Erdoğan ve adaletin tecellisi

Bugünkü gazeteler kalın kalın Başbakan Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada yaptığı “adalet” vurgusunun altını çiziyor. Bazıları “Adaletin bu mu dünya” şeklinde, bazıları ise “Acz içindesiniz” diye taşıdı konuşmayı manşetlerine…

Hayır, AKP hükümetinin Türkiye’de hukuku, daha önemlisi adaleti nasıl bitirdiğinden bahsetmeyeceğim. Odatv iddianamesinden, Hrant Dink davasında cemaatçi polis şefleriyle ilgili iddiaların nasıl el çabukluğuyla tardedildiğinden de söz etmeyeceğim. Kıdem tazminatının iç edilmesinden, sessiz sedasız yeniden gündeme getirilen bölgesel asgari ücret tartışmalarından da…

Çünkü Erdoğan’ın “adalet” anlayışının tam da sözünü ettiği alanda, diplomasi ve dış siyaset alanında sorgulanması bile, adalet ile meşruiyet kavramları arasındaki zorunluluk ilişkisinin irdelenmesi için yeterince zengin bir malzeme sunuyor.

Tayyip Bey “BM, belli ülkelerin çıkarları ve vesayeti istikametinde değil, bütün insanlığın hukukunu korumayı esas almak üzere yeniden yapılanmak ve vizyonunu yenilemek zorundadır” diyor. Ve ekliyor, “BM'nin acz içinde olduğunu Somali'de gördüm.”

BM’nin belli ülkelerin çıkarları ve vesayeti doğrultusunda hareket ettiği kuşkusuz doğrudur. Başbakan, belki de ilk defa, “vesayet” sözünü doğru bir yerde kullanmış oldu, alkışlamak gerekir. Ama bu kadar… Aynı Somali’ye yönelik işgale asker yollayan, yollarken “BM belli ülkelerin çıkarları istikametinde hareket ediyor” demeyi aklına dahi getirmeyen kimdi? Somali’de, Etiyopya’da süregiden açlığın ve kırımın, hiç değilse son on yıldır Sahraaltı Afrika’da köylüleri topraklarından sürerek devasa alanlara el koyan emperyalist tekellerin, mali sermayenin, hatta bazı Batı üniversitelerinin yağmasından kaynaklandığını söyleyecek yürek var mı Erdoğan’da? Yoksa ölüme sürüklenen bu insanların karşısına birkaç medya soytarısıyla çıkıp, kameralar önünde Ülker bisküvisi ikram etmek mi “adaletin tecellisi” oluyor?

Başbakan devam ediyor, BM’nin çifte standardından söz ediyor. BM Güvenlik Konseyi’nin onlarca bağlayıcı kararına uymayan İsrail’e neden ses çıkarılmadığını sorguluyor ve “Soruyorum, Güvenlik Konseyi farklı ülkeler için bu tür yaptırım kararları aldığı zaman bu kararlara uymayanlara aynen İsrail'e uyguladığı gibi sessiz mi kalıyor” diyor.

Pek güzel bu ikiyüzlülüğü teşhir ettiği için Başbakan’ı alkışlamak gerek. Ama Başbakan’ın uygulanmadığını söylediği 89 karardan hangisinin ya da hangilerinin uygulanması için gerçek bir çaba sarf ettiğini de sormak gerekir. Erdoğan ve arkadaşlarının milyonlarca Filistinli mültecinin vatansızlaştırılmasına karşı bir girişimi olduğunu bilen var mı? Peki, mülteciler yığınına Libya’dan, Suriye’den başkalarını eklemeye “katkısı” olmadı mı?

Zulümden söz eden Erdoğan, ne idüğü belirsiz birilerinin Cenevre’de “Kaddafi Libya’da 6 bin kişiyi katletti” demesinin ardından, bu iddia hiçbir biçimde araştırılmadan, BM tarafından Libya hava sahası uçuşa yasak bölge ilan edilir ve NATO bombardımanı başlatılırken “durun bakalım” mı dedi? Oysa daha birkaç hafta önce Nafusa Dağı’nda, Misrata’da toplu mezarlar bulunuyordu. Batılı ve Türk özel harekatçılar ve ajanlar tarafından eğitilen, silahlandırılan ve desteklenen “isyancılar”ın katlettikleri yatıyordu o çukurlarda... Ama Erdoğan Trablus’ta “devrimi” ve “meşru” bulduğu iktidarı selamlamakta, “Arap Baharı turu” atmaktaydı. Onun gezindiği sokaklarda birkaç hafta önce ırkçı pogromlar düzenlenmişti. Ve Erdoğan BM kürsüsünden “Libya Libyalılarındır” diye haykırıyor! O halde yanınızda yüzlerce patronla ne işiniz var orada diye soranlara “bizim adalet anlayışımız böyle” diyecek herhalde…

Evet, bazı BM kararları uygulanıyor, hem de hiç gecikmeden… Hiçbir delile dayanmadan, hiçbir araştırma yapılmadan atılan suçlar, “katliam yapılıyor” iddialarına dayandırılarak. O halde “bağlayıcı olduğu halde uygulanmayan” kararlar kadar, alınan ve uygulanan kararlardaki ikiyüzlülük de dile getirilmek zorunda. Kaldı ki, yukarıda sordum, tekrarlıyorum Erdoğan, İsrail’le ilgili alınan 89 karardan hangisi ya da hangilerinin uygulanmasını talep etmektedir, bunu açıklamak zorundadır.

Türkiye’nin Filistin devletinin tanınması ve BM üyesi olmasına desteğinin koşulsuz olduğunu dile getiriyor Başbakan. Filistin’in tek taraflı olarak devletleşme hakkı vardır bu hak tanınmalıdır. Bunu söylediği için Erdoğan’ı alkışlamak gerekir. Ama bunu söyleyen Erdoğan’ın “İsrail-Filistin meselesinde ben de varım” demenin ötesinde, Filistin halkı için nasıl bir “adalet” istediğini açıklaması da zorunludur. BM Genel Kurulu’ndan sonra ABD ve AB’nin, vatanlarından sürülen Filistinlilerin topraklarına geri dönme hakkını elinden almasına karşı sesini yükseltip yükseltmeyeceğini açıklamalıdır. Aksi takdirde önemsediği tek şeyin Filistin’in trajedisini kendi popülaritesini yükseltmek için kullanmak olduğunu söyleyenlere verecek bir yanıtı olmayacaktır.

Suriye hakkında ise, “Halkın talep ve beklentilerini karşılamayan, kendi halkına silah doğrultan, adalet ve hakkı tutup kaldırmak yerine, zulmü esas alan yönetimlerin devri kapanmalıdır” diyor Başbakan. Yanıtlamak zorunda olduğu soru ise şu: Başka ülkelere müdahale etmek, provokasyonlara ortak olmak bir takım katliamları görmezden gelirken, başka iddiaların üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlamak aç ve yurtsuz bırakılanları kendi çıkarları için kullanmaya kalkışmak… Bunların hangisi adalet kavramına sığar? Hangisi adil ve haklıdır?

Hiçbir emperyal heves meşru değildir meşru olmadığı için adil de olamaz. Sayın Başbakan acz içindedir.