Emperyalizmin pespaye “solcuları”

Avrupa Parlamentosu’nun geçtiğimiz hafta başında yayımlanan Türkiye raporu “büyük basın”da geniş yer buldu. Yandaş medya Erdoğan’ın “rapor siparişle yazılmış” sözlerinin üzerine atlarken, ulusalcı basınsa AKP dönüşümlerine neredeyse bütünüyle sahip çıkan AB’nin “artık fikir değiştirdiği” görüşünü pompalamaya yeltendi. Bu hengamede aynı Avrupa Parlamentosu'nun geçtiğimiz Perşembe günü oyladığı bir başka önerge ise gözden kaçmış oldu.

Sözünü ettiğim önergenin konusu Avrupa Birliği’nin Libya’ya müdahale etmesi… Öngörülen, Libya’nın uçuşa yasak bölge haline getirilmesi “direniş güçleri” ile, özellikle de Geçici Libya Ulusal Konseyi’yle resmi bağlantı kurulması. Kısacası bu önergeyle AB, özellikle Fransa ve İngiltere’nin bastırdığı çerçevede, Libya’ya askeri müdahalenin zeminini hazırlamış oldu. Bir müdahalenin eli kulağında diyebiliriz.

Önerge lehine oy kullananlar listesine bakınca şaşırtıcı olmayan bir tabloyla karşılaşıyoruz: Yunanistan’dan sosyal demokrat PASOK, muhafazakâr Yeni Demokrasi ve faşist LAOS listedeki yerlerini almışlar. Bu üçlü, Yunanistan’da sınıf mücadelesi keskinleştikçe birbirlerine daha yakın pozisyon alır oldular. Öyle ki, örneğin faşist LAOS sermaye iktidarı adına PASOK’un dile getiremediği aşırılıkta politikaları Yunan parlamentosuna taşıma misyonunu üstlenmiş görünüyor. Geçen hafta da bütün kitle eylemlerinin yasaklanmasıyla ilgili bir yasa tasarısını Yunan parlamentosuna getirdiler…

AP’de oylanan önergeye olumlu oy verenler listesi burada bitmiyor. Avrupa Sol Partisi’nden bazı vekiller de müdahaleye “evet” oyu verenler içerisinde yer almışlar. Bunlar arasında en tanınmış olanı Avrupa Sol Partisi ve Alman Sol Parti’nin (Die Linke) eski başkanı ve halen AP’deki sol grup Birleşik Avrupa Solu/Kuzey Ülkeleri Yeşil Solu’nun (GUE/NGL) sözcüsü olan Lothar Bisky. “Evet” oyu veren bir diğer tanınmış şahsiyetse Fransa’daki Sol Parti’nin lideri Jean Luc Mélenchon. Portekiz’den Sol Blok da “evetçiler” arasındaki yerini almış.

Listenin bu kısmına baktığımızda da “bunda şaşıracak bir şey yok” diyebiliriz. Doğru, şaşırtıcı olmaktan çok tiksinti verici bir pespayelikle ve düpedüz bir tecavüzle karşı karşıyayız. Bisky, Mélenchon ve diğerleri, hep birlikte “sol” kavramının ırzına geçiyorlar.

Biraz tarih bilen herkes, bu mütecaviz “solcu”ların yeni ortaya çıkmadıklarını söyleyecek ve kuşkusuz bunda haklı olacaktır. Geçmişte de “barış” adına emperyalist arayışların ve çıkarların yüzsüzce savunulmasını misyon edinmiş “solcu”lar vardı. Hiç değilse Birinci Dünya Savaşı’nın tarihine şöyle bir bakmak bu tür “solcular”ın utanç verici icraatları konusunda çok fazla ipucu sunacaktır. Bisky ve benzerleri onların yolundan gitmenin ötesinde bir şey yapmıyor denilebilir.

Ama bir adım öteye geçtiler ve artık emperyalist blok içerisindeki iç çelişkilerde de taraf haline geldiler. Fransa’nın, İngiltere’nin ve Alman burjuvazisinin bir kesiminin özlemleri artık Bisky’de ve Mélenchon’da ifadesini buluyor. Uluslararası delegasyonlarına bazı tekellerin sahiplerini de katıyor, örneğin Latin Amerika’da hem AB siyasetini hem de o tekellerin ürünlerini pazarlıyorlar. Sol kavramına bu düzeyde açık bir tecavüzü örneğin Kautsky’nin ya da Bernstein’ın da gerçekleştirdiğini söyleyebilir miyiz, ondan pek emin değilim.

Son dönemde, krize batmış Avrupa emperyalizminin bu pespaye “solcuları”nın tekellerin satış memurluğunu yapmanın yanı sıra uluslararası misyonlarını genişletme hesabı içinde de oldukları anlaşılıyor. Doksanların küreselleşme karşıtlığı dalgasından arta kalan “sosyal forum” solculuğunun bloklar halinde Latin Amerika, Afrika ve son olarak Arap ülkelerine yayıldığını görüyoruz. Özellikle Afrika ve Ortadoğu’da bu forum tarzı bloklaşmaların kitlesel hareketleri ne ölçüde temsil ettiğini söylemek bir hayli güç… Ve kuşkusuz ki her üç coğrafyada da ekonomik ve siyasi krizlerin hızlandırıcı etkisiyle bölgesel yakınlaşmaların ortaya çıkması olumlu bir gelişme.

Ancak kuşku uyandıran ve uyanık olmayı gerektiren bir durumla karşı karşıya olduğumuzu göz ardı edemeyiz. Zira Bisky ve yandaşlarının her üç coğrafyada da bu bloklarla flört ettiğini görüyor, “sol” kavramı temizlenmeden bu tür bölgesel yakınlaşmalara hayırhah bakmanın güç olduğunun bir kez daha farkına varıyoruz. Bir tarafta “21. yüzyılın sosyalizmi” safsatalarıyla Porto Alegre ruhunu çağıranları, öte tarafta Libya’daki “devrim”i selamlayanları gördükçe ve emperyalizmin pespaye “solcuları”nın tecavüzlerini Avrupa coğrafyası dışına da yaymak arzusunun örnekleriyle karşılaştıkça bu endişemiz daha da artıyor.

Soruna nasıl çözüm getirilebileceğinin yanıtı ise Avrupa Parlamentosu’nda yapılan oylamanın kendisinde saklı. Aynı oylamada “hayır” demekle kalmayıp, Libya’ya müdahaleye “evet” denilmesini destekleyen pespaye “solcular”ın ipliğini pazara çıkartan Yunanistan Komünist Partisi (KKE) oldu. KKE’nin ve onunla birlikte hareket eden başka komünist partilerin gücü ve net tavrı sayesinde başka bazı GUE/NGL bileşenleri de “hayır” oyu verdi.

Buradan hareketle başa dönersek, ülkemizde de Avrupa Birliği’nin emperyalist karakterini göz ardı ederek, AKP’ye hafifçe dokunduran bir rapor yayımlamasının ardından yelkenleri suya indirenlerin “sol” kavramını iğdiş etmelerinin önüne geçilmesinde güçlü bir komünist hareketin ne denli önemli olduğunun altını çizebiliriz. Onlardan daha beterlerinin, “AKP solcuları”nın, karşısında ise aklın ve vicdanın korunması için komünistlerin güçlenmesinin önemini herhalde belirtmeye bile gerek yok.

Daha açık söylemek gerekirse, örneğin “AB’yle ya da ABD’yle ilişkileri ben daha iyi götürürüm” diyen bir CHP’ye emperyalizmle “iyi” ya da “eşit” bir ilişki kurulamayacağını söyleyecek, bu tavrın karşısına dikilecek olan yegane güç komünistlerdir. Çünkü komünistler, bu pespaye “solculuğun” ve onun çeşitli türevlerinin bağımsızlık gibi, laiklik gibi, barış gibi değerleri kemirmesine izin vermemek, bu değerleri gerçekten toplumsallaştırmak için alanı temizlemekle yükümlü. Bunun gereğini yapacak bir toplumsal güç haline gelemediği takdirde, yaltaklanmayı, bir yerlere tünel kazmayı, emperyalizmin dümen suyuna gitmeyi pazarlamayı düstur edinen bir pespayeliğin sol değerlere her gün tecavüz etmesinin önünü almak mümkün değil.