Cemaatçilik Suçtur!

Hanefi Avcı’nın kitabıyla ilgili süregiden tartışmalar, odağında Amerikancı bir İslamcılığın durduğu yeni resmi ideolojinin bu ülkeyi büyük bir hızla bir yarılmaya sürüklediğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bunu görüyor ve uzun zamandır söylüyorduk. Burada bir yenilik yok.

Ancak şunu bir veri olarak kaydetmek durumundayız: Merkezinde “ılımlı İslam”ın durduğu yeni resmi ideoloji, öngörülenden çok daha geniş bir yarılmayı tetiklemekte, aktif fay hatlarında büyük bir enerji birikimine neden olmaktadır. Milliyetçi-muhafazakar, hayatının büyük kısmını Gülen cemaatine dost olarak geçirmiş bir istihbaratçının yazdıklarını başka nasıl algılayabiliriz?

Bu durumu önemsiz, bu sözleri de eski resmi ideolojiye sahip çıkmak olarak algılayanlara söyleyecek sözüm yok. Tavsiyem, hiç değilse Marx’ın Fransa üçlemesini ve Engels’in Almanya’da Köylü Savaşı’nı bir kez daha okumaları, ustaların bunları neden yazdıkları üzerine bir kez daha düşünmeleridir.

Avcı’nın çıkışının bir yalanlama, görmezden gelme ve en önemlisi aynı şiddette bir yeni resmi ideolojiyi meşrulaştırma girişimiyle karşılanacağı belliydi. Öyle de oldu ve şiddetli bir kampanya başlatıldı.

Birkaç örnek vermeme izin verin…

“Hayatta insanın bir cemaati olmasının iyi bir şey olduğuna inanıyorum. Ama cemaat gibi düşünmesi anlamına gelmemeli. Hep yalnız bir yazardım ama fikrim değişmeden edebi cemaate girmek isterim.”

Bu sözlerin sahibi Orhan Pamuk… Pamuk’un edebiyatçı olmadığını söyleyebilirsiniz (buna katılırım), ama kullandığı kelimelerin anlamını ve kurduğu cümlelerin neye vurgu yaptığını bilmeyecek düzeyde Türkçe fakiri olduğunu iddia etmek olmaz. Nobel ödüllü bir banka cüzdanına sahip olan, günde beş vakit “Türkiye’nin modern yüzü” olarak topluma sunulan bu zatın “cemaatçilik iyi bir şeydir, ama bu cemaat gibi düşünmek anlamına gelmez” demesi, yeni resmi ideolojiyi meşrulaştırma girişimine bir örnektir yalnızca. Özeti şudur: Cemaatçilik öyle korkulacak bir şey değildir ve bir cemaate ait olmak iyidir. Cemaat sözcüğünün önüne iliştirdiği “edebi” sözcüğü ise teferruattır.

Bir başka örneğe, bürokrasi içerisinde cemaatçiliğin meşrulaştırılması ekseninde kalem oynatan Cengiz Çandar’ın yazdıklarına bakalım.

“Devlet bürokrasisi içinde yer alanlar düşünce sistemleri içinde ‘Kemalist’ olabilirler, ‘ulusalcı’ olabilirler, ‘komünist’ olabilirler, ‘sosyal demokrat’ olabilirler, ‘liberal’ olabilirler. Kim ne karışır? Görevleriyle ilgili ‘suç’ işledikleri noktada ise ‘suçlu’ olurlar Kemalist ya da ulusalcı veya komünist, sosyal demokrat, liberal vs. oldukları için ‘suçlu’ olmazlar. Cemaat mensupları için de aynı kriter uygulanmak zorundadır.”

Çandar’a bir çok soru sorulabilir ilk akla gelen ise şudur: Hangi kriter? Katledilen, sürgün edilen, işsiz bırakılan bürokrasi içindeki komünistlere uygulanan mı? Mesela 1402’lik olan öğretim üyelerine, Pol-Der’li polislere uygulanan kriter mi? Doğan Öz’e uygulanan mı? Onu geçtim, bilmem ne toplantısında “NATO üyeliği ülkeye yararlı olmadı” düzeyinde hayli naif sözler ettiği için bugün Silivri Zindanı’na konulanlara uygulanan kriter mi uygulanacak? Yoksa muhafazakar, hatta AKP’ye sempatiyle bakmasına karşın Gülen cemaatinin ulaştığı güçten tedirgin olduğu için içeri atılan veya kızağa çekilen bürokratlara uygulanan kritere göre mi yaklaşılacak cemaat mensuplarına?

Çandar açıkça “din temelinde bir hiyerarşiye dayanan bir örgütlenme içinde bulunmak, devletin olanaklarını kullanarak belirli siyasi çıkarlar adına çete kurmak meşru, buna itiraz etmek ise gayrimeşrudur” demektedir.

Son örneği, egemen basın içerisinde Avcı’nın kitabının görmezden gelinmesine karşı çıkanların başını çekenlerden bir tanesinden, Ruşen Çakır’dan verelim. Çakır, Avcı’nın kitabı üzerine kaleme aldığı yazı dizisinin son makalesinde “kitabın önemsenmesi gerektiği” vurgusunu şuraya bağlıyor: “Cemaat artık bir an önce şeffaflaşmalıdır.”

Bu öneri şeffaflaşan cemaatin meşru olacağını ima etmesinin yanı sıra, cemaatin böyle bir yeteneğe sahip olduğunu da savlamaktadır. Oysa cemaat Amerikancılık, gericilik, piyasacılık gibi başlıklarda alabildiğine şeffaftır. O halde şeffaflaşmanın karşılığı “daha fazla meşrulaşın, toplumun genelinde, herhangi bir cemaate mensup olmayanlar nezdinde de kabul görmeye bakın” olmaktadır. Çakır’ın söylemek istediği tam olarak bu mudur bilemem, ancak yalnızca devlet içinde değil, esas olarak toplumsal alanda gericilikle, tarikatçılıkla sonuna kadar mücadele edilmesi gerektiği söylenmediği takdirde bu noktaya varılması şaşırtıcı olmamaktadır.

Peki, biz ne diyoruz? Daha açıkça söyleyemek gerekirse, bize ne cemaatçiliğin devleti sarmış olmasından? Neden “ha ülkücü çeteler, ha Fethullahçılar” deyip geçmiyoruz?

Bu noktayı Çandar’ın yukarıda alıntı yaptığımız yazısında sorduğu bir soruyla birleştirerek yanıtlamaya çalışayım. Soru şu: “‘Fethullahçılık’ her ne ise, suç mudur? Türkiye’de böyle bir suç tanımı var mı? Olabilir mi? Olmalı mı?”

Yalnızca Fethullahçılık değil, her türlü cemaatçilik-tarikatçılık suçtur!

Neye göre suç, TCK’ya göre mi? Hukukçu değilim, mevcut yasalarda cemaatçiliğin-tarikatçılığın bir suç olarak tanımlanıp tanımlanmadığı konusunda ahkam kesecek durumum yok. Tanımlanıyorsa bile bu yasaların uygulanmadığı açıktır.

Esas mesele ise şu: Cemaatçilik halka karşı, emekçi sınıflara karşı işlenen bir suçtur emekçi kitlelerin başına örülen koca bir çoraptır. Sosyalist bir iktidarda cemaatçilik, tarikatçılık hukuken de suç olarak tanımlanacak ve bu yasalar kesin bir biçimde uygulanacaktır. Cemaatçiliği-tarikatçılığı suç sayıp, milliyetçi çetelere buyurun diyecek halimiz ise elbette yoktur! Hepsi “kanunlar önünde eşit olacaktır”. Üstelik yalnızca devlet içinde örgütlenmeleriyle değil, toplumsal alanda ne yaptıklarıyla da ilgileneceğiz.

Çandar ve şürekası “bu zihniyet…” diye başlamadan açıklayayım.

Cemaatçilik suçtur, çünkü cemaatçilik Amerikancılıktır. Gerici cephenin harcı Amerikancılıkla karılmıştır. Örnek olsun, Genelkurmay'la Fethullah Gülen cemaatinin ayrı kutuplar teşkil ettiği, devlet içinde bu "taraflar" arasında sert bir mücadelenin süregittiği iddiası en başta bu nedenle doğru değildir. Bu iddia doğruysa Dolmabahçe Mutabakatı ne oluyor? Gülen cemaatine bu kadar geniş bir hareket alanı, örgütlenme olanakları, teknik beceriler kazandıran, “kozmik odaların” anahtarını Erdoğan’ın, mutabakat zabtını ise Büyükanıt’ın cebine koyan güç kimdir bunlar arasında hiçbir ilişki olmadığı iddia edilebilir mi?

"Amerikancı olmayan cemaatler de var" diye aklı evvellik yapmaya kalkışacak olanlara, Ortadoğu'daki anti-Amerikancı cemaatleri örnekleyip "bunlara ne diyeceksin?" diye hinlik taslayacaklara sorum şudur: Bu güçler hangi gerekçelerle, hangi toplumsal sınıfın çıkarları gereği ABD karşıtıdır ve ABD karşıtlıklarının tarihsel bir tutarlılığa sahip olduğu ileri sürülebilir mi?

Cemaatçilik suçtur, çünkü cemaatçilik insanların inançlarını sömürerek ve bu düzenin yarattığı yoksulluktan istifade ederek eşitsizlikleri meşrulaştırmaktadır. Örneğin öğrenim hakkı fiilen elinden alınan milyonlarca gence “okumak için bizim imamlarımızın yönettiği rahat yurtlarda kalabilirsin” demek, bir yardımlaşma, dayanışma kültürü değil, düpedüz istismar ve eşitsizliklerden istifade edilmesidir.

Cemaatçilik suçtur, çünkü cemaatçilik emekçi sınıfların özgürlüğüne düşmandır. Cemaatçilik yine gerici ideolojilerin etkisiyle aileleri tarafından eve hapseden kız çocuklarına tek çıkış yolu olarak cami yolunun gösterilmesi ve onların aynı baskının katmerlisine, yani imamlısına, şakirtlisine, şeyhlisine, türbanlısına, çarşaflısına maruz bırakılmaları, buna “özgürleşme” denilmesidir. Cemaatçilik yoksul kitlelerin özgürlük düşüncesinin kendisine yabancılaştırılmasıdır.

Cemaatçilik suçtur, çünkü cemaatçilik emekçi sınıfları sömürüye karşı mücadele etmekten, gerçek kardeşlik ve dayanışma bağları kurmaktan uzaklaştırmanın en etkili yöntemlerinden biridir. Cemaatçilik, Cemil İpekçi’nin tasarladığı türbanla başını örtenle türbanını Mahmutpaşa’dan alanın aynı takvaya sahip olduğunun vaaz edilmesidir.

Cemaatçiliğin suç listesi kabarıktır. Bu suçların tam bir dökümünü yapacak ve hesabını soracak olan ise emekçilerin iktidarı olacaktır.