Ayrılık imalatı

Noam Chomsky ve Edward S. Herman'ın pek çok dile çevrilen çalışmaları "Rıza İmalatı" üst başlığını taşıyor. Alt başlık "Kitle İletişim Araçlarının Siyasal İktisadı"… Artık emperyalizmin "rıza imalatı" kadar ayrılıkçılığı da imal ettiğinin canlı örneklerini çok daha sık görüyoruz.

Ayrılık imalatından kastım emperyalizmin bağımlı ülkelerde bir yandan diktatöryal yönetimleri desteklerken, diğer yandan aynı yönetimlere karşı gelişen muhalefeti örgütlemeleri... Bunu medya üzerinden, "sivil toplum örgütleriyle", yardım fonlarıyla, istihbarat teşkilatlarıyla ve daha bilumum yöntemle yapıyorlar. Kuşkusuz yeni bir durumdan bahsetmiyoruz. Chomsky ve Herman'ın deyişiyle "rıza imalatı" kadar, ayrılık imalatı da emperyalizmin egemenlik yollarından bir tanesi. Yalnızca Sovyetler Birliği sonrası dünyada bu ikiz kardeşlerden ikincisine daha sık başvurduklarını görüyoruz. Vurguyu buraya koyuyorum.

Tunus, Arnavutluk ve özellikle Mısır'da yaşananlar bu çerçeve içerisinde bir yere oturuyor. Kitle eylemlerinin tamamıyla emperyalizm tarafından yaratıldığını ve baştan sona manipüle edildiğini söylemek mümkün değil. Ancak ayrılık imalatının mantığı da zaten bu şekilde işlemiyor. Bu, bir açıdan, hem nalına hem mıhına vurma stratejisi... Bir taraftan geniş yığınları baskı altında tutarak "istikrar" sağlayan iktidar yapısı destekleniyor. Öte yandan bu baskının toplumda ve emekçi sınıflarda biriktirdiği potansiyel enerji, patlama noktasına vardığında tahliye sübaplarının başında duracak kadroların da, desteklenen diktatörler misli emperyalizme biat etmişlerden seçilmesine özen gösteriliyor. Bu, dolayısıyla, patlamanın kendiliğinden ve meşru boyutlar taşımadığı anlamına gelmez. Emperyalizm açısından, bir kez enerji boşalmaya başladığında sürecin nereye doğru akıtılacağının kontrol edilmesi esas oluyor.

Dürüst ve üretken bir Kanadalı aydın, Michel Chossudovsky, Global Research sitesinde Mısır'daki olayları değerlendirirken bu stratejinin önemli bir veçhesine işaret ediyor: "Diktatörler emretmez, emir alır..." Hüsnü Mübarek için de, Zeynel Abidin Bin Ali için de bu ilke mutlak olarak geçerlidir. Chossudovsky buradan devam ederek, ayrılık imalatının hedefine ulaşamamasının nasıl sağlanabileceğine ışık tutuyor: "Protesto hareketi dış müdahale mevzuunu gerektiği gibi tavır almadığı takdirde hiçbir ciddi siyasi değişim yaşanmayacaktır. Kahire'deki ABD Büyükelçiliği, ulusal hükümeti gölgede bırakan önemli bir siyasi teşekküldür. Büyükelçilik protesto hareketinin hedefinde bulunmamaktadır."

Emperyalizmi karşısına almayan bir hareket, istediği kadar halkçı ve kendiliğinden unsurlar barındırsın, emperyalizmin manipülasyonundan kaçamaz. "Mübarek, Vaşington'dur, Brüksel'dir" demeyen bir halk hareketinin eninde sonunda Batı başkentlerinin başka ajanlarına rehin düşmesi ve "rejim değişimine" razı olması kaçınılmaz.

O halde Tunus'ta ve Mısır'da yaşananlar başka birer "renkli devrim" örneği mi? Kanımca bu tam olarak doğru değil. Soros tipi darbe örgütlenmelerinde ustalıkla seçilmiş bir zamanlama, baştan belirlenmiş belirli politik figürlere yapılan açık yatırım gibi özellikler görüyoruz. Ne Tunus'ta ne de Mısır'da yaşananlar bu özellikleri tam olarak taşımıyor. Ancak bu taşımayacağı anlamına da gelmiyor... Kaldı ki emperyalizmin halk hareketlerini kontrol etmeye yönelik yoğunlaşan çabaları da, başta rengi tam anlaşılamayan süreçleri hızla "renklendirmeyi" hedefliyor.

Konunun çokça tartışılan bir diğer boyutu, ayrılık imalatının ülkemizdeki pratiği. Bu pratiğin iki ayıracından söz edilebilir: Birincisi emperyalizm tarafından desteklenen diktatöryal eğilimlerin giderek yaygınlaşması, serpilmesi ikincisi ise bu eğilimlere karşı muhalefetin düzen içerisinde tutularak "yeni rejim" mantığına bağlanması. Bu iki ayıracın bazı sonuçlarından söz edebiliriz: Bu pratik içerisinde belirleyici olan kitle hareketi değildir. Kitle hareketi yönlendirilen ve her durumda, yani diktatöryal eğilimin sürmesi ya da muhalefet tarafında devrilmesi, istenilen "yeni rejim" mantığını yaratan sürecin bir enstrümanıdır. İkinci sonuç, birinciye bağlı olarak, kitle hareketinin ortaya çıkışının kestirilemezliğinin önemsiz hale gelmesidir. Kritik bir halka ise, bütün bu pratik içerisinde düzen dışı muhalefetin etkisiz kılınmasının garanti altına alınması, sürecin mantığı içerisinde devrim güçlerinin inisiyatif kazanma kanallarının mutlak olarak tıkanmasıdır.

Buradan Türkiye'ye baktığımızda görünen tablo şu: Türkiye toplumunda, kendiliğinden bir kitle hareketinin patlaması açısından değil, kitleleri manipüle etme becerisi açısından ciddi bir potansiyel enerji birikimi vardır. Öte yandan emperyalizm otoriter eğilimleri gün geçtikçe artan AKP'nin "yeni rejim"in mantığının ana taşıyıcısı olduğu konusundaki mutabakatı bir vakıadır. Aynı zamanda biriken ayrılık potansiyelini "yeni rejim" mantığı içerisinde tutacak bir "muhalefet"in şekillenmesi de tamamlanmaktadır. Sonuç Türkiye'nin ayrılık imalatı pratiği açısından bir hayli ileri bir noktada olmasıdır.

Burada henüz tamamlanmamış olan, yeni rejim mantığını kökten bozabilecek ve toplumda birikmiş olan enerjiyi düzen dışı bir mecraya akıtabilecek devrim güçlerinin etkisizleştirilememiş olması. Ancak yeni rejimin mimarlarının bu sorunu görmediklerini söylemek için ahmak olmak gerekir. İdeolojik kuşatma bir yana, yeni rejim neşriyatında devrim güçlerine karşı sistematik olarak yapılan karalama ve yalan kampanyasının iyice belirgin hale gelmesi bu açıdan not edilmelidir.

Türkiye, emperyalizm tarafından ayrılığın imal edilmesine hazır durumda tutulmaktadır. Emperyalizmin bu ucubeyi mamul hale getirmesini önleyecek yegane güç soldadır. Biriken enerjinin yeni rejim mantığına, düzene karşı bir birikime tahvil edilmesi için olanaklar vardır. Değerlendiremezsek sol da, ülke de bitişe koşmaktadır.