Doğuya dönmek

Kosta Gavras’ın unutulmaz filmi Z’de solcu milletvekilinin öldürülmesini soruşturan savcı, cinayeti işleyen faşistlere siyasi motivasyonlarını itiraf ettirmek üzere soruşturmanın en hararetli anında onları komünistlikle suçlar. Bu “ağır itham” karşısında galeyana gelen katiller faşist olduklarını haykırırlar.

“Türkiye’nin ekseni kayıyor” tartışmaları karşısında AKP takımının verdiği refleksler de buna benziyor. “Stratejik ortağın” desteği ve cemaatin marifetiyle devletteki “doğuculara” kan kusturan bir iktidarın kendisinin doğuculukla suçlanmasını tarihin bir ironisi mi saymalıyız?

İktidarın bunu bir “itham” saydığı aşikar ve bu nedenle de hayli açık konuşmaya başladılar. En çarpıcı ifşaatlardan bir tanesini Fehmi Koru’nun dünkü köşesinde okuyoruz: “Bugün eskiden üzerine vazife olmayan misyonlar üstlenmeye çalışan NATO'yu ele alalım: Bosna'da ve Afganistan'da hüsn-ü kabul gördüyse NATO, bunu biraz da üyeleri arasında Türkiye'nin bulunmasına borçlu. Yarın başka ihtilâflarda yeni görevler üstlenmesi söz konusuysa, her ihtilâfa ‘adalet ve insaf’ açısından yaklaşan Türkiye'ye daha fazla ihtiyacı olacak NATO'nun...”

Bu portalde AKP eliyle şekillendirilen “yeni Türkiye”ye yüklenen misyonun tam da bu olduğunu anlatan onlarca makale yayınlandı. Şimdi AKP takımı aynı şeyi söylüyor: “Bize bu misyonu veren sizsiniz, hangi hakla bizden şüphe ediyorsunuz? Bosna’da ve Afganistan’da NATO katliamlarını bizim sayemizde meşrulaştırdınız, şimdi İslamcılığımızdan yakınıyorsunuz.” Bunu daha açık söyleyemezlerdi. Galeyana geldikleri ve alındıkları kesin.

Biraz daha ayrıntılandıralım. Yeni Osmanlı, Türkiye’nin “doğu”da çerçevesini ABD’nin çizdiği yeni bir hinterland oluşturarak mevcut emperyalist hegemonyaya eklemlemesi projesidir. Ancak ayağını doğudaki hinterlandına basan bir Türkiye, bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti olamaz. Yeni Osmanlıcılık, Türkiye’nin de bir parçası olduğu “doğu”nun yeniden şekillendirilmesi, yani her şeyden önce Türkiye’nin yeniden biçimlendirilmesi sürecidir.

Dikensiz gül bahçesinde yürümediklerini söylemeye gerek yok. Ancak buralardaki dikenler, örneğin Doğu Avrupa’da Almanya’nın parmağına batanlardan çok daha keskin, üstelik zehirlidir. Zehrin kaynağı, emperyalizmin bu coğrafyada istikrarı değil “akış”ı, ya da şöyle söyleyelim, “olan”ı değil “oluş”u tercih etmesi ve buna mecbur olmasıdır.

“Oluş”a mecburlar, çünkü emperyalist hegemonya artık istikrarlı bir yapıyı kuracak ve sürdürecek takate sahip değil. “Oluş”u tercih ediyorlar çünkü bu, hegemonyadaki tıkanıklıkları açmak için yeni olanaklar sağlıyor. “Yeni Türkiye” bu olanaklardan bir tanesi olarak kurgulanmış, böylece kendi varlığı bir olasılık haline düşmüştür.

O halde konu sadece “AKP ölçüyü kaçırdı” basitliğinde ele alınamaz. Erdoğan’ın özellikle İsrail başlığında ölçüyü kaçırdığı doğrudur, ancak asıl sorun ölçünün hangi eşikten sonra kaçmış sayılacağının hayli belirsiz olmasıdır. AKP bu belirsizliği yönetmeyi başaramamıştır.

“Kendi hinterlandını yaratan Türkiye”… Egemen sınıfın ağzını sulandıran bu…

Ancak aynı alanda hareket eden, üstelik Türkiye’yi kendi hinterlandı olarak gören güçler var. En başta İsrail var, Rusya var… Türkiye’nin asla çözemeyeceği kadar büyük bir düğüm olan İran var hatta son krizle birlikte derhal durumdan vazife çıkararak İran müdahalesi için İsrail’e hava sahasını açacağını belirten, hani şu Türkiye’ye uçaklarla para getirdiği söylenen kralın Suudi Arabistan’ı var…

O halde asla diş geçiremeyeceği, üstelik emperyalizmin bir “oluş” haline mahkum ettiği böyle bir coğrafyada “yeni Türkiye”, ülkenin bitirilmesidir. Elde sadece bu kalıyor. Egemenlerin ağzını sulandıran AKP misyonunun özü bu…

Peki, son tartışmalar “AKP artık bu misyonun altından kalkamaz” anlamına mı geliyor? Emperyalizm bir alternatif mi hazırlıyor?

AKP’yi salt bir hükümet partisi olarak değil, tekeller arasındaki yeni bir harmanlanma, devasa bir cemaatler ağının egemenlik mekanizmasına yerleşmesi, bir hinterland yaratma iddiasıyla emperyalist düzene eklemlenme çabası olarak görürsek ilk soruya olumlu yanıt vermek mümkün değil. Türkiye emperyalizmden kopmadığı takdirde bu payandalara dayanan ve kuşkusuz ülkenin felaketi anlamına gelen iktidar mantığı devam edecek ve bu misyon “AKP’ye ne olur?” sorusundan bağımsız olarak sürecek. AKP’nin üstlendiği ve hayli yol aldığı bu görev, tek başına bir hükümet olarak AKP’ye ait değildir. Gülen, Amerikan gazetelerine verdiği demeçlerle bunun altını çizmiştir.

Ya alternatif meselesi?

Yabancı basına bakacak olursak böyle bir hazırlık var. En cafcaflısını Washington Institute’tan Soner Çağaptay Jerusalem Post’ta yazdı: Kılıçdaroğlu CHP’si Kemalist siyaset anlayışının liberal boyutlarını koruyup, geleneksel Kemalizmin otoriter ve zamanı geçmiş boyutlarını törpüleyerek yeni bir Kemalizm –Kemalizm 2.0– yaratırsa bu iş olur… Söylediğinin özeti bu…

Tarif edilenin bir “alternatif” olmadığı, aynı iktidar mantığının aynı “oluş” halindeki doğudaki misyonunu sürdürmesi olduğu çok açık. Kaldı ki Çağaptay yazısının “tavsiyeler” bölümünde de, bir liberal olarak nitelediği Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin ileriye bakan vizyonundan ders alması gerektiğini anlatıyor. Sorun bir alternatif hazırlamak değil, CHP’sinden MHP’sine kadar bütün sermaye partilerine Wall Street Journal’dan, Jerusalem Post’tan ve bilumum “think tank” raporundan ne yapması gerektiğinin anlatılması ve misyonun hatırlatılmasıdır.

O halde mesele bütün veçheleriyle Türkiye’nin tartışmaya açılmasıdır. Çünkü “doğuya dönüyor” denilen Türkiye’nin kendisi “doğu”dur…