Bir patron eskisinin Türkiye’ye bakışı

TÜSİAD’ın DTP’nin kapatılmasıyla ilgili açıklamasında, “Partinin kapatılması ile birlikte daha da tırmanma riski bulunan ve son dönemde müteaddit defalar dikkat çektiğimiz toplumsal kutuplaşmalardan kaygı duymaktayız” deniliyor. Ülke artık geri döndürülmesi son derece zor bir sürece girmişken, patronlar kaygı duyuyorlarmış.

Açıklama tarihi 12 Aralık…

Bir gün sonra Milliyet gazetesinde Serpil Yılmaz’ın Şahabettin Kocatopçu’yla yaptığı röportaj yayımlandı. Kocatopçu, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun kurucusu, TÜSİAD’ın eski başkanı, 12 Mart ve 12 Eylül’ün sanayi bakanı. Şimdi bir büyüğü gibi suluboya resimler yapıyor. Resimleri satıyor mu bilemiyoruz, ama yeteneğinin diğerinden fazla olduğuna pek ihtimal vermiyoruz…

Bu uzun röportajdan bazı bölümleri aktarmak durumundayım. Önce bir miktar daha biyografik arka plandan bahsedelim. Kocatopçu, Türkiye’nin işgal altında olduğu yıllarda çocukluğunu yaşamış. Galatasaray Lisesi’nde öğrenciyken Mustafa Kemal’in okulu ziyaret edip, elini sıkmasını unutamadığını söylüyor. Belçika’daki metalürji tahsilini de kendisi için “Atatürk bağı” sayıyor. Sınavla burs kazanıp yurtdışına okumaya gönderilen 700 öğrenciye “Atatürk’ün çocukları” dendiğini öğreniyoruz.

Belçika’da okurken ülke Nazi işgaline uğrayınca, önce Türkiye’ye dönüyor, sonra ABD’ye yollanıyor. Belçika halkının çektiği acılara tanıklık ettiğini söylüyor.

Ellilerin sonlarında Paşabahçe’de çalışırken, Türkiye’de pencere yapılamadığı için Avrupa’ya gidiyor. Amacı teknoloji transferi yapmak… Avrupalılar Türkiye’yi bir Pazar olarak gördükleri için Türkiye’ye bu teknolojiyi vermiyorlar Rusya, daha doğrusu Sovyetler Birliği, veriyor ve bu sayede Trakya Cam kuruluyor.

Röportajı yapan Serpil Yılmaz, Belçika’da faşizmi gören Kocatopçu’ya “neden solcu olmadınız?” sorusunu yöneltiyor. Cevap: “İşçi çalıştıran solcu olmaz”. Doğru söze ne denir…

Röportaj boyunca Kocatopçu’nun incileri bitmek bilmiyor. Yılmaz’ın, “İslami referansları olan bir partinin “demokrasi açılımı” yapmasında bir çelişki yok mu?” sorusuna verdiği cevap bunlardan bir diğeri: “Bir taraftan AB’ye girmek istiyoruz, öte taraftan etrafımızdaki ülkelerle yakınlık kurmaya çalışıyoruz. Avrupa’nın endişelerini anlıyorum. Ancak Türkiye de bölgesinde bu nedenle önem taşıyor. Osmanlı devletinin eski görevini bugün Türkiye’nin yapması gibi bir olay...” Yaşına rağmen Yeni Osmanlı’yı kavrayacak denli sınıfının bilincini içselleştirmiş olduğunu kavrıyoruz.

İşsizlik meselesini de değerlendiriyor: “En önemli sorun çok çocuk.” “Türkiye’nin nüfusu 1920-30’larda 10 milyonlardaydı. Avrupa’nın nüfusu o zamandan beri bir misli artmamış. Bizimki 60 misli artmış” diyerek, hem Nazilerin Belçika’yı işgalinden nasıl bir ders aldığını örnekliyor hem de 33 yıl Şişecam’ın tepesinde oturmasına karşın aritmetiğinin pek de kuvvetli olmadığını göstermiş oluyor. Sonuncusunu yaşına verelim de, ilkini neye vereceğiz?

Türkiye’nin kalkınması için ekonomiye dışa açık model gerekli diyor. Diyor da diyor…

Hayli yaşlanmış bir teknokrat-patron eskisinin sözlerine pek kıymet verilmeyebilir. Ancak Kocatopçu’nun sözleri Türkiye burjuvazisinin sınıf reflekslerini en çıplak haliyle göstermesi nedeniyle kıymetlidir.

Sermaye sınıfının bu has temsilcisi hangi sıfatları taşıyor? Kariyerini darbelere borçludur, ama bunu inkar etmektedir. Seksen sene evvel Mustafa Kemal’in elini sıkmış olmayı hayatının önemli bir olayı saymaktadır, ama AKP’yi Osmanlı’nın eski görevini yerine getiren bir parti olarak bağrına basmaktadır. İnsanlığın faşizm belasından kurtuluşunda ve Türkiye’nin iktisadi gelişiminde Sovyetlerin rolünü tecrübe etmiştir, ama Türkiye’nin sanayileşememesini “dış ortakları memnun edememekle” açıklamaktadır.

Aynı röportajın işinde bu kadar çok tezat olması garip mi? Bunlar, yaştan ötürü akli melekeleri zayıflamış bir patron eskisinin iç çelişkileri sayılamayacak kadar Kocatopçu’nun ait olduğu sınıfın bilinç durumunu yansıtmaktadır. Kaskatı bir anti-komünizm, ilkesiz bir cumhuriyetçilik, emperyalizm karşısında büsbütün kişiliksiz ve yaranmacı bir tavır, kârlılığı artırdığı sürece faşizmin apoletlisine de İslamcısına da hizmet eden bir pespayelik… Bunları sadece “darbelerin bakanı”nın yaşına verecek kadar saf değiliz.

Girişte aktardığımız TÜSİAD açıklamasında işaret edilen “kaygı”ya geri dönelim. Kocatopçu, büyük ihtimalle açıklamanın yayımlandığı gün verdiği röportajla bahsedilen kaygının esas kaynağının kendi sınıfı olduğunu bir kez daha kanıtlamakta, ağzından dökülen neredeyse her sözle sınıfının rezil bilincini açık etmektedir. Halkların birbirine girmesi mi toplumun gericiliğin elinde paramparça olması mı ülkede sanayi namına var olan her şeyin kadük olması mı? Dönün ve duvarına belki de Kocatopçu’nun ve diğer ünlü ressamınızın tablolarını astığınız yalılarınıza nasıl sahip olduğunuza bakın… O yalılar, o resimler ve bütün servetiniz yüzsüzlüğünüzün ve işlediğiniz suçların karinesidir.