Aylak Vekiller

29 Mart sonrasında AKP kulislerinden yansıyan iki kareyi anımsayalım. Birincisi, kabine değişikliği sırasında AKP grubunun verdiği resim.

Örneğin Hüseyin Çelik'in Milli Eğitim Bakanlığı'nı devrederken "burası artık otomatik pilotta" şeklindeki beyanıyla Nimet Çubukçu'nun kifayetsiz muhteris olduğunu ilan etmesi, "Kemal Ağabey"in Erdoğan'ın yemek davetine icabet etmemesi vesaire bunlar aynı resim içerisindeki enstantaneler olarak görülebilir. Tekmili birden birbirlerine surat asmış, imalı bir biçimde iç geçirmiştir.

İkinci kare, Erdoğan'ın geçen hafta vekillerini mayınlı arazilerin temizlenmesi mevzulu meclis oturumlarına katılmamaları nedeniyle azarlaması ve oturuma katılmaya davet etmesi, AKP'nin buna rağmen çoğunluğu sağlamakta zorlanmasıdır.

ABD'de ikamet etmekteyken vekil oluveren Nursuna Memecan konuyla ilgili beyanında, "Burada kendimi lüzumsuz hissediyorum. Buraya niye geldim diye soruyorum. Bir şey üretmek için geldim ama oraya girince boğuluyorum. Çünkü yararlanıldığımı hissetmiyorum" şeklindeki sözleriyle geçkin yaşına karşın ergenlikten henüz kurtulamadığı izlenimi doğuruyor. Geçtiğimiz hafta Şükrü Küçükşahin'in köşesinde okuduğumuz AKP'li vekillerin meclis oturumlarına ilgisizliğinin nedenleri üzerine sözleri, romantik komedi tarzındaki Hollywood filmlerinde, bağımlılık terapisi görenlerin "evet, ben bir alkoliğim..." şeklinde başlayan tiradlarını çağrıştırıyor.

Daha açıklayıcı, dolayısıyla da çarpıcı olanı Milli Görüş kökenli Trabzon milletvekili Kemalettin Göktaş'ın sözleri: "Bu dönemde bürokrasi siyasete iyice hakim olmuştur. Bakanlıkları bürokratlar yönetiyor"... Benzer ifadeler kullanan Siirt milletvekili Afif Demirkıran da, "Bir valiye bir milletvekilinden daha çok kıymet verilip, olay milletvekili yerine bürokrata sorulursa siyasi rant kaybederiz" demiş.

Meclis oturumlarına katılmak yerine aylaklık etmeyi tercih eden vekillerin söylediklerinin özeti şu: Siyasi kararlar mecliste alınmıyor ki meclise gidelim...

Bunu AKP'nin çözülmesine delalet mi saymalıyız? Hiç sanmıyorum. Çözülüş vardır, ama bu özel olarak AKP'yle değil, bizzat devletin kendisiyle ilgilidir.

Yoksa liberalizme fazla kaptırmış vekiller genlerine işlemiş bir bürokrasi düşmanlığından dolayı mı böyle konuşuyorlar? Bu da nedenlerden bir tanesi olabilir, ancak ana nedenin bürokrasi alerjisi olduğunu söylemek için hiçbir gerekçemiz yok.

Yerelleşme, ademi merkezileşme ve devletin siyasi ve iktisadi süreçler üzerindeki rolünün başkalaşması... Bütün bunlar bir kurum olarak meclisi ve dahi içindeki vekilleri toplanmaktan aciz bir duruma düşürmüştür. Toplanamamakta ve toplanmayı anlamlı bulmamaktadırlar.

Kuşkusuz meclis oturumlarına katılımın düşük olması parlamento tarihinde sık görülen bir tablo. Ancak iktidar partisinin, üstelik de başbakanın kamuoyu önünde yaptığı hırçın çağrıya rağmen grubunu oturuma katamaması eşine az rastlanır bir durumdur. Bu "nihilizm"in kaynağında ise olsa olsa çözülme olarak adlandırdığımız tablo yatmaktadır.

Örneğin tasfiye edilen sosyal güvenlik sisteminin yerine konan mekanizmanın kritik ayağını yerel mülki idare ve belediyeler oluşturmaktadır. Dinci "yardım" ağının icracısı, Tunceli valisi örneğinden anımsadığımız gibi, merkezi idarenin denetiminden kaçması giderek olanaklı kılınan yerel idaredir. Örneğin sermaye sınıfı karşısında pazarlık marjı göreli olarak genişlemiş olan AKP açısından, tekellerle ilişkisini şekillendirmek hususunda maliye bürokrasisinin sunduğu veriler, bütçeden şu veya bu bakanlığa ne kadar pay ayrılacağı sorusundan çok daha kritiktir. AKP'nin Gelir İdaresi kavgasının nedenlerinden bir tanesi de budur. Örneğin kendi medyasını tahkim etmeye çalışan AKP yönetimi açısından, kritik merci ilgili devlet bakanlığından ziyade TRT Genel Müdürlüğü'dür, RTÜK başkanlığıdır... Zahit Akman'ın re'sen emekli edilmesinin büyük fedakârlık gibi algılatılmasının arkasında bu yatmaktadır.

Örnekler çoğaltılabilir. Zaten AKP'nin önde gelen kadroları, "âkil adamları", dışında gündemde olan, tartışılan da bu ve benzeri kritik konumlarda bulunan bürokratlardır. Milletvekili umursamazlığının kaynağında bu durum yatmaktadır.

Bürokrasinin sermaye sınıfıyla doğrudan bağlar kurması alışkanlığının Özal döneminde yerleştirildiğini biliyoruz. Ancak bugün bürokrasinin açıktan, "atanmış" siyasi temsilci rolünü oynadığı bir durumla karşı karşıyayız. Bu durum milletvekilini ve meclisi bir anlam bunalımına sürüklemiştir. Bunalımın vekillerin psikolojileri üzerindeki etkisi doğrusu beni pek ilgilendirmiyor. Hamama giren terler. Ancak bunalıma girip işten kaytaran vekillerin sayısının artmasının, egemen ideolojiyi egemenliğin kaynağına ilişkin temel kodlamasında bir değişime zorlaması ilgiye değer bir konudur.