini Ergenekon operasyonunun 12. dalgası vesilesiyle yaşadık.

Yüzeysel bir arşiv taramasıyla başka örnekler de verilebilirdi, ancak Fehmi Koru bizi bu zahmetten kurtardı. Aynı gazetede bir gün arayla ve iki farklı imzayla yazdığı yazılarda, ilk gün "liberal ahlakçı"yı, ikinci gün ise "uzlaşmaz AKP'ci"yi oynayıverdi. 18 Nisan tarihli Taha Kıvanç yazısında, "Ergenekon gibi zor bir davayı, eriyip muma dönmüş bir kadının görüntüsüyle özdeş hale getirmek hangi aklın işidir?" diye soruyor. Ertesi gün bu kez kendi adıyla yazdığı yazıda ise, "Protestocular şimdilerde kendilerinin yaptığını, 1990'lı yılların başında, Gladio'nun yargılanma sürecinde, İtalya'daki benzerlerinin sahneye koyduklarını herhalde bilmiyorlar. Bilsinler. Bu sürecin görüldüğü her ülkede hassas sinir uçlarına dokunulduğu, dayanışma amacıyla sokaklara dökülen kitlelerden belli olmuştur" diyor.

"Bu kadar da abartmayın canım" diyen, hatta neredeyse Türkan Saylan, Tijen Mergen vesairenin gözaltına alınmasına komplo yakıştırması yapan liberal Kıvanç'la, "bu tür süreçlerde her yol mübah, alışın" diyen uzlaşmaz, militan Koru arasında bir fark olabilir mi? Vazife gereği çift kişilikli Koru'nun da, diğer gerici şürekânın da kaygısı açık: Aman davanın popülaritesi aşınmasın.

Ancak meselenin özeti şudur: Gerici güruha artık "durun siz kardeşsiniz" demek yetmez, "durun siz aynı kişisiniz" demek durumundayız. Riyakârlık dinci ve liberal bünyede, en azından bizde, artık bir çok kişiliklilik düzeyine ulaşmıştır. Buradan sol'a ekmek çıkar...