‘Erdoğan iyi de çevresi kötü’

Alper Birdal'ın "Erdoğan iyi de çevresi kötü" başlıklı yazısı 30 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Soner Yalçın dün Yurt gazetesinin manşetten yayınladığı söyleşisinde “size bunu kim yaptı” sorusuna, “Bize bunu Erdoğan’ın ofisine böcek koyanlar yaptı” diye yanıt veriyor. Bunun bir iktidar kavgası olduğunu savunan Yalçın’ın cevabındaki can alıcı cümle ise şu: “Ya Türkiye kazanacak ya ‘Okyanus Ötesi’ kazanacak.”

Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de cezaevinden çıktıktan sonra benzer değerlendirmeler yaptığı hatırlanacaktır.

Yalçın, Şık ve Şener, Türkiye’de yeni rejimin kuruluşu sürecinde özellikle medyaya yönelik müdahalenin en başta gelen mağdurları oldular. Cesur bir mücadele verdiler. İkinci Cumhuriyet mahkemelerinde yargılananın gazetecilik mesleği olduğunun topluma anlatılmasında çok önemli işler yaptılar. Yeni rejimin kendisini siyasi davalar aracılığıyla kurma ve meşrulaştırma çabalarında önemli delikler açtılar. Bu mücadeleleri nedeniyle binlerce insanın desteğini arkalarına aldılar.

Kuşkusuz bu üç gazeteci ne bütünüyle aynı yerde duruyor, ne de AKP’ye karşı yaygın toplumsal direnci tek başlarına temsil ediyorlar. Ancak verdikleri mücadeleyle ve yargılama sürecindeki duruşlarıyla, elbette diğer gazeteci ve aydınlarla birlikte, o direncin önemli bir boyutunu sembolize ettikleri de yadsınamaz.

Bu çok ağır bir sorumluluk… Yalçın, Şık, Şener diğer gazeteciler ve aydınlar, bu sorumluluğun altına fiili olarak girmiş durumdalar. Bundan kaçış, AKP’ye teslim olmak anlamına gelirdi. Teslim olmadılar.

Sorumluluk ağır…

Bu sorumluluğun altının nasıl doldurulduğu sorusu ise yaşamsal önemde…

Peki, “Bize bunu Erdoğan’ın odasına böcek koyanlar yaptı” sözleri AKP iktidarına karşı direnci nereye kanalize ediyor?

Yalçın, Şık ya da Şener’in topluma “aslında Erdoğan iyi ama, şu çevresi yok mu…” mesajı vermeye çalışmadıklarından hiç şüphem yok. Başka bir kaygıyla, belki biraz da “gazeteci bakışı”nın arızalarıyla yaklaşıyorlar konuya. Belki de “Erdoğan-Cemaat” ikiliğine işaret ederek, doğru bir siyasi strateji kurduklarına inanıyorlar.

O strateji, çok kabaca söyleyecek olursak, mevcut iktidar blokundaki çatlakları genişletmek üzerine kurulu. Böyle ifade edilince “doğru” gibi de görünüyor. Cemaatle AKP arasındaki çatlak bir kopuşa dönüşürse, bundan bir bütün olarak iktidar bloku zarar görür beklentisi üzerine kurulu.
Bu beklentinin gerçekleşme ihtimali üzerine spekülasyon yapmanın anlamı yok. Yalçın’ın dediği gibi, ne olacağını “hep birlikte göreceğiz”.

Fakat bu, başka bir saptama yapmamıza engel değil. Söz konusu stratejinin çok temel bir açmazı var: İktidara karşı bir toplumsal taraflaşmayı iktidarın kendi içindeki taraflaşmaya dayanarak kuramazsınız.

Bunun neden imkansız olduğunu aslında son birkaç günde bir yandan AKP sözcülerinin diğer yandan Cemaat sözcülerinin beyanları ortaya koyuyor. Erdoğan önceki gün AKP-Cemaat gerilimi bahsiyle ilgili “Böyle bir şey olamaz. Olayımız bizim bu ülkeye hizmettir” diyordu. Danışmanı Yalçın Akdoğan, “Fethullah Gülen’le Başbakan arasında yalnızca muhabbet var” diye konuşuyordu. Fethullah Gülen, avukatı aracılığıyla, Başbakan’ın Cemaati tarafından dinlendiği iddialarına ilişkin “iftira” diyor, “devletimiz de çok güçlüdür, milletimiz de” şeklinde devam ediyordu.
Bütün bunlar iktidar bloku içinde çatlak olmadığını mı gösteriyor? Hayır…

İçeride itişip kakıştıkları muhakkak. Ve bu itiş-kakışın, iktidara karşı direnenler tarafından dikkatle izlenmesi gerektiği de açık.

Ancak “size bunu kim yaptı” sorusunu “Erdoğan’ın odasına böcek koyanlar” diye yanıtladığınızda, bunun toplumun önemli bir kesimde “aslında Erdoğan iyi de…” diye başlayan akıl yürütmelere dönüşeceğinden kuşku duyamazsınız. İkinci Cumhuriyet’in baskıcı, otoriter, gerici uygulamalarına karşı tepkinin, en azından bir kısmının, o bahsedilen çatlağın içine dökülüp kaybolmasına da engel olamazsınız. Bazı şeylerin “Erdoğan’a rağmen” yapıldığını düşünen insanların, bir süre sonra başka şeylerin “Erdoğan’a karşı” da yapıldığına inanmaya başlamasına şaşıramazsınız. Ve aynı denklemin tersinden kurulması da, örneğin “Cemaat desteğini oradan çekip, buraya koyarsa…” gibi beklentilere dönüşmesi de mümkündür. AKP’ye tepki duyan kesimlerin Abdullah Gül’e bakışındaki kayma, yalnızca burjuva muhalefetine ait bir konformizm örneği sayılamaz.

Türkiye’nin düzeni Yalçın, Şık ve Şener’i ağır bir yükün altına soktu. Bu yükün altında ezilmemeleri, en az onun altına girmiş olmaları kadar önemli.