Füze Kalkanı, ABD’nin Sopası

Hafta sonu gazetelerin iç sayfalarında verilen iki haberin altını çizmek durumundayız. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin ABD’den Patriot PAC-3 füzesavar bataryaları alacağı haberi. Bu aslında yeni bir haber değil. ABD’nin, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya füzesavar bataryaları yerleştirme planları tartışılmaya başlandığından kısa süre sonra, projenin Balkanlar ve Ortadoğu’ya kaydırılabileceği yönünde söylentiler ortaya çıkmış, hatta bu dönemde Savunma Bakanı Vecdi Gönül söylentilere dair, “biz hava savunmamızı kendi ihalelerimizle ve kendi kaynaklarımızla yapıyoruz” demişti.

Şimdi “kendi ihalelerimiz ve kaynaklarımızla” yaptığımız savunmanın ABD’den 7,8 milyar dolar bedelinde füzesavar bataryası satın almak şeklinde tezahür edeceğini öğreniyor ve hiç şaşırmıyoruz.

İkinci haber, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Rusya’ya gerçekleştirdiği ziyaret. Netanyahu’nun sözde “gizli” ziyaretinin gündeminde, Rusya’nın, hava savunması için İran’a S300 füzeleri satışını içeren anlaşmayı iptal etmesi karşılığında İsrail’in Gürcistan’a silah tedarikini durdurması ve askeri işbirliğine son vermesi varmış. Bazı haber kaynakları, bu konuda bir anlaşmaya varıldığını da bildirmeyi ihmal etmedi.

Üzerinde durulması gereken nokta bu iki haber arasındaki ilişki ve enformasyon arzının zamanlaması.

Haberlerin birbirleriyle ilişkisi boyutunda altı çizilmesi gereken husus, İsrail ve Türkiye’nin politikaları arasındaki senkronizasyonun ürkütücü bir düzeye ulaşmış olması. Aynı devlete hizmet eden diplomatların icraatlarını okuyor gibiyiz...

Zamanlama boyutunda ise, hafta ortasında İran’ın nükleer programıyla ilgili müzakereler konusunda, BM Güvenlik Konseyi üyesi beş devlet (ABD, Fransa, İngiltere, Rusya ve Çin) artı Almanya’ya hitaben yayınladığı öneri paketinin önem taşıdığını görüyoruz. Daha açık söyleyecek olursak, zamanlama, bölgedeki son gelişmeler çerçevesinde İran-Rusya bağlantısının bir kez daha yoklanmasıyla ilişkili.

Önce ürkütücü boyutlardaki İsrail-Türkiye senkronizasyonu...

Netanyahu’nun, Rusya’yla İran arasındaki stratejik bağlantılardan bir tanesini kopartmaya yönelik girişimde bulunduğu tarihlerde Ahmet Davutoğlu’nun Tahran’a Batı’yla müzakereleri Türkiye’de yapmasını teklif ettiğini öğreniyoruz. Aynı saatlerde Türkiye’nin 7,8 milyar dolarlık bir füze kalkanı oluşturacağı haberleri ajanslara düşüyor. Türkiye’nin satın alacağı söylenen füzesavar bataryalarının aynısının İsrail tarafından da satın alınacağı bir hafta önce, 7 Eylül tarihli Jerusalem Post gazetesinde duyuruluyor. Bu arada Davutoğlu, İran’ın başmüzakerecisi Said Celili’ye açıklanan öneri paketinin dünya meseleleri hakkında önemli bir zemin olduğunu belirterek, İran’ın çıkışına destek veriyor.

Özetle, bir, ABD-İsrail-Türkiye saldırı hattının hazırlıklarını tamamladığı duyuruluyor iki, Rusya’ya ve İran’a birbirlerinden uzaklaşmaları telkin ediliyor. Kim tarafından? Netanyahu ve Davutoğlu... Biri Moskova’da, diğeri Tahran’da...

Şimdi zamanlama boyutuna gelelim...

İran’ın açıkladığı öneri paketi esasen yeni bir şey söylemiyor. Zira İran daha önce de “nükleer silahları tartışacaksak, bölgedeki ABD ve İsrail silahlarını tartışalım” anlamına gelen açıklamalarda bulunmuştu. Bu defa müzakere çerçevesini iyice genişleten, alanı çok taraflı bir silahsızlanma anlaşmasından, ekonomik krizin nedenlerine varıncaya değin açan bir zemin tarif ediyorlar. Ancak bu çıkışın geçmişte yapılanlardan farklı olmasına neden olan unsur, İran’daki Temmuz olaylarının mollaların pazarlık iştahını nasıl etkilediğiyle ilişkili belirsizlik. Eylemlerin “meşruiyeti” tartışmasından bağımsız olarak, ABD tarafından kullanılmak istendiğine hep işaret ettik. Keza Obama sürecin İran’ın iç dengelerini nasıl değiştirdiğiyle ilgili yoklamalarına derhal başlamış ve Ali Hamaney’e gönderdiği mektupla bir girişimde bulunmuştu. Şimdi mesele, İran’ın açıkladığı son öneri paketinin ne düzeyde bir pazarlık ve uzlaşma isteğine karşılık geldiğinin anlaşılması.

Hâlihazırda her iki taraf, ABD ve İran, bu belirsizliği kendi lehine diplomatik bir avantaja çevirmeye çalışıyor gibi görünüyor. İran, “buyurun bu zeminde tartışalım” diyerek kendi adına akıllıca bir hamle yaparken, ABD, aynı zemini ülkenin iç dengelerine daha fazla müdahale etmesini ve İran’la Rusya arasındaki mesafeyi açacak kozlar elde etmesini sağlayacak olanakları kollamaya çalışıyor. Bunu yapmak için ise bölgedeki iki mümessilinin eline havucu ve sopayı tutuşturuveriyor.

Bu oyun sadece İran’a karşı değil, Rusya’ya karşı da oynanıyor. Kafkasya’daki gerginlik Gürcistan Savaşı’ndan bir yıl sonra yeniden ve hızla tırmanmakta. Osetya, Abazya ve bu defa Karabağ’dan sürekli çatışma ve taciz haberleri geliyor. İsrail Gürcistan’a senelik 200 milyon dolarlık silah satışını durduracağını söylerken, ABD, Gürcü askerleri eğitip, teçhizatlandırıyor, bir yandan da savaş deneyimi kazandırmak üzere Afganistan’a sürüyor. ABD ayrıca, Azerbaycan’ın 2007’de 163 milyon dolar olan askeri harcamalarının 2008’de 1.850 milyon dolara çıkmasına önayak oluyor. Türkiye aracılığıyla gerçekleştirilen “Ermenistan açılımı”, hem Azeri militarizminin coşturulmasını hem de Ermenistan’ın Rusya etkisinden uzaklaştırılmasını hedefliyor. AKP’nin Kürt açılımı marifetiyle Kuzey Irak’ın Türkiye-İsrail hattında uluslararası faaliyete sokulması, ABD’nin çeliğine su verilmesini sağlıyor. Ve yine örneğin Necati Şaşmaz, nam-ı diğer Polat Alemdar tipsizinin Kosova’da yaptığı Yeni Osmanlı mitingi gibi örnekler, ABD’nin füze kalkanı projesinin Balkan ayağı olması pek muhtemel bu NATO protektorasının Türkiye eliyle ABD sopasının malzemesine katılmasının olanaklarının sınanması anlamına geliyor.

O halde sopa ve havuç sadece Rusya ve İran’a karşı değil, bir de Türkiye halklarına gösteriliyor. Havuç ne idüğü belirsiz açılımın yarattığı sarhoşluk ve kitlelerin “küresel güç, Osmanlı mirası” vesaire fasaryalarıyla ayranının kabartılması ise, sopa, yılın ilk yarısında yüzde 10,6 küçülen bir ekonomiden 8 milyar doların daha bölge ve ülke halklarının kanını dökmek üzere silah tekellerinin cebine konulmaması durumunda, taş üstünde taş kalmayacağının ilan edilmesidir.

Bu rezil ve kanlı oyunu bozmak yalnızca Türkiye emekçilerinin elindedir. Bu nedenle “ABD kalkanı”na hayır demek üzere kolları derhal sıvamak zorundayız.