Direnç bitti mi?

“Korku, şaşkınlık ve aptallığın kök saldığı her yerde Yasa güç kazanır, halk mutlu olur.”

Bu söz büyük Yunanlı şair ve yazar Kostas Varnalis’e ait. Komünist yazar, Sokrates’in Gerçek Savunması başlığını taşıyan kısa eserinde bu cümleyi idam edilmeden evvel savunmasını veren filozofa söyletiyor.

Bu cümleyi okuyup, “hah, tamam, bu da şimdi halkın aptal olduğundan, korktuğundan vesaire söz edecek. Kendisine, sola hiçbir pay çıkartmayıp halkı suçlayacak” diye düşünenler çıkabilir. Baştan söyleyeyim, hayır, öyle yapmayacağım. Çünkü yaşanan ya da kapıda duran bunca çalkantıya, bunca altüst oluşa karşın Türkiye halklarının tek başına aptallıkla, şaşkınlıkla veya korkaklıka itham edilebileceğini düşünmüyorum.

Madenin özelleştirilmesi sonucunda siyanür zehirlenmesine maruz kalan Tavşanlı halkının ya da kanser vakalarının patladığı Dilovası halkının da tek başına aptal, korkak ya da şaşkın olduğunu söylemeyeceğim.

Ama bu üçünün bir bileşkesinden söz edilebileceğini, bu üç durumun birden etkisi altına aldığı bir toplumun 12 Haziran’da gördüğümüz siyasi tabloyu ortaya çıkarttığını söyleyebilirim.

Hiç kimse aptal değil… AKP’ye oy verenler aptallıklarından oy vermiş değiller. Örneğin Tavşanlı halkı zehirlenmesine neden olan, kendisini ölümle burun buruna getiren şirketi, ancak oraya getiren siyasi iradenin götürebileceğini düşünmüş olmalı. Bu tek başına aptalca bir düşünce değil içerisinde “o siyasi iradeye kafa tutmaya kalkarsam daha beteriyle karşılaşırım” korkusunu da barındırıyor. Ya da “onlar götürmeyecek de kim götürecek” sorusuyla özetlenebilecek bir şaşkınlığı…

Aptallık, korku ve şaşkınlık bir bütün… Bu bileşkenin egemen olduğu yerde, Varnalis’in pek özlü ifade ettiği gibi, “Yasa”, yani düzen güç kazanır ve halk “mutlu” olur. Çünkü şaşkın, korkmuş ve de aklı alınmış halk düzene sarıldığında, düzeni koruduğunda, yeni kurulan rejime biat ettiğinde belalardan sakındığını, huzuru bulduğunu düşünür ve bu nedenle de mutlu olur. Ya da mutluluğu “daha beteri de olabilir” düşüncesinde bulduğunu zanneder denilebilir.

12 Haziran’dan mutlu çıkan halk yalnızca AKP’ye oy veren yüzde elli değil… Bunu açmaya çalışacağım, ama önce seçimden çıkan siyasi tabloya dair birkaç kayıt düşmek durumundayım.

Seçim sonucu Türkiye’de iki siyasi vektörün başka siyasi kuvvetleri büyük ölçüde hükümsüz kıldığını gösterdi. Bu iki vektör yeni rejim ve onunla pek çok paralelliğe sahip olan ama birebir örtüşmeyen Kürt siyaseti vektörleridir.

Ana vektörü, yeni rejimi, ele aldığımızda akla şu soru geliyor: Bunun etrafında öbeklenen kitlelerde hiçbir bir direnç yok mu, kalmadı mı?

Kanımca kalmıştır ve sorununun cevabı “evet, yeni rejime karşı toplumsal bir direnç var” şeklinde verilmelidir. Olmadığını ya da bittiğini söylemek bu portalda daha beş gün öncesine kadar yapılan bütün siyasi değerlendirmelerin yanlışlandığını iddia etmek olur.

Hayır, bu değerlendirmeler yanlışlanmadı. Yeni rejime karşı direnç var CHP’ye oy verenlerde, Kürt siyasi vektörünün başka bir mecra açarak yeni rejime kafa tutacağını düşünenlerde, oylarıyla Ergenekon sahnesini yıkabileceğini umanlarda ve kuşkusuz, “sosyalizm” diyen o çok cılız seste bu direnç var. Hepsi direnci başka bir şekilde kodlasa da, direnmenin karşılığını bir başka mecrada arasa da...

12 Eylül referandumundan sonra da bunu söylemiyor muyduk? Toplumun çeşitli kesimlerinde, gençlerde, emekçi sınıfların çeşitli bölmelerinde, Kürtlerde, Alevilerde gördüğümüz bir yeni rejim tepkisi ve hoşnutsuzluğu yok muydu? Vardı ve o, bir açıdan, orada duruyor. Bir açıdan diyorum, çünkü şekil değiştiriyor, eriyor, başkalaşıyor. Bunu da görmüş ve söylemiştik: Toplumdaki dirence şekil verilemezse, bu direncin bir araya gelmesi sağlanamazsa, yeni rejim AKP’siyle, CHP’siyle, MHP’siyle onu eritecek, başkalaştıracak… Yine bunu görüyor ve söylüyoruz.

12 Haziran’dan sonra bu söylenenlere bir ek yapmamız, başkalaşmanın geldiği noktayı tespit etmemiz gerekir: Toplumdaki direnç, tepki, hoşnutsuzluk unsurları ona yüklediğimiz, yüklemeye çalıştığımız anlamın uzağında ve 12 Haziran’da o anlamdan biraz daha uzaklaştı. Her direnç bir güce karşı şekillenir. Ancak karşıt gücün büyüklüğü ve şiddetinin nasıl algılandığı direncin kendisini de biçimlendirir. Dirence sahip toplumsal unsurlar, karşılarındaki gücün şiddetini ve büyüklüğünü o denli büyük görmekte ki, bir panik haliyle, yani biraz korkuyla, biraz şaşkınlıkla ve biraz da aptallaşarak aynı gücün kendisine tutunmayı direniş olarak algılamakta…

Bu kesimlerde “tarikatlar, cemaatler, polis devleti, sansür, baskı, emperyalizm… Bunlar çok büyük güçler ve ancak kendi suretinden yaratılan başka büyük güçler tarafından durdurulabilir” algısı egemen olmuştur.

Doğru, Kürt siyaseti büyük ölçüde bu çerçevenin dışındadır. Bu mecrada cesaretten, iradeden söz edilebilir pekala… Ancak bu mecrada da siyasi pragmatizmin ilkelerin önüne geçmesi durumunun, yeni rejim vektörü karşısında büyük bir zaaf yarattığı apaçık görülmektedir. Örnek olsun kendisini tahkim eden yeni rejim vektörü Kürt sorununa bir kez daha bölge dinamikleri üzerinden müdahale etme olanaklarını geliştirerek çıktı bu seçimden. “Halkın yarısı”nı arkasına alan Erdoğan’ın balkondan sadece Türkiye’ye değil, bütün bölgeye seslenmesi budur. Antalya’da toplanan Suriyeli “muhalifler”e “aranıza Kürtleri almayın” denmesi, Suriye Kürtlerinin Beşar Esad’a doğru iteklenmesi gözden kaçmamalıdır. Eşikte duran olasılıklardan bir tanesi, tampon bölge vesaire derken Suriye operasyonunun başlatılıvermesi ve bu arada “Silivri-Kandil = Şam-Tahran” denkleminin tedavüle sokulmasıdır. Bu olasılığın bertaraf edilmesi emperyalizmin bölgedeki tasavvurunun bir bütün olarak karşıya alınmasıyla olanaklıdır ancak. Bu ilke temelinde direnmeyen bir siyasi hattın Suriye operasyonunun aynı zamanda bir iç operasyona dönüştürülmesi olasılığını bertaraf etmesi mümkün görünmemektedir. Bu olasılığın bertaraf edilmesi solu çağırmaktadır. Yeni rejim vektörü ise bu boşluğun yeni bir sol tasarlayarak kapatabileceği varsayımını içermektedir.

Toplumda bir direnç var, doğru… Korku, şaşkınlık ve aptallığın kök salmasıyla Yasa’ya, yani düzene tutunan, yeni Yasa’nın şekillendirdiği ana muhalefet partisini o devasa güçleri durdurabilecek bir başka büyük güç olarak gören halkta da var. 12 Haziran’la birlikte dirence dair bu algı ağır bir darbe aldı.

Bu darbe, korku, aptallık ve şaşkınlıktan azad olmuş, gerçek bir direncin örülmesinin olanaklarını içerisinde barındırıyor mu? Korkmuş, şaşırmış ve aptallaşmış olanların bir kısmı daha da korkacak, daha da şaşıracak, daha da aptallaşacak. Ama bir kısmı da bu saiklerden hareket ederek direnilemeyeceğini görecek. En azından görebilme potansiyelini barındıranlar çıkacak, çıkıyor.

12 Haziran’da “boyun eğmiyorum” diyenlerin sesi çok ama çok zayıf çıktı. Ancak bu sesin güçlenebileceğine, direncin büyütülebileceğine ilişkin toplumsal göstergeler ortadan kalkmadı. Artık bu kuvveti toparlamak, direncin Yasa’ya biat ederek erimesine engel olmak daha zor kuşkusuz. Fakat bu durum, bir toparlanma gereksinimi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ve toparlanabilecek toplumsal kuvvet kesinlikle yok olmadı.