Bir Yunanistan tartışması

Dün Boğaziçi Üniversitesi’nde pırıl pırıl bir grup öğrenciyle Yunanistan’daki seçimleri tartıştık. Dilim döndüğünce soL’da da okuduğunuz değerlendirmelerimizi paylaşmaya çalıştım Boğaziçilierle… Gelen sorulardan bir tanesi ilginçti soruyu soran sevgili arkadaşımın affına sığınarak ve içtenliğine güvenerek, aklımda kaldığı şekliyle aktarıyorum: Her şeye rağmen, muhafazakâr bir partinin iktidara gelmesindense liberal sol bir partinin iktidara gelmesi daha iyi değil mi?

Soruyu Yunanistan bağlamında yeniden formüle edersek, “Yeni Demokrasi’nin hükümet kurabilecek bir oya ulaşmasındansa SYRIZA’nın güç kazanması daha iyi değil mi” diyebiliriz.

Bana kalırsa bu yanlış bir sorudur. Zira siyasi aktörler ve süreçler hakkında politik/tarihsel bağlamın dışında “iyi/kötü” gibi değer yargıları oluşturmaya çalışmanın anlamı yok. Bakılması, yanıt aranması gereken, “iyi” ya da “kötü” değil ortaya çıkan siyasi durumun işçi sınıfı hareketi için yarattığı olanaklar ve ona verdiği ya da verebileceği zararlar olmalı.

Bu anlamda SYRIZA’nın yükselişine, 17 Haziran’da belki de birinci parti durumuna gelişine Yunanistan’ın ve Avrupa’nın güncel ve tarihsel siyasi dinamiklerinin dışında olumlu veya olumsuz bir değer atfetmenin saçma bir arayış olduğu görüşündeyim. Ortaya çıkan siyasi tablonun işçi sınıfı mücadelesi açısından taşıdığı olanaklar kadar, ona verdiği hasarlar da söz konusu. Yeni Demokrasi eliyle bir hükümet kurulacak olursa, farklı olanaklar ve hasarlardan söz ediyor olacağız.

Bu sözlerin solda bazı dostları kızdıracağını tahmin edebiliyorum. Kendisini solda konumlandıran ve Yunanistan’daki durum üzerine kalem oynatan pek çok düşünür ve aydın, SYRIZA’nın ulaştığı oy oranına başlı başına bir olumlu bir değer atfedip, ondan sonra konuşmamız gerektiğini savlıyor. Bu yaklaşımın temelinde, herhalde şu varsayım var: “En nihayetinde sol güçlendi”…

Daha önce gerek ben, gerekse soL’daki başka yazarlarımız “sol güçlendi” argümanının kendisini sorgulanmak gerektiğini yazdık. Güçlenenin ne olduğunu kavramak için, ülkenin ve “sol” olduğu söylenen bu hareketin tarihine ve bununla bağlantılı güncel siyasi konumlanışına bakmak gerektiğini vurguladık. Ancak bu yaklaşımımıza yönelik de, kimileri küfre varan, eleştiriler eksik olmadı: “Kendinizden başkasını beğenmiyorsunuz, bu ne burnu büyüklük!”

Tabi burada “kendimiz” Yunanistan Komünist Partisi oluyor bizler de onun Türkiye şubesi… Bu tuhaf yansıtma durumu, belli ki, Türkiye solunun kendi iç tartışmalarının bir şekilde Yunanistan konusundaki tahlillere de sızdığını ima ediyor. Ne yapalım…

Mesele bir kez daha dönüp dolaşıp, beğenmek/beğenmemek, iyi/kötü gibi kavramlarla etik alanın içerisine sıkıştırılmış oluyor böylece. Açık söyleyeyim, buradan sağlıklı bir değerlendirmenin çıkabileceğine inanmıyorum.

Peki, meselenin bu “etik” boyutunu bir kenara bıraktığımızda tartışma ne? Neye kızılıyor bu kadar?

Yunanistan Komünist Partisi’nin SYRIZA ile ittifak kapılarını kapatmış olmasına...

İyi de, her şey bir yana, bu durumun SYRIZA’nın dönemsel yükselişinin önünde engel olacağını düşünen var mı? Madem gümbür gümbür gelen, 17 Haziran seçiminden birinci çıkacak bir “sol” hareket olduğunu düşünüyorsunuz, size ne KKE’nin tavrından? Güçlenen bir “sol dalganın” içinde yer almayı seçmeyen KKE kaybetmez mi bu durumdan?

İttifak meftunu aydınlarımızın bu sorulara verecekleri siyasi yanıt şu olabilir: SYRIZA birinci parti bile olsa, tek başına hükümet kuracak güce ulaşamayacak. Demokratik Sol’un yanına KKE de eklenirse, komşuda “sol hükümet” kurulur.

Ama bu yanıt bir başka soruyu çağırıyor: Kurulabileceğini varsaydığınız bu “sol hükümet” hangi ortak payda üzerinde şekillenecek ve Yunan işçi sınıfının çıkarlarına katkısı ne olacak?

Yanıtı basit: Ortak payda olsa olsa memorandum karşıtlığıdır. Çünkü SYRIZA ve Demokratik Sol, bir emekçi halk iktidarının nasıl kurulacağına -isterseniz “azami hedeflere” diyelim- dair tek söz etmemenin ötesinde, borçların tek taraflı olarak iptali, ülkenin AB’den çıkması gibi gayet yakıcı başlıklar -bunlara da isterseniz “asgari hedefler” diyelim- hakkında da net bir söz etmiş değil. AB içinde kalan, borçların örneğin eurotahvil piyasası üzerinden “yönetilmesini” savunan bir “sol hükümet”in teknokratlar hükümetinden farkı, kemer sıkma paketlerini zamana yaymak dışında ne olacak? AB’den çıkış ve borçların tek taraflı iptali, mevcut koşullarda Yunanistan’da sol bir iktidarın olmazsa olmazları değil midir? Bu olmazsa olmazlar, ancak ve ancak, sosyalist bir iktidar programı içerisinde tutarlı bir bütünlüğe kavuşmuyor mu?

Eğer öyleyse salt “memorandum karşıtlığı” üzerine kurulu bir “sol hükümet” olamaz Yunanistan’da, başka her şey bir yana, son üç yıldır devam eden mücadeleler basitçe memoranduma karşı olmak çerçevesine sığmaz. Halk sığacağını zannedebilir ancak komünistlerin varlık nedeni işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını siyasi iktidar mücadelesine tercüme etmekse, komünistler buna bir “çözüm”müş gibi yaklaşamaz.

Yeterli düzeyde özetleyebileceğimi umarak, karşı argümanın bir başka çeşidine atıfta bulunarak devam edeyim: SYRIZA, yalnız bırakıldığı takdirde AB emperyalizmi ve Yunan burjuvazisi tarafından “sağa” çekilerek dize getirilir ve bunun sonucu tek başına SYRIZA’nın değil, bütün Yunan solunun yenilgisi, halkın umutlarının sönümlenmesi olur. O halde SYRIZA’yı emperyalizme ve Yunan tekellerine terk etmemek için onunla ittifak yapmak gerekir. Zaten komünistler, gerektiğinde işçi sınıfının çıkarları adına bu tür ittifaklara girerek kendi çizgilerinden ödün vermesini bilmelidir. Bu girişimden uzak durmayı seçmek, komünist partisinin kendisini işçi sınıfının iradesi ve eyleminin yerine koyması, yani ikamecilik anlamına gelir.

Bu argüman bir önceki paragrafta tartışılan “sol hükümet için ittifak” formülünün bir çeşit devamı. Bana kalırsa birinci problemi, SYRIZA’yı öznellikten ari bir “şey”e, bu durumda bir ittifak nesnesine, indirgemesi. “Aman bırakmayın yoksa ya davulcuya ya zurnacıya varır” gibi bir akıl yürütme bu…

Oysa Syn/SYRIZA bir “şey” falan değil ve “sağa çekilme ihtimali”nden evvel yirmi senedir sağda konumlanmış olmasına bakmak gerekiyor. Synaspismos, tarihsel olarak, Avrupa’da komünist hareketin likidasyonunun Yunanistan’daki yansıması… Yani varacağı yere çoktan varmış zaten.

“Bunları bir kenara bırakın ve bugünkü olanaklara bakın” dediğinizde, yani Syn/SYRIZA’yı şeyleştirmeye kalkıştığınızda, SYRIZA’nın kendisini, varlık nedenini yadsımış oluyorsunuz. Daha açık söyleyeyim: Varlığını “soldan” AB’ciliğe borçlu bir hareketle, AB’ye karşı ittifak kurulmasını önermek, en hafif ifadeyle, saçmadır. “Ama sol hükümet ille de AB’ye karşı olmak zorunda değil, emeğin Avrupası için…” gibi cümleler kurmaya başlayacaksınız, tartışmayı burada kesebiliriz.

Son olarak ikamecilik eleştirisine gelelim ve bizim ne yakıştırdığımızdan bağımsız olarak hangi komünist partisinden bahsettiğimizi anımsayalım.

Üç yıldır süregiden kitle eylemlerine öncülük eden (onlarca kitle eylemini ve genel grevi bilfiil örgütlemiş olması ona böyle bir vasıf kazandırıyordur herhalde) bir partiden bahsediyoruz. İşçi sınıfı içindeki örgütlenmesi 8 sektörel federasyona, 13 işçi merkezine, yüzlerce sendikaya ve 850 bin üyeye yayılan bir parti söz konusu olan... Yoksul köylülük ve küçük esnaf içerisinde de kitle örgütleri bulunan 6 Mayıs seçimlerinden sonra yapılan üniversite öğrenci birlikleri seçimlerini neredeyse silip süpüren bir parti… İkamecilikle, yani sınıftan kopmuş olmakla itham edilen partinin çok kısa şeceresi böyle…

“Ama KKE 536 bin oy aldı, yani o işçiler, köylüler KKE’ye oy vermedi” argümanı ise KKE’nin kendisini emekçi kitlelerle ikame ettiğini değil, olsa olsa seçim sürecinin komünist hareket açısından taşıdığı zorlukları sokakta, okulda, fabrikada, tarlada KKE’ye güvenen insanların sandıkta daha kolay “çözümler” elde edilebileceği yanılsaması yaşayabileceğini gösterir. KKE’nin harekete geçirebildiği kitlelere denk bir oy alamamış olmasını tek başına SYRIZA’yla ittifaka kapıyı kapatmış olmasına atfedebilmek için, herhalde hiç seçim görmemiş olmak gerekiyor.

“Aman yine KKE güzellemesi” diyerek bu söylenenlere dudak bükenler çıkacaktır. Ancak herhalde seçim sonuçlarının her şey olduğunu zannedenlere, sokaktaki örgütlenmenin anlamını hatırlatmak için bu verileri hatırlatmanın bir anlamı var.