Bıçak sırtında yürümek

Roy F. Harrod’un geliştirdiği model otuzlu ve kırklı yıllarda iktisadi büyüme tartışmalarına damgasını vuruyordu. Harrod modeli, kapitalizmde sermaye birikimi ve istihdam dinamiklerin istikrarlı bir büyüme izleğinde kalması hususunda son derece karamsar sonuçlara varıyor, büyümenin ancak bir “bıçak sırtı”nda gerçekleşebildiğini söylüyordu. Modele göre sistem her an patlayabilir ve patlamasının geciktirilmesi için nelere odaklanılması gerektiği üzerinde düşünmeye davet ediyor.

AKP iktidarının tıpkı Harrod’un modelinde olduğu gibi bir “bıçak sırtında” yürüdüğünü söylemek mümkün. Kendi iktidar mantıklarını yerleştirmek üzere bu denli aceleci ve dayatmacı olmalarının bir kısmı bıçak sırtında yürüyor olmanın getirdiği endişeyle açıklanabilir. Bu sistem her an patlayabilir aslında patlaması kaçınılmaz… Bu ne kadar geciktirilebilir ve patlamanın doğrultusu ne olur esas sorular bunlar…

Cüretli adımlar atıyor, muktedir görünüyorlar. Ancak altına girdikleri işin çapıyla zembereğinden boşaltılan “eski düzenin” çözülüşünün daha neleri beraberinde götüreceği konusunu müphem kılıyor. Bunun karşılığı çok büyük ve çok derin bir korkunun AKP takımının peşini hiçbir zaman bırakmayacak olmasıdır.

Kolay değil, destekleyici payandalardan birinin çökmesinin ne gibi sonuçlar doğuracağı açık… En basitinden bir süre önce gündeme gelen, 7 milyar TL’lik servet sahibi “meçhul zengini” düşünelim. Böyle “meçhul zenginler” icra-i sanat eylemeseler, faiz ve kurun yukarıya doğru şöyle bir kıpırdanmasıyla Türkiye’deki bütün büyükbaş sermaye grupları bir gecede çöker. Bu nedenle Maliye Bakanı alelacele sadece kağıt üzerinde giriş yapan, yani aslında Türkiye’ye hiç uğramayan bir parayı gelmiş gibi gösterdi.

Referans gazetesinde 13 Nisan’da bu konuyla ilgili yazan Eyüp Can, “geçenlerde parasını yurtdışına götürmüş bir işadamıyla” yaptığı sohbeti aktarıyor şöyle: “ ‘Neden?’ diye sordum. ‘Türkiye'ye güvenmiyorum…’ dedi. Oysa parayı güvenmediği Türkiye'de kazanıyor… ‘Haklısın ama…' dedi ve ekledi… ‘Siyasi ve ekonomik anlamda Türkiye'nin geleceğinden emin değilim, kendimi daha güvenli hissetmek için servetimin bir kısmını her zaman yurtdışında tutarım…’”

Bundan korkmayacaklar da neden korkacaklar? Geldiği gibi gider de…

AKP patlamanın geciktirilmesi için tek yapabileceği işi yapıyor ve sürekli vites büyütüyor. Anayasa değişikliği paketini ortaya bırakıyor, bir süre sonra başkanlık sistemini tartışmaya açıyorlar. Fethullah istihbaratı marifeti ve yüksek komuta kademesinin işbirliğiyle Taraf dergisi ve diğerlerinin belgesiz hiçbir gün geçirmemesini temin ediyorlar.

Ama bu işin büyük riskleri var ve “patlaması kaçınılmaz”. Çünkü bu herkesin herkesi satın alabileceği, herkesin bir başkasının adamı olduğu, parayı verenin her daim düdüğü çaldığı bir yapı… Bu nedenle hiç kimseye güvenemezler ve korkmaya, sürekli bıçak sırtının kenarındaki uçurumu görmeye mahkumlar.

Bunun bir başka örneğini geçtiğimiz günlerde bir hezeyan halinde emekli tümamiral kocasının çaldığı belgeleri cemaatçi patronlara aylık 20 bin dolar karşılığı sattığını söyleyen hanımın boşanma ilamında gördük. Kuralın “çalmak ve satmak” olduğu bir düzende hiç kimseye güvenemezsiniz o kişi karınız bile olsa… Ortaya atılan iddialarının doğru olup olmamasını tartışmak ise saçmadır. Askeri savcılığa verdiği belgelerin “suç delili” teşkil edip etmemesi de, doğru olup olmaması da önemsizdir. Zira AKP Türkiye’sinde gerçekle sahte arasında bir ayrımdan söz edilemez. Hele de söz konusu olan “belgeler” olduğunda, artık ancak bunların siyasi anlamından bahsedilebilir. Dolayısıyla yapılan beyanlar her ne olursa olsun, ortada bir gerçek vardır: Bu düzen baştan aşağı çürümüştür ve egemenler bıçak sırtında sürekli adımlarını hızlandırırken bir yandan da korkularını büyütmektedir.

İsmindeki “hanım” sözcüğü nedeniyle kendisine “hanım” sıfatıyla hitap edilmesi Türkçe açısından güçleşen Bayan Güven’in beyanlarında, sunduğu belgelerin doğru olup olmadığından daha önemli hususlar bulunmaktadır. Bir tanesi, “pırlantalarının” kocası tarafından bir başka yüksek komutanın eşine hibe edildiği beyanıdır. Emekli Tümamiral Güven, Bayan Örnek’le beraber, pırlantaları hibe ettiğini yalanlamış, ancak 22 adet pırlanta takının varlığını yalanlamamıştır. Benzer şekilde Tümamiral Güven eşine ait lüks otomobili de, sattığı Fenerbahçe’deki konutu da, eşini bir zamanlar köşklerde yaşattığını da yalanlamamıştır. Bayan Güven konuştukça Tümamiral’in servetinin boyutları açığa çıkmıştır. Bir zamanların popüler sorusuyla, “nereden buldun?” diye sormak durumundayız, ama bu Maliye Bakanı’nın o soruya alerjisi olduğunu biliriz.

İkinci nokta ise Bayan Güven’in iddia ettiği “çalıntı belgelerin” satış fiyatıdır: 20 bin dolar… Emekli Tümamiral Güven’in Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç’ın çocuğunu da 20 bin dolara “bağladığı” ileri sürülüyor. Bir de tümamiralin “köstebeklik” karşılığında aldığı iddia edilen 5 milyon dolar var. Almıştır veya almamıştır, orasını bilemeyiz itibari fiyatla gerçek fiyat arasındaki ayrımın önemini yitirdiği bir düzendeyiz. Boşanmakta olduğu eşinin emekli tümamirale biçtiği fiyat budur: Ayda 20 dolar, 5 milyon dolar da “emeklilik ikramiyesi”.

Patlaması an meselesi olan bir düzende kimin fiyatının ne olduğunun bir önemi var. Çünkü bu patlamanın ne kadar yakında olduğunu gösterir. Eşinin Tümamiral’e yakıştırdığı fiyat “çok yakında” dememize sebep olacak kadar düşük.

Buyurun karşılaştırın: Mercedes Benz’in Türkiye’de dağıttığı iddia edilen rüşvet 9 milyon dolar. Siemens’in Türkiye’de dağıttığı söylenen rüşvet ise 57 milyon euro. GDO’lu pamuk tohumu üreticisi Delpapine’ın Tarım Bakanlığı bürokratlarına verdiği söylenen rüşvet 43 bin dolar.

Demek ki ordu sırlarına, “bir zamanlar köşklerde yaşayan” ve en az 22 adet pırlanta takı sahibi olduğunu bildiğimiz Bayan Güven’in biçtiği değer ancak tarım bakanlığı bürokratlarının kabul ettiği rüşvet raicinde. 5 milyon dolarlık ikramiye ise uyduruk iki otobüs için verilen paranın da altında…

Öyleyse Fethullahçı çeteye “adam aldırmak” bu kadar ucuzlamış…

Bu AKP’yi rahatlatır mı sizce? Piyasanın bildiğimiz kuralı burada da işler: “Satılık adam arzında” artış var ki fiyatlar düşüyor… Bu üretimin içinde AKP’lilerin aslan payını hiç kimseye bırakmayacaklarından emin olabiliriz.

Fiyatlar bu kadar düştüyse, korku da artmış demektir. Ancak bu yağma düzeninden hesap sorulmadığı sürece bıçak sırtında at koşturmaya devam ederler. Sonunda yuvarlanılması kaçınılmaz uçuruma ise kendileriyle birlikte ülkenin tamamını da götürürler.

Bu arada, sahi, Yaşar Paşa’ya verilen cip kaç paraydı?