Çin Yüzyılı Yakın mı?

Zaman zaman Asya’daki, özellikle Çin’deki gelişmeler hakkında ilginç haber ve yorumlara yer veren Asia Times Online adlı sitede geçtiğimiz hafta Sincan Bölgesi’nde yaşanan olaylara dair şöyle bir yoruma yer veriliyordu: “Başkan Mao Zedong döneminde etnisitelerle ilgili siyaset Mao’nun sınıf mücadelesi doktrini tarafından belirleniyordu Han ve Han olmayan bütün emekçiler aynı ortak kimliği, sosyalist emek kimliğini paylaşıyorlardı. “Emek” sözcüğü, emekçilerin ülkenin anayasal ve ideolojik sahipleri oldukları anlamına gelmekteydi. Kapitalistler, toprak sahipleri, serf sahipleri ve diğer sömürücüler, etnik kökenlerine bakılmaksızın düşman olarak kabul ediliyordu.

“Çin’de egemen ideoloji olarak Marksizmin etkisi azaldıkça siyasi eşitlik anlayışı da aşınıyor. Bugün ne sıradan insanlar ülkenin gerçek sahipleri olarak görülüyor, ne de artık emekçiler saygı duyulan bir sınıf. Artık kapitalistler devletin yeni onur konukları.”

Bunun özgün bir gözlem olmadığı açık, ama geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olayların özüne ilişkin bundan ötesini söylemenin herhalde bir anlamı yok. Maoculuk, Çin sosyalizmi bunlar eleştirilebilir, ancak sosyalizm iddiasının kendisi bile eşitlik yolunda büyük adımlar atılmasına, etnik düşmanlıkların temelinde yatan sınıf karşıtlıklarının emekçilerin ortak çıkarları zemininde aşılmasına yönelik önemli bir mesafe katedilmesine olanak yaratıyor. Fakat tarihte geri dönüşlerin olduğunu biliyoruz ve geri dönüşler bir kez daha milliyetçi boğazlaşmaları sahneye çıkarıveriyor.

Çin örneğinde meselenin özellikle bir boyutu önem taşımakta: Karşı devrim süreçlerinden geçen diğer sosyalist ülkelerden farklı bir deneyim yaşayan Çin’in sağladığı iktisadi dinamizm sayesinde emperyalist sistemin yeni hegemonik gücü olabileceği, yeni bir “Çin yüzyılı”nın kapıda olduğu geniş bir kesim tarafından ifade ediliyor.

Çin’in Yugoslavya olmadığı doğru. Bu ülkenin eski Sovyet cumhuriyetlerinin ve Orta ve Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelerin yaşadığı gibi bir karşı devrim sürecinden geçmediği de...

Ancak yine de sosyalizme doğru atılan adımlar sayesinde elde edilen beşeri ve siyasi kazanımların kısa süre sonra yitirilmesi, “ülkenin sahibi olarak emekçi”lerin masadan defedelip yerlerine patronların buyur edilmesi, milliyetçi boğazlaşmaları da içeren nice kirliliğin biriktiği bir geri dönüş anlamına gelmektedir. Geri dönüşü hızlandıran faktör kuşkusuz emperyalizmdir Yugoslavya’da ve eski Sovyet coğrafyasında olduğu gibi...

Emperyalizm bu bölgede hiç değilse son otuz küsur senedir bir sıcak savaş yürütüyor. Afganistan’daki ilerici iktidarın devrilmesi, Sovyetler’e karşı verilen gerici savaşla açılan bu dönem, kesintisiz denebilecek bir biçimde devam etti. Öncesinde değilse bile bu otuz küsur yılda emperyalizmin bölgedeki halklarla “bağlantı” kurmaması, kendisi için yeni provokasyon araçları yaratmaması düşünülemez bile.

Bugün bu uzun savaşın büyük bir şiddetle devam ettiği bir dönemin içindeyiz. ABD Afganistan’da Vietnam Savaşı’ndan beri yürüttüğü en büyük kara operasyonunu gerçekleştiriyor. Öte yandan da yaşanmakta olan yeni Büyük Bunalım ve olası bir Çin yüzyılı üzerine süregiden yorumlar söz konusu. Bu koşullar altında ABD’nin kaslarını daha da fazla şişirmesi, hasımlarına karşı büyük üstünlüğünü, askeri becerilerini ve siyasi coğrafyayı yeniden belirleme yeteneğini göstermemesi bu yorumlarda işaret edilen olasılığa teslim olması anlamına gelecek. Dolayısıyla yeni provokasyonlar yaratmaya mecburlar.

Geçtiğimiz hafta soL’da emperyalizmin son olaylara ne şekilde dahil olduğuna dair bir çok haber yayınlandı. Bunları tekrarlamanın lüzumu yok. CIA bağlantılı Ulusal Demokrasi Vakfı’nın (NED) Dünya Uygur Kongresi’ne yılda 250 bin dolar vermesi, Kongre’nin başkanlığını yürüten Rabiya Kadir’in başında olduğu Uygur Amerikan Derneği’nin aynı vakıftan fonlanıyor olması, yaklaşık iki ay önce NED’in “Doğu Türkistan: Komünist Çin Yönetiminde 60 Yıl” başlıklı bir konferans yapmış olması ve bu konferansı NED’le birlikte düzenleyen “Temsil Edilmeyen Uluslar ve Halklar Örgütü”nün onursal başkanının Sincan olaylarında adı yine sıkça duyulan Erkin Alptekin olması bunlar bir yandan önemli, ama aynı zamanda hiç önemi yok.

Şiddeti artan Güney Asya savaşı emperyalizmi yeni provokasyonlar hazırlamak konusunda daha fazla kamçılıyor. Savaşın şiddetinin artmasını sadece Afganistan’daki işgalin ölçek ve yoğunluk artışıyla açıklamamak durumudayız. Savaşı yaymak, genişletmek zorundalar. Birkaç veriyi alt alta yazdığımızda, yavaş yavaş yaklaşılan eşiğin ne olduğunu daha iyi kavrayabiliriz.

Birinci olgu, Kazakistan’la Çin arasında Atasu-Alaşanku doğal gaz boru hattının bu yıl tamamlanacak olması. Buna ilaveten Çin’in en büyük petrol ve doğal gaz şirketi CNPC’nin Türkmenistan, Özbekistan ve Kazakistan’dan geçip Çin’e ulaşan, 2 milyar dolarlık bir doğal gaz boru hattı daha inşa etmekte olduğunu anımsatabiliriz. Yine Doğu Sibirya ile Çin arasında doğal gaz hatlarının yapılmasının tartışıldığını bunlara ekleyebilir ve bütün bu hatların Çin’in Sincan Bölgesi’nden geçtiğinin altını çizebiliriz.

İkinci olgu, 24-25 Haziran’da NATO’nun Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi’ni Kazakistan’da toplamış olması. Zirvenin ana konusunun “Afganistan, Orta Asya ve Kafkaslar’da güvenlik ve enerji istikrarı” olduğu belirtiliyor ve NATO’nun resmi sitesinde “Kazakistan’ın NATO'nun Orta Asya’daki en aktif ortağı olduğu” ifade ediliyor.

Üçüncü olgu, ABD’nin girişimleriyle Türkmenistan’ın Nabucco projesine bağlanmak istenmesi ve bu ülkenin Hazar Denizi kıyısındaki 32 petrol ve gaz sahasını uluslararası ihaleye açması.

Dördüncü olgu, İsrail-Azerbaycan-Kazakistan ve Azerbaycan-NATO arasında son dönemde yoğunlaşan askeri yakınlaşma ve Azerbaycan’a İsrail askeri teknolojisinin aktarılması için atılan adımların hız kazanması.

Beşinci olgu, Afganistan savaşının Pakistan’a yayılmasından bu yana ABD’yle ilişkileri daha da yakınlaşan Hindistan’ın geçtiğimiz haftalarda Çin sınırındaki ihtilaflı Aranuçal Pradeş Bölgesi’ne askeri yığınak yapmaya başlaması. Af-Pak Savaşı şiddetlendikçe bölgenin başka ihtilaflı alanlarında patlamaların yaşanması beklenir bir durum ve bu ihtilaflı alanlar içinde, Çin’in de 1963’ten beri bir kısmını elinde tuttuğu, Keşmir Bölgesi ve Çin-Hindistan sınırı da yer alıyor.

Bu olgulardan nasıl bir sonuç çıkarılabilir? Kanımca şu not düşülebilir: Çin yüzyılının yakın mı, uzak mı, yoksa olanaksız mı olduğunu tayin edecek ana faktörlerden bir tanesi Güney Asya’da kaynayan kazanın içine kimin düşeceğidir. Sincan’daki olayları bir de bu gözle değerlendirmek durumundayız.